"Aptallar mizah yapamaz!"
Gülse Birsel yazan, oynayan, gülen, güldüren ve en önemlisi insanların hayatına dokunabilen bir kadın.
Hayatı pek ciddiye almayan, keyfine düşkün ama hırslı, çalışkan bir karakter çiziliyor gözümde sizin adınızı duyunca... Kendini anlatmak zordur ama siz nasıl anlatırsınız kendinizi?
Hırslı değilim ama azimli biriyim. Hayatı olmasa da işimi ciddiye alırım, sıkı çalışırım, sıkı eğlenirim, gülmeyi, arkadaşları, müziği çok severim, güzel tatiller yaparım. Genelde iyimser, psikologsuz idare edebilen biriyim galiba.
Sosyal medyanın gücünü Gezi olaylarında da gördük. Siz sanki biraz uzak duruyorsunuz. Neden?
Twitter hesabım yok, 15 adet sahte hesabım var! Bir tanesini 522 bin kişi takip ediyor ve çok fena aptal yerine konuluyorlar. Sosyal medyanın gücü ve iletişim hızının farkındayım ama dezenformasyon da o kadar çok ki. Bir de o kadar çok kişiyle iletişime geçecek zamanım ve enerjim yok benim. Twitter hesabı açsam, birisi bir soru soracak, hadi otur cevap ver, sohbet uzayacak. Bunlardan yüzlerce olacak, cevap alamayan kırılacak küsecek, ohooo. Ben dizi yayınlandığı sürece haftada bir gün bile tatil yapamayan biriyim. Arkadaşlarımın telefon mesajlarına üç gün sonra cevap veriyorum ve bu konuda muhabbet malzemesiyim. Twitter’a nasıl yetişeyim! Ayrıca zaten sabahtan akşama kadar yazıyorum, bir de Twitter’a mı yazacağım?
Türkiye sıkıntılı günler geçiriyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz son gelişmeleri?
Ümitli bir yönüm var, demokrasi açısından bir basamak çıkıldı diye düşünüyorum. Ama kavga, kargaşa ve kutuplaşmayı çocuğum olsa sevmem! Gezi olaylarının ilk gününden itibaren fikirlerimi Hürriyet gazetesindeki köşemden anlattım zaten. Toplumda bir özgürlük arzusu, saygı duyulma, sesine, taleplerine değer verilmesi, manevi değerlerinin yerle bir edilmemesi, adaletsizlik yaşanıyor tedirginliği, hayat tarzına karışılmaması isteği vardı. Son yıllarda bu artmış, büyük bir kızgınlık ve kırgınlık haline gelmişti. Bu duygu şişti şişti ve bir yerde patladı. İki buçuk milyon insan sokağa çıkmış, kırma, dökme de oldu tabii. Keşke olmasaydı ama iki buçuk milyonu toplayıp düğün bile yapsanız illa ki birkaç kavga çıkar. Bence bunu, toplumun her kesiminin birbiriyle demokrasi ve özgürlük arzusu şemsiyesi altında barışıp, tokalaşması gibi değerlendirmek ve böyle bir fırsata çevirmek lazım, ama siyaset de bunu böyle doğru okur ve anlarsa...
Gezi Parkı eylemlerinin Türkiye’de neleri değiştirdiğine inanıyorsunuz?
Bir kere çözüm sürecinin psikolojisini müthiş hızlandırdı bence. Bana sorarsanız büyük şehirlerdeki eğitimli kesimlerde ‘Kürt-Türk kutuplaşması’ ve probleminin 1-2 hafta içinde aniden demode ve saçma bir başlığa dönüşmesi harikulade. Ben bunu hissettim. Aynı şekilde yine, ister ‘eğitimli modernler’ deyin, ister ‘Gezi ruhu sahibi gençler’ deyin, direnişçileri ne üst başlıkta toplarsanız toplayın, başörtülü kadınlara yapılan birkaç utanç verici tacizi saymazsak, İslam’la, İslami hayat tarzıyla da bir barışma, selamlaşma oldu gibi geliyor. Eşcinsel haklarının şimdiye kadarki en büyük kalabalıkla savunulmasının ardından aslında kendini ezilmiş, horlanmış hisseden her grubu, bu ‘barışıp selamlaşma partisi’ne katabiliriz. Partiyi burada siyasi parti değil, kutlama manasında kullanıyorum! “Bakın, doğru ve bugüne yakışan tavır, ‘öteki’ sandıklarınıza karşı nazik, anlayışlı ve saygılı olmaktır, başka türlüsü artık fena halde çağdışıdır, aman sakın öyle yapmayın, o ne öyle?” gibi bir fikir cereyan oldu! Ve bu rüzgar azımsanamayacak sayıda insanı etkiledi. Ayırımcılık, ırkçılık, önyargılar, ötekileştirmek rezil kepaze oldu! Demokrasi, özgürlük, laiklik, herkese lazım değerler olarak en popüler günlerini yaşadı. Ve birden ‘onlar/biz’ diyen siyasetçilerin sözleri sanki 50 yıl öncesinde kaydedilmiş gibi gelmeye başladı kulağa! Gezi’den bir siyasi hareket çıkar mı, ne zaman çıkar, onu bilmiyorum ama siyaset herkesin hayatına girdi. Ve bence artık sandığa gitmemek bir, başkasının hakkına, tarzına, tercihine saygı duymamak iki, ayıp davranışlar haline geldi.
Dergi sektörüyle ilgili çalışmalar yapmak istiyor musunuz yeniden?
Editörlük filan düşünmüyorum doğrusu. O kadar uzun yıllar yaptım ki. Bir de şu an yaptığım işler daha yıpratıcı, ama aynı zamanda daha heyecan verici geliyor.
Yaz tatili için rotanızda nereler var?
Bu dergi yayımlandığı sırada New York’ta, hem oyunculuk workshop’larına katılacağım, oyunlar seyredeceğim hem de okuduğum şehirle hasret gidereceğim. Sonrasında Bodrum ve belki güneyde birkaç farklı kasaba gezebilirim.
Hayatta herkesten farklı olarak yaptığınızı düşündüğünüz bir şey var mı?
Dünyadaki herkesten farklı... Öyle bir insan yok bence. Şu an itibariyle her gün 4000 metreden paraşütle atlayan üç arkadaşım var benim! Çok orijinal bir şey düşünüyorum, ha, belki dizinin devam ettiği dönemde her hafta 48 saat uyumadan bölümü yazıp bitiririm, sonra da yatıp 20 saat uyurum! Bunu dünyada çok fazla insan yapmıyordur belki!
Evde sizi en çok dinlendiren şey ne?
Yazmamak beni çok dinlendiriyor! Bazı günler şu an diziyi yazmak zorunda olmasam da evi baştan aşağı parke döşesem daha iyi diye düşündüğüm oluyor! Parke döşemek dışında (!) yataktan film seyretmeye bayılırım mesela.
Hayatta en çok hangi tip insanlara katlanamazsınız?
Ana başlık olarak, kötü insan sevmem! Dedikodu yapan, yalan söyleyen, iftira atan, başkasına zarar veren, çalan, aldatan. Hiç tahammül edemem. Kötülüğün bugüne kadar kime faydası olmuş? Kötülük yapmak kadar salakça bir şey var mı? Semavi dinlerden yuva öğretmenine kadar sana hep aynı şey söylenmiş, e var bir hikmeti, iyi insan olsana kardeşim! İyi insan olduktan sonra her tür deliyle anlaşırım...
En büyük korkularınız neler?
Korkularım rasyonel korkulardır. Geçen gün trekking’e gidip gece ormanda kaybolduk! Hemen vahşi hayvan var mı diye sordum rehbere! Karanlıktı, hayaletti, Blair cadısıydı, yükseklikti, böcekti filan, pek fobim yoktur.
Onunla geçirdiğimiz bir günde hayatı nasıl gülümsetmeyi başardığını bir kez daha gördük. Sokakta, yolda, tatilde, ülkede yaşananlar onun en büyük malzemeleri. Bazıları için sıkıcı olan olaylar, onun penceresinden dünyanın en komik hikayeleri. Mesela bu yaz ‘Yalan Dünya’dan rol arkadaşları Sarp Apak ve Gupse Özay ile çıktığı Kabak Koyu tatilinde yaşadığı trekking macerasını anlatışı... Sakin bir yürüyüş yapacaklarını zannederken tehlikeli bir parkurda devam ettikleri yolculuk, onlar için biraz korkutucu olmuş. Ama o anlattı; biz kahkahaya boğulduk... Şimdi size neler söylediğini yazmak isterdim, fakat Cem Yılmaz gösterisinden çıktığımda yaşadığım ‘anlatma özrü’ burada da ortaya çıktı. Öyle bir kurgu yapıyor ki ben söylesem komik olmayacak. O yüzden en iyisi röportaja geçelim…
Türkiye’de bir Gülse Birsel gerçeği var... Hem yazan hem oynayan hem güldüren bir kadın olarak siz ayrı bir kategoridesiniz. Tanıyan tanımayan herkes önce ‘zeki kadın’ sıfatıyla tanımlıyor zaten sizi. Bu algıyı nasıl yarattığınızı düşünüyorsunuz?
Vay! Çok iddialı başladı röportaj. Özel olarak böyle bir algı yaratmak için çaba harcamadım, ben sadece işini sevdiği için çok çalışabilen biriyim aslında. Bir de tabii aptallar mizah yapamaz.
Bugün bulunduğunuz noktaya gelmek öğrencilik yıllarında öngörebildiğiniz bir hedef miydi, yoksa akışa kapılarak ulaştığınız bir kariyer mi bu?
Ailelerin en küçük çocukları ilgi seviyor. Hatta böyle bir istatistik var, sanatçıların çoğu ailelerinin küçük çocuklarıymış. Gösteri dünyasını hayal eden bir çocuktum. Lise sona kadar oyuncu olmayı hayal ettim, sonra sınav sisteminin akışına ve Boğaziçi’nin popülerliğine kapılıp iktisat okudum. Dergilerde yazı yazmaya başlayınca ‘Tamam demek ki ben gazeteci olacağım’ dedim ama 30 yaşında hayatım bir daha değişecekmiş meğer.
Hayatınızda basamak olarak nitelendirdiğiniz olaylar neler?
Basamak değil de dönüm noktası diyelim. Aktüel dergisinde yazmaya başladığım gün, g.a.g programında sunuculuk teklif edildiği gün ve ‘Sadece sunmasam, metinleri de ben yazsam, komik şeyler yazabilirim sanırım’ dedikten bir hafta sonrasındaki diğer bir gün! İki yıl sonra ise ‘Ben bir sitcom yazayım yav’ kararını verdiğim an.
Bu süreçte sizi en çok rahatsız eden olaylar ve açıklamalar hangileriydi?
Kutuplaştıran ve ayıran, yaftalayan her söze fena halde gıcık oluyorum. Türkiye Türk-Kürt, sağcı-solcu, İslamcı-laik diye ikiye ayrılmaz, öyle bir ayrılık yok. Sadece ‘bölme/ kutuplaştırma/şiddet isteyenler’ ve ‘istemeyenler’ diye ikiye ayrılır. İkinci grup çoğunlukta bu topraklarda. Ondan, her zaman umutluyum.
Dizinin yeni sezon hazırlıkları nasıl gidiyor?
Güzel, bir şeyler karalıyorum.
Kadrodan ayrılan isimler oldu. Yeni karakterler eklenecek mi diziye?
Evet, iki yeni karakter var. Çok sevilen, müthiş oyuncular, bir süre sonra açıklayacağız.
İnternette sözlüklerde ‘keşke bir talk show programı yapsa da izlesek’ cümleleri yazılıyor. Geçiyor mu zaman zaman sizin de aklınızdan bu düşünce?
Ben okumadım talk Show yorumlarını. Şu anda böyle bir niyetim yok. Ben esas olarak yazarım.
‘Yalan Dünya’ dışında yeni sezonda yer alacağınız projeler olacak mı?
Gazete yazıları var, reklam filmleri var, yine benim yazdığım. Esasen tiyatro oyunu ve sinema filmi yazmak istiyorum. Ama bunlar hem ayrılacak zamana hem de olgunlaşmış fikirlere bağlı. Beyin karar veriyor ne zaman, ne yazacak. Bazen üç gün içinde bir projenin ana hatları ortaya çıkabiliyor. Bazen…
Yeni bir kitap çalışmanız var mı?
Yakın zamanda öyle bir düşüncem yok. Bu yaz yarı tatil yarı dizinin ilk bölümlerini yazmakla geçecek.
En son ne için ağladınız?
Birkaç gün önce, bir arkadaşım son aylarda hayatında yaşadığı iyi değişiklikleri anlatırken, öncesinde yaşadığı yoksunluklarla karşılaştırıyordu, söylediklerine gülerken aniden gözlerim doldu.
En çok kullandığınız kelimeler neler?
“Hallederiz.” “Hiç vakit yok.” “Bir boş günüm olsa yapacağım.” “Hayat çok kıyak.”
En sevmediğiniz özelliğiniz ne?
Son dakikacılık!
Etrafınızdakiler sizi en çok hangi karakter özelliğiniz yüzünden eleştirir?
Bencillik, detaycılık, dikkat bozukluğu. Arayan ve mesaj atanlara çok geç dönme alışkanlığım var!
40 yaşını geçtiniz… Hayatta elinizin altından bir şeyler kaçıyor hissine kapılmaya başladınız mı?
Yoo.
Hırslı değilim ama azimli biriyim. Hayatı olmasa da işimi ciddiye alırım, sıkı çalışırım, sıkı eğlenirim, gülmeyi, arkadaşları, müziği çok severim, güzel tatiller yaparım. Genelde iyimser, psikologsuz idare edebilen biriyim galiba.
Sosyal medyanın gücünü Gezi olaylarında da gördük. Siz sanki biraz uzak duruyorsunuz. Neden?
Twitter hesabım yok, 15 adet sahte hesabım var! Bir tanesini 522 bin kişi takip ediyor ve çok fena aptal yerine konuluyorlar. Sosyal medyanın gücü ve iletişim hızının farkındayım ama dezenformasyon da o kadar çok ki. Bir de o kadar çok kişiyle iletişime geçecek zamanım ve enerjim yok benim. Twitter hesabı açsam, birisi bir soru soracak, hadi otur cevap ver, sohbet uzayacak. Bunlardan yüzlerce olacak, cevap alamayan kırılacak küsecek, ohooo. Ben dizi yayınlandığı sürece haftada bir gün bile tatil yapamayan biriyim. Arkadaşlarımın telefon mesajlarına üç gün sonra cevap veriyorum ve bu konuda muhabbet malzemesiyim. Twitter’a nasıl yetişeyim! Ayrıca zaten sabahtan akşama kadar yazıyorum, bir de Twitter’a mı yazacağım?
Türkiye sıkıntılı günler geçiriyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz son gelişmeleri?
Ümitli bir yönüm var, demokrasi açısından bir basamak çıkıldı diye düşünüyorum. Ama kavga, kargaşa ve kutuplaşmayı çocuğum olsa sevmem! Gezi olaylarının ilk gününden itibaren fikirlerimi Hürriyet gazetesindeki köşemden anlattım zaten. Toplumda bir özgürlük arzusu, saygı duyulma, sesine, taleplerine değer verilmesi, manevi değerlerinin yerle bir edilmemesi, adaletsizlik yaşanıyor tedirginliği, hayat tarzına karışılmaması isteği vardı. Son yıllarda bu artmış, büyük bir kızgınlık ve kırgınlık haline gelmişti. Bu duygu şişti şişti ve bir yerde patladı. İki buçuk milyon insan sokağa çıkmış, kırma, dökme de oldu tabii. Keşke olmasaydı ama iki buçuk milyonu toplayıp düğün bile yapsanız illa ki birkaç kavga çıkar. Bence bunu, toplumun her kesiminin birbiriyle demokrasi ve özgürlük arzusu şemsiyesi altında barışıp, tokalaşması gibi değerlendirmek ve böyle bir fırsata çevirmek lazım, ama siyaset de bunu böyle doğru okur ve anlarsa...
Gezi Parkı eylemlerinin Türkiye’de neleri değiştirdiğine inanıyorsunuz?
Bir kere çözüm sürecinin psikolojisini müthiş hızlandırdı bence. Bana sorarsanız büyük şehirlerdeki eğitimli kesimlerde ‘Kürt-Türk kutuplaşması’ ve probleminin 1-2 hafta içinde aniden demode ve saçma bir başlığa dönüşmesi harikulade. Ben bunu hissettim. Aynı şekilde yine, ister ‘eğitimli modernler’ deyin, ister ‘Gezi ruhu sahibi gençler’ deyin, direnişçileri ne üst başlıkta toplarsanız toplayın, başörtülü kadınlara yapılan birkaç utanç verici tacizi saymazsak, İslam’la, İslami hayat tarzıyla da bir barışma, selamlaşma oldu gibi geliyor. Eşcinsel haklarının şimdiye kadarki en büyük kalabalıkla savunulmasının ardından aslında kendini ezilmiş, horlanmış hisseden her grubu, bu ‘barışıp selamlaşma partisi’ne katabiliriz. Partiyi burada siyasi parti değil, kutlama manasında kullanıyorum! “Bakın, doğru ve bugüne yakışan tavır, ‘öteki’ sandıklarınıza karşı nazik, anlayışlı ve saygılı olmaktır, başka türlüsü artık fena halde çağdışıdır, aman sakın öyle yapmayın, o ne öyle?” gibi bir fikir cereyan oldu! Ve bu rüzgar azımsanamayacak sayıda insanı etkiledi. Ayırımcılık, ırkçılık, önyargılar, ötekileştirmek rezil kepaze oldu! Demokrasi, özgürlük, laiklik, herkese lazım değerler olarak en popüler günlerini yaşadı. Ve birden ‘onlar/biz’ diyen siyasetçilerin sözleri sanki 50 yıl öncesinde kaydedilmiş gibi gelmeye başladı kulağa! Gezi’den bir siyasi hareket çıkar mı, ne zaman çıkar, onu bilmiyorum ama siyaset herkesin hayatına girdi. Ve bence artık sandığa gitmemek bir, başkasının hakkına, tarzına, tercihine saygı duymamak iki, ayıp davranışlar haline geldi.
Dergi sektörüyle ilgili çalışmalar yapmak istiyor musunuz yeniden?
Editörlük filan düşünmüyorum doğrusu. O kadar uzun yıllar yaptım ki. Bir de şu an yaptığım işler daha yıpratıcı, ama aynı zamanda daha heyecan verici geliyor.
Yaz tatili için rotanızda nereler var?
Bu dergi yayımlandığı sırada New York’ta, hem oyunculuk workshop’larına katılacağım, oyunlar seyredeceğim hem de okuduğum şehirle hasret gidereceğim. Sonrasında Bodrum ve belki güneyde birkaç farklı kasaba gezebilirim.
Hayatta herkesten farklı olarak yaptığınızı düşündüğünüz bir şey var mı?
Dünyadaki herkesten farklı... Öyle bir insan yok bence. Şu an itibariyle her gün 4000 metreden paraşütle atlayan üç arkadaşım var benim! Çok orijinal bir şey düşünüyorum, ha, belki dizinin devam ettiği dönemde her hafta 48 saat uyumadan bölümü yazıp bitiririm, sonra da yatıp 20 saat uyurum! Bunu dünyada çok fazla insan yapmıyordur belki!
Evde sizi en çok dinlendiren şey ne?
Yazmamak beni çok dinlendiriyor! Bazı günler şu an diziyi yazmak zorunda olmasam da evi baştan aşağı parke döşesem daha iyi diye düşündüğüm oluyor! Parke döşemek dışında (!) yataktan film seyretmeye bayılırım mesela.
Hayatta en çok hangi tip insanlara katlanamazsınız?
Ana başlık olarak, kötü insan sevmem! Dedikodu yapan, yalan söyleyen, iftira atan, başkasına zarar veren, çalan, aldatan. Hiç tahammül edemem. Kötülüğün bugüne kadar kime faydası olmuş? Kötülük yapmak kadar salakça bir şey var mı? Semavi dinlerden yuva öğretmenine kadar sana hep aynı şey söylenmiş, e var bir hikmeti, iyi insan olsana kardeşim! İyi insan olduktan sonra her tür deliyle anlaşırım...
En büyük korkularınız neler?
Korkularım rasyonel korkulardır. Geçen gün trekking’e gidip gece ormanda kaybolduk! Hemen vahşi hayvan var mı diye sordum rehbere! Karanlıktı, hayaletti, Blair cadısıydı, yükseklikti, böcekti filan, pek fobim yoktur.
Onunla geçirdiğimiz bir günde hayatı nasıl gülümsetmeyi başardığını bir kez daha gördük. Sokakta, yolda, tatilde, ülkede yaşananlar onun en büyük malzemeleri. Bazıları için sıkıcı olan olaylar, onun penceresinden dünyanın en komik hikayeleri. Mesela bu yaz ‘Yalan Dünya’dan rol arkadaşları Sarp Apak ve Gupse Özay ile çıktığı Kabak Koyu tatilinde yaşadığı trekking macerasını anlatışı... Sakin bir yürüyüş yapacaklarını zannederken tehlikeli bir parkurda devam ettikleri yolculuk, onlar için biraz korkutucu olmuş. Ama o anlattı; biz kahkahaya boğulduk... Şimdi size neler söylediğini yazmak isterdim, fakat Cem Yılmaz gösterisinden çıktığımda yaşadığım ‘anlatma özrü’ burada da ortaya çıktı. Öyle bir kurgu yapıyor ki ben söylesem komik olmayacak. O yüzden en iyisi röportaja geçelim…
Türkiye’de bir Gülse Birsel gerçeği var... Hem yazan hem oynayan hem güldüren bir kadın olarak siz ayrı bir kategoridesiniz. Tanıyan tanımayan herkes önce ‘zeki kadın’ sıfatıyla tanımlıyor zaten sizi. Bu algıyı nasıl yarattığınızı düşünüyorsunuz?
Vay! Çok iddialı başladı röportaj. Özel olarak böyle bir algı yaratmak için çaba harcamadım, ben sadece işini sevdiği için çok çalışabilen biriyim aslında. Bir de tabii aptallar mizah yapamaz.
Bugün bulunduğunuz noktaya gelmek öğrencilik yıllarında öngörebildiğiniz bir hedef miydi, yoksa akışa kapılarak ulaştığınız bir kariyer mi bu?
Ailelerin en küçük çocukları ilgi seviyor. Hatta böyle bir istatistik var, sanatçıların çoğu ailelerinin küçük çocuklarıymış. Gösteri dünyasını hayal eden bir çocuktum. Lise sona kadar oyuncu olmayı hayal ettim, sonra sınav sisteminin akışına ve Boğaziçi’nin popülerliğine kapılıp iktisat okudum. Dergilerde yazı yazmaya başlayınca ‘Tamam demek ki ben gazeteci olacağım’ dedim ama 30 yaşında hayatım bir daha değişecekmiş meğer.
Hayatınızda basamak olarak nitelendirdiğiniz olaylar neler?
Basamak değil de dönüm noktası diyelim. Aktüel dergisinde yazmaya başladığım gün, g.a.g programında sunuculuk teklif edildiği gün ve ‘Sadece sunmasam, metinleri de ben yazsam, komik şeyler yazabilirim sanırım’ dedikten bir hafta sonrasındaki diğer bir gün! İki yıl sonra ise ‘Ben bir sitcom yazayım yav’ kararını verdiğim an.
Bu süreçte sizi en çok rahatsız eden olaylar ve açıklamalar hangileriydi?
Kutuplaştıran ve ayıran, yaftalayan her söze fena halde gıcık oluyorum. Türkiye Türk-Kürt, sağcı-solcu, İslamcı-laik diye ikiye ayrılmaz, öyle bir ayrılık yok. Sadece ‘bölme/ kutuplaştırma/şiddet isteyenler’ ve ‘istemeyenler’ diye ikiye ayrılır. İkinci grup çoğunlukta bu topraklarda. Ondan, her zaman umutluyum.
Dizinin yeni sezon hazırlıkları nasıl gidiyor?
Güzel, bir şeyler karalıyorum.
Kadrodan ayrılan isimler oldu. Yeni karakterler eklenecek mi diziye?
Evet, iki yeni karakter var. Çok sevilen, müthiş oyuncular, bir süre sonra açıklayacağız.
İnternette sözlüklerde ‘keşke bir talk show programı yapsa da izlesek’ cümleleri yazılıyor. Geçiyor mu zaman zaman sizin de aklınızdan bu düşünce?
Ben okumadım talk Show yorumlarını. Şu anda böyle bir niyetim yok. Ben esas olarak yazarım.
‘Yalan Dünya’ dışında yeni sezonda yer alacağınız projeler olacak mı?
Gazete yazıları var, reklam filmleri var, yine benim yazdığım. Esasen tiyatro oyunu ve sinema filmi yazmak istiyorum. Ama bunlar hem ayrılacak zamana hem de olgunlaşmış fikirlere bağlı. Beyin karar veriyor ne zaman, ne yazacak. Bazen üç gün içinde bir projenin ana hatları ortaya çıkabiliyor. Bazen…
Yeni bir kitap çalışmanız var mı?
Yakın zamanda öyle bir düşüncem yok. Bu yaz yarı tatil yarı dizinin ilk bölümlerini yazmakla geçecek.
En son ne için ağladınız?
Birkaç gün önce, bir arkadaşım son aylarda hayatında yaşadığı iyi değişiklikleri anlatırken, öncesinde yaşadığı yoksunluklarla karşılaştırıyordu, söylediklerine gülerken aniden gözlerim doldu.
En çok kullandığınız kelimeler neler?
“Hallederiz.” “Hiç vakit yok.” “Bir boş günüm olsa yapacağım.” “Hayat çok kıyak.”
En sevmediğiniz özelliğiniz ne?
Son dakikacılık!
Etrafınızdakiler sizi en çok hangi karakter özelliğiniz yüzünden eleştirir?
Bencillik, detaycılık, dikkat bozukluğu. Arayan ve mesaj atanlara çok geç dönme alışkanlığım var!
40 yaşını geçtiniz… Hayatta elinizin altından bir şeyler kaçıyor hissine kapılmaya başladınız mı?
Yoo.