4N1K’dan La Boum’a

Genç yazar Büşra Yılmaz’ın 4N1K adlı kitabından uyarlanan aynı adlı filmin galasındayız. Ortamın enerjisini tarif etmek imkansız.

Etrafımızda yüzlerce genç kız var. Yaş ortalaması 13-14... Onlardan biri de büyümekle çocuk kalmak arasındaki o en belirgin arayı yaşayan kendi kızım. Sürekli devam eden bir uğultunun arasında arada bir çığlıklar yükseliyor. Nedenini anlamak için tüm dikkatimle bakıyorum ama kim için bağırdıklarını ayırt edemiyorum. O dünyadan ayrılmışım meğer nicedir;  genç kızlığın ilk günlerini yaşayanların dünyasından... Onların ünlülerini tanımıyor(d)um.

Genç yazar Büşra Yılmaz’ın 4N1K adlı kitabından uyarlanan aynı adlı filmin galasındayız. Ortamın enerjisini tarif etmek imkansız. Cıvıl cıvıl, tazecik, henüz tüm aşk deneyimlerinin en kıyısında duran, en güzel, en özel aşkı deneyimleyeceğine yürekten inanan, ünlü oyuncuların imzasını almanın, onlarla bir kare fotoğraf çektirmenin büyüsüne; başkalarına hava atmaktan ziyade kendi pür sevinçleri için kapılmış pır pır kelebekler...

Yüzyıllardır hiç değişmediğini tahmin ettiğim “zamane gençleri” edebiyatını sevenlerin bu sahneyi görseler ne kadar da ahlanıp vahlanacaklarını düşünüyorum. Belki yazarı ve hikayeyi küçümseyecekler, belki oyuncuların performansını eleştirecekler ve en çok da kızların aklının beş karış havada olduğunun altını çizecekler.

Kendimi yokluyorum, ne hissediyorum diye...

Biraz çekingenim çünkü öyle kapılmışlar ki heyecanlarına, üzerinizden bile geçebilirler.
Biraz hüzünlüyüm çünkü  hayat her zaman hikayelere konu aşklar getirmiyor. Zira hikayelere konu olacak kadar sevmiyoruz kendimizi ve üstelik mutluluğun da ancak böyle bir aşkla yani dışarıdan gelebileceğine inandırılıyoruz.

Seyirdeyim çünkü kızımı izlerken bir yandan da kendimi izliyorum. İçimde bir anı su yüzüne çıkmak için çabalıyor ama bir türlü olmuyor. Ben ne zaman böyle olmuştum ilk defa? Ne zaman bu kadar heyecanlanmıştım, ne zaman kocaman bir aşk yaşamak istemiştim, sanki yüzyıllardır buna hazırmışım gibi?

Bodrum’daki bir rock konserinin sonunda grup üyelerinin  (Critical Mass olabilir mi?) küpelerine kadar almıştık kuliste. Bizi kırmamışlardı. Çok heyecanlıydık ama hayır, çok da küçük değildik. Başka bir şey vardı ama neydi?

Film başladı. Romantik sahnelerde kızların çığlıkları, iç çekişleri...

Derken su yüzüne çıkıverdi o anı...



La Boum! Türçe’ye ‘Patlarsam Yanarsın’ gibi filme hiç yakışmayan bir isimle çevrilmiş Fransız filmi. Sophie Marceu’nun 13 yaşında ilk aşkını yaşayan bir kızı canlandırdığı filmin dans sahnesi...

O günden sonra hayatım bir daha eskisi gibi olmadı sanki.
Bunu geçen gün Facebook’ta da yazdım. Yorumlar geldi. Bizim yaş grubunda o kadar çok insana işlemişti ki film. Onu kaydetmek için var olan teknolojinin ötesine geçmeye çabalayanlar, beta kasetlerde bin kez döndürüp izleyenler, filmin müziği olan ‘Reality’yi duyabilmek için radyo kurcalayanlar...

Hayatımızdaki bazı olayları, içinde çok yoğun duygular olduğu için unutmuyoruz. Bazen unuttuğumuzu sanıyoruz ama o duyguyu o anda bedenimize hapsettiğimiz için anının hissi hep orada oluyor.

Ben de o yüzden unutmuyorum işte o günü çünkü filmin finalinde kalbimde çok yoğun bir burkulma, yanma, tam olarak tarif edemediğim bir acıma hissetmiştim. Sanki bir yarım eksikti ve tamamlanmam gerekiyordu. Beni kim tamamlayacaktı? 14-15 yaşlarında bir erkek çocuğu mu? Onunla bir diskoda romantik bir müzik eşliğinde dans etmek yetecek miydi o kalbi sakinleştirmeye?

Neredeyse 30 yıl sonra bugün...
Aradığım tamamlanmanın bir başka insan ile olmayacağını, ekran aşklarına iç geçirerek hayali ilişkiler yaşayan genç kızların birçoğunun da uzun yıllar bu illüzyonun içinde ilişkiler yaşayacaklarını ve eğer şanslılarsa günün birinde, tam olmak için bir başka insana ihtiyaçlarını olmadığını ve aslında kendilerinden başka kimse de olmadığını anlayacaklarını biliyorum.

Bunu onlara bugün anlatamayacağız. Gerek de yok zaten... Onlar da bizim yaşadığımız döngülere girecekler, sanki film yeniden başlayacak ama diğer yandan yaşadıkları her sahne bambaşka olacak. Onlar kendi deneyimlerini yaşayacaklar. Günlüklerine, “Gitmek istediğim bir yer var. Neresi bilmiyorum ama orada olmayı çok istiyorum”, “Allahım ne olur benim de bir sevgilim olsun” yazacaklar. Tanrı’nın çok kızıp insanları ortadan ikiye böldüğünü ve herkesin diğer parçasını aradığını anlatan romantik efsaneye inanmak isteyecekler.

Ve bir gün tüm o deneyimlerin içinde kendilerine ve çok daha fazlasına kavuşacaklar. Bir sevgilinin insanın kendine bakması ve hakikatini bulmasının en güzel yolu olduğunu ve iyi ki olduğunu... Gitmek istediklerini cennetin tam da burada olduğunu... Her şeyi yani bu boyutun ötesini bulmanın bir insanı sevmekle başlayacağını...

Önce aşık sonra aşk olacaklarını...

Bu güzel kalplerin yolları açık olsun!

Yaprak Çetinkaya
ycetinkaya@doganburda.com

Tüm yazılarını göster