Alimlikten, Aşık’lığa Hz. Mevlana
Dünyanın tanımaya ve tanımlamaya çalıştığı bu yüce ismi, biz ne kadar tanıyoruz ülkemizde acaba? Son dönemlerde onun hayatını, hayatı yorumlayışını, dünya barışı ve hoşgörüsündeki derin anlamı, Hak ve aşk ilkesi arasındaki ilahi bağı nasıl algılıyoruz? Sinan Yağmur anlatıyor...
Mevlana’nın yaşadığımız şu ana, içinde bulunduğumuz dünya siyasetine ve ekonomisine, milletler ve dinler farklılıklarına uyumlu olabilecek felsefesi ne olurdu?
Bütün insanlarımızı ayırmadan sevmeyi, insanlara saygı duymayı yeniden öğrenmemiz gerekiyor. Bizler onu yeniden öğrenmeliyiz ki, başkalarından da sevgi ve saygı beklemeye hakkımız olsun. Şunu da unutmayalım ki farklı kültürlere gösterilen saygı bazılarının sandığı gibi kendi kültüründen vazgeçmek veya yozlaşmak anlamına gelmez. Mevlana’nın şu nefis beyti adeta tek başına diyaloğun çerçevesini belirliyor: “Bir pergel gibiyiz biz. Bir ayağımız sımsıkı kendi dinimizin üzerinde, diğeriyle ise 72 milleti dolaşmadayız.” Mevlana gibi biz de bugün bir ayağımız kendi kültür değerlerimizde sabitken, diğerleriyle 72 milleti kucaklayabilir, ortaklıklar kurabiliriz. Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır. Her sabah uyandığınızda ince bir sevda yakmıyorsa yüreğinizi, vicdanınızda bakabileceğiniz bir yüzünüz yoksa aynalarda; yüreğinizde merhamet, gözlerinizde rahmet akmıyorsa sevda denizlerine ve yakmıyorsa içinizi incecik bir merhamet ateşi, Mevlana’yı zerre miktarı anlamamışsınız demektir. Ağlarken gül dökmüyorsa gözlerinizin altı, Mevlana’dan mesafesiz uzaksınız demektir.
Son olarak Mevlana’nın ve Şeb-i Arus ve vedası hakkında bilgilerinizi paylaşmanızı rica ediyoruz
“Her canlı ölümü tadacaktır” emr-i ilahisi ile, belki de o güne kadar hiç dillendirilmeyen, Düğün Gecesi anlamındaki Şeb-i Arus;yani normal insanların deyimiyle “ölüm” nihayet gelmişti. Sürekli perhiz yapması nedeniyle bir hayli zayıf düşmüş Mevlana’nın bedeni, aslı olan toprağa geri dönmek için hazırlık yaparken, canı da “Allah’ın katında yeniden doğuş” için sabırsızlanıyordu. Artık Mesnevi’nin yazılması da bitmişti. Son zamanlarda yüzü biraz daha solgunlaşmış, gözleri daha dalgın bakar olmuştu. Zaman zaman da ateşi yükseliyor, küçük havaleler gelip gidiyordu. Son dönemlerinde artık bu alemden ayrılmak zamanının geldiğinden bahseden gazeller de yazmaya başlamıştı. “Ölüm erkekse yanıma gelsin de bir güzel bağrıma basıp sıkayım onu” diyerek şiirler söylüyordu. 17 Aralık 1273’te, gün başka coğrafyalarda doğmak üzere garbı kızıla bürürken, ebediyetin eşiğine oturmuş, kapının açılıp kendisinin davet edilmesini bekliyordu. Ruhu ise “Ircıı...” emrine itaat etmiş ve kanatlanıp gerçek mekanına dönmüştü.
Hz. Mevlana’nın Vasiyeti:
“Size, gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam etmeyi, sürekli olarak şehveti terk etmeyi, bütün yaratıklardan gelen cefaya tahammüllü olmayı, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olanıdır. Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!”
Özellikle Mevlana ve onun yaşadığı dönemde çevresindeki kişileri de anlatan eserlerinizi yazarken manevi destek aldığınıza ilişkin söylemler var, bu tam olarak ne demek?
Kitap yazmak, yanmak ve adanmak işi gerçekten. Manevi yardım aldığım da doğrudur. Manevi yardım nasıl geliyor sorusunun cevabı ise; gelen kanalın sebat ve dua olmasıdır. Kalem sebat etmesini bilince, kelam da duaların akışı ile süzülür kağıda. Buradaki dualar sizlerin yüreğinden üflenen dualardır. İlkokul çağlarından beri sürekli günde ortalama altı saat kitap okumak yıllar içerisinde kuyuyu su ile doldurmaya eşdeğer. Zamanla kuyu dolup taşınca kova ile suyu alıp ark ve bahçeleri sulamak nasıl mümkünse yazmak da böyle. Yani beslendiğin kaynakların bereketi ile verim kazanmak. Tasavvufsa bu kaynak, su akıp yatağını buluyor. Bazı yazarlar önceden altyapı sağlamadan yazma yoluna girerse bu senelerini alıyor. Şimdi bana deseler Hacı Bayram Veli ya da Hacı Bektaş ile ilgili kitap yaz. İnanın bir ya da iki ayımı alır. Buradaki zaman avantajı geçmiş birikimden kaynaklanıyor. Ancak Fatih Sultan Mehmet Han’ı yaz deseler işte bu yıllarımı alır. Zira doygun bir bilgi birikimim yok. 30 yıl okumalar, sohbetler, dinlemeler ve istişarelerle doldu taştı; eserler gün yüzüne çıktı. Öğretmen olmamın da bu hususta yardımı oldu hiç kuşkusuz.
Mevlana’nın yüzlerce yıl önce söylediği sözler bugün anlam kazanıyor, adeta şimdi için söylenmiş gibi. O halde biz yaşadığımız bu yüzyılda onu tam anlamıyla şimdi anlamaya başladık diyebilir miyiz?
Mevlana’yı anlamak değil, Mevlanaca’yı anlamak lazım. Samimi olarak itiraf edelim ki; Mevlana’yı anlamaktan çok uzak kaldık. Duygusal olarak tepki veren olabilir düşünceme ama duygusallığın yeri ve önemi yok. Ortada bir hakikat var, Konya bir büyük kültürel şahlanışı kaçırdı, Mevlana’yı rant gözüyle değerlendirenler ellerine avuçlarına bir baksınlar bakalım ne kazanmışlar, kaybeden kim? Anlam ile lafız arasında münasebet olsa da anlam sadece lafızla sınırlandırılamaz. O kadar tez hazırlanmış olmasına rağmen, o kadar çok program yapılmış olmasına rağmen, her yanı Mesnevi’den sözlerle süslemiş olmamıza rağmen, hatta 2007 yılı Birleşmiş Milletler’ce Mevlana yılı ilan edilmiş olmasına rağmen Hz. Mevlana’yı ciddi manada anlayabilmiş değiliz.
Sizce Hz. Mevlana’yı anlamak için ne yapılmalı?
Semazenleri izlemekten ya da Mesnevi okumaktan zevk alıyor olmamız Hz. Mevlana’yı anlamamıza yetmiyor. Hatta aldığımız zevk oranında idrak edişimizin hatalarla dolu olduğunu söylesek abartmış olmayız. Hepimizin malumu olan, hoşgörünün adeta timsali haline gelen “Gel, gel, ne olursan ol yine gel” sözünü ele alalım. Ne anlıyoruz biz bu sözden? Ya da biz bu sözü nasıl anlattık dünyaya! Ya da aydınlarımız bize nasıl anlattı bu sözü? Her insanı olduğu gibi kabullenmemiz gerekir… Biz de toplum olarak öyle yaptık. Kim ne olursa olsun kucak açtık; ama ne gelenlerin hayatında, ne de bizim hayatımızda bir şey değişti. Peki, bu sözü söyleyerek devrini yeni baştan inşa eden Mevlana bu sözüyle sadece kabullenmeyi mi anlattı? Hayır! Biz birilerine “Gel, gel, ne olursan ol yine gel” derken “Geldiğin gibi gitme!” demeyi unuttuk… Gelen de geldiği gibi gitmeyi düşünerek geldi ve hoşgörü diye sığındığımız mısra hayatımız için bir problem haline gelmeye başladı. Gönül bir dergah olacaksa, Mevlana’yı yeniden yorumlamak, daha doğrusu Mevlana’yı olduğu gibi anlamak, idrak etmek gerekiyor. Mevlana’yı anlamak; akıl + gönül + kültür ve yaşamak işidir. İnanç boyutuna mutlaka yaşamak boyutunun eklenmesi ve aynı zamanda yaşanılanların doğru sentez ve analizlerinin yapılması da şart oluyor. Kimdi Mevlana? Nasıl bir insandı? Yolu, izi, fikri düşüncesi neydi? Bizler gibi bir insan mıydı? Aramızdan biri miydi? Her gün görüşüp konuştuğumuz bir dost muydu? Yoksa bir kez rastlamış olsak dahi, ömür boyu unutamayacağımız, bir anlatılmaz, tarif edilmez kişi miydi?
Yazı: Melda Tunçel / Pozitif
Affetmedeki özgürlük, boyun eğme yerine kabul ve rızada teslimiyet, insanlık aşkından Hak aşkına bir yaşam sanatı onunkisi… Koşulsuz sevgi, hoşgörü ve saflıkla zarifçe işlenmiş bir dantelcesine; sessiz, dingin ve sabırlı… Ancak onu anlamaya çalışmak ile anlatabilmek biraz farklı. İşte bu yüzden bu konudaki derin bilgisi ile işin ehli olan bir ağızdan, dahası usta bir kalemin yüreğinden onu dinlemek en doğrusu olacak dedik ve 1984 yılında gördüğü rüya üzerine, ilk kez tasavvuf yolculuğuna adım atan ve Mevlana’nın evrensel felsefesini yazdığı eserlere yansıtırken, “Aşkın Gözyaşları’’ adlı kitabı ile 5 milyonun üzerinde satış rakamını yakalayan, kitapları sinema filmlerine uyarlanan yazar Sinan Yağmur ile röportaj yaptık. Kitaplarını teksir kağıda kurşun kalem ile yazan, yazmak için özel bir mekanın olmasını da kendisine şart koşan, özellikle gece yarısı ya bir dağ başında küçük bir ev yahut bir göl kenarını mesken tutan Sinan Yağmur, Mevlana eserlerinde günümüze ışık tutmadan önce, yazdığı zatların doğduğu, yaşadığı ülkelere gitmeden kitabını tamamlamıyor. Şems için İran, Kimya Hatun için İznik, Mevlana için Afganistan, Veysel Karani için Yemen ve Hz. Hüseyin için Irak Kerbela Çölü’ne gidişi de işte bu nedenden ötürü.
Hz. Mevlana'nın Hayatı:
Babası Sultan-ül-Ülema diye bilinen Bahaeddin Veled, annesi Mümine Hatun’dur. Bahaeddin Veled, ailesi ile birlikte Belh’den ayrıldıktan sonra Bağdat’a, buradan da Hac için Mekke’ye gitti ve daha sonra Anadolu Selçukluları’nın en ihtişamlı dönemlerinde Anadolu’ya geçti. Malatya, Erzincan, Akşehir yoluyla Larende’ye (bugünkü Karaman) geldi. Babası, 1225 yılında oğlu Hz. Mevlana’yı Gevher Hatun’la evlendirdi. Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad’ın daveti üzerine 1228 yılında Hz. Mevlana ile birlikte Konya’ya geldi. Bahaeddin Veled 1231 yılında vefat etti. Hz. Mevlana ertesi yıl babasının müritlerinden olan Muhakkık-i Tirmizi’ye dokuz yıl süreyle müritlik etti (1232-1241). Bazı kaynaklarda Hz. Mevlana’nın öğrenimini ilerletmek için Şam’a gittiği söyleniyor. Muhakkık-i Tirmizi’nin ölümünden sonra Hz. Mevlana medreselerde bir süre ders verdi. Verdiği dersler Selçuklu sultanı ve vezirleri tarafından da takip edildi. 1244’te Şems-i Tebrizi ile tanışmasıyla Hz. Mevlana’nın hayatı değişti. Şems-i Tebrizi ile yaptığı sohbetler nedeniyle çevresindekileri ihmal eden Hz. Mevlana, müritlerinin ve halkın tepkisiyle karşılaştı. Şems-i Tebrizi bunun sonucunda 1246 yılında Şam’a gitti. Ancak Hz. Mevlana’nın ısrarlı davetleri üzerine dokuz ay sonra Konya’ya döndü. Şems-i Tebrizi devam eden tepkiler neticesinde 1247 yılında esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu. Kayboluşuyla ilgili olarak Şems-i Tebrizi’nin öldürüldüğü ve ayrıca Hz. Mevlana’nın üzülmesine dayanamadığı için gizlice Şam’a gittiği yolunda görüşler var. Bu olaydan sonra Mevlana kendini tamamen şiire, semaya ve çevresindekileri manevi yönden olgunlaştırmaya verdi. Daha sonraları kendisine sohbet arkadaşı olarak sırasıyla Selahaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi’yi seçti. Hz. Mevlana 1273 yılında Konya’da vefat etti.
Bırakalım, o anlatsın kendisini bizlere:
Ey aşıklar, gelin bakın,
Gelin bakın, ey erenler.
Gelin de bizi görün işte.
Bakın nasıl yıldızlar gibi ateş kesilmişiz,
Gökyüzünden harman yerinde.
Yanan yıldızlarız ama,
Kesilsek dilim dilim,
Bölünsek parça parça,
Gene de söz açmayız sırdan yana.
Tek bir aşka tutulmuşuz yani,
Yani senin aşkına tutulmuşuz.
SİNAN YAĞMUR KİMDİR?
1965’te Kırşehir’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Kırşehir’de tamamladı. Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden de 1990’da mezun oldu. Aynı yıl Kelam ve İslam Felsefesi Ana Bilim Dalı’nda yüksek lisansa başladı. 24 tane yayınlanmış eserlerinden bazıları:
Benim Annem Bir Melek
Kaf Dağından Masallar
Mesneviden Seçme Hikayeler
Karagöz ve Hacivat
Dede Korkut Hikayeleri
Öğretmence Sevebilmek İnsanı
Hz. Mevlana Tennure ve Ateş
Bilmezsiniz Ama Babalar da Ağlar
Barış Peygamberi
Mesneviden İnciler
Cennetin Gülü
Esma-i Hüsna, 40 Hadis
Sevda Şelalesi
Esma-i Hüsna ve Hadis-i Kutsiler
Arkadaşım Hayvanlar
Minik Kalplere Dini Hikayeler
Tarihimi Çok Seviyorum
Aşkın Gözyaşları Tebrizli Şems
Aşkın Gözyaşları Hz. Mevlana
Aşkın Gözyaşları Kimya Hatun
Aşkın Gözyaşları Hamuş
Aşkın Meali Yusuf ve Züleyha
Aşk’a Bela Kerbela: Hz. Hüseyin
*Pozitif Dergisi'nden alınmıştır.Mevlana’yı araştırmış ve yeniden yorumlamış biri olarak onu nasıl ifade ediyorsunuz?
Mevlana popüler bir karakter değil “Kur’an maşuğudur”, dolayısı ile tasavvuf da Kur’an’ın özü, İslam’ın güler yüzüdür. Tasavvufu bir özenti, popüler görenler yanılıyor. Tasavvuf kültür ve folklor değildir. Mevlana, Hz. Muhammed efendimizin sünnetine bizzat biat etmiş Hak neferidir. Mevlana bir moda adamı değil, bir dava adamıdır. Onun davası insanlığın onuru ve güzel ahlaktır.
Mevlana’nın günümüze yansıması nasıl?
Mevlana, sadece belli bir dönemin değil yaşanan ve yaşanılacak her devrin insani modelidir. Evrensel bir kimliğe sahip olan Mevlana’yı mekan ve zaman olarak belirli bir çağa ve coğrafyaya sığdırmak mümkün değil.
Mevlana ve Şems arasındaki ilahi aşk bağı nasıl ve bu bağın derin gücü hakkında söyleyecekleriniz nedir?
Mevlanacılık, Şemscilik oynanarak aşk anlaşılmaz. Evcilik oyun alanı değil ki yürek. Geleni tebessümle karşılayan yüzler nedense gidene asık suratla bakıyor. Yüzlerini değil yüreklerini dönmedikleri dost-maşuk adı her ne ise, bir de bakıyorsunuz sözler ekşimiş, beddualar, sitemler yollanıyor. İnsanlar küsmek için seviyor, hatta bunun için fırsat kolluyor. Terk edilme edebiyatında nice ezikliklerin serencamı vardır bilinmez. Gitmeyi, daha doğru ifade ile zor olsa da hicret etmeyi hazmedemiyorlar. Şems gitmeseydi Mevlana Mesnevi gibi bir emaneti bizlere bırakabilir miydi? Mevlana’yı anladığını söyleyenler, en ufak bir ayrılık yaşadıklarında vaveyla ediyorlarsa hani Mevlana’yı anlamıştık? Yanmak ve yakılmak demek maşuk için yakınmak değildir. Gidenin ardından en ufak serzeniş dahi etmemek “Hamuş”luk, beklemesini bilmek ise aşkı hak etmektir.
Kitaplarınızda geçen mekanlar ve oralarda yaşananlara dair detaylara nasıl ulaşıyorsunuz?
Mevlana’yı anlatırken başta bütün Mevlevi kaynaklar olmak üzere İslam dünyasındaki yazma eserlerden tutun da Batı’daki kaynakları bile araştırdım. Hatta bu araştırma için Mevlana’nın doğduğu eve, ittiği şehirlerin, medreselerin hanların hepsine gittim. Belh’ten Konya’ya hangi dağ, dere, çöl, tepe dolaşarak gelmişse ben de o yollardan geçtim. Afganistan, İran, Irak, Suudi Arabistan ve Suriye’den geldim. Farsça kaynakları yerinde inceledim. Şam, Kabil, Tahran ve Tebriz kütüphanelerine, üniversite araştırma çalışmalarına iştirak ettim. Kitaplarımı Mevlana dergahında ve Şems camisinde tamamladım. Tasavvuf ile ilgili tüm eserleri, salnameleri arşiv dokümanlarını analiz ettim. Tüm dünyanın Mevlana’nın öğretilerine en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde yaşıyor olmamız sebebiyle de onu anlamak ve anlatmak noktasında üzerimize –insanlık adına- önemli bir görev düşmektedir. Ama daha öncelikli görev, onu ilk önce bizim anlamamızdır.
Bütün insanlarımızı ayırmadan sevmeyi, insanlara saygı duymayı yeniden öğrenmemiz gerekiyor. Bizler onu yeniden öğrenmeliyiz ki, başkalarından da sevgi ve saygı beklemeye hakkımız olsun. Şunu da unutmayalım ki farklı kültürlere gösterilen saygı bazılarının sandığı gibi kendi kültüründen vazgeçmek veya yozlaşmak anlamına gelmez. Mevlana’nın şu nefis beyti adeta tek başına diyaloğun çerçevesini belirliyor: “Bir pergel gibiyiz biz. Bir ayağımız sımsıkı kendi dinimizin üzerinde, diğeriyle ise 72 milleti dolaşmadayız.” Mevlana gibi biz de bugün bir ayağımız kendi kültür değerlerimizde sabitken, diğerleriyle 72 milleti kucaklayabilir, ortaklıklar kurabiliriz. Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır. Her sabah uyandığınızda ince bir sevda yakmıyorsa yüreğinizi, vicdanınızda bakabileceğiniz bir yüzünüz yoksa aynalarda; yüreğinizde merhamet, gözlerinizde rahmet akmıyorsa sevda denizlerine ve yakmıyorsa içinizi incecik bir merhamet ateşi, Mevlana’yı zerre miktarı anlamamışsınız demektir. Ağlarken gül dökmüyorsa gözlerinizin altı, Mevlana’dan mesafesiz uzaksınız demektir.
Son olarak Mevlana’nın ve Şeb-i Arus ve vedası hakkında bilgilerinizi paylaşmanızı rica ediyoruz
“Her canlı ölümü tadacaktır” emr-i ilahisi ile, belki de o güne kadar hiç dillendirilmeyen, Düğün Gecesi anlamındaki Şeb-i Arus;yani normal insanların deyimiyle “ölüm” nihayet gelmişti. Sürekli perhiz yapması nedeniyle bir hayli zayıf düşmüş Mevlana’nın bedeni, aslı olan toprağa geri dönmek için hazırlık yaparken, canı da “Allah’ın katında yeniden doğuş” için sabırsızlanıyordu. Artık Mesnevi’nin yazılması da bitmişti. Son zamanlarda yüzü biraz daha solgunlaşmış, gözleri daha dalgın bakar olmuştu. Zaman zaman da ateşi yükseliyor, küçük havaleler gelip gidiyordu. Son dönemlerinde artık bu alemden ayrılmak zamanının geldiğinden bahseden gazeller de yazmaya başlamıştı. “Ölüm erkekse yanıma gelsin de bir güzel bağrıma basıp sıkayım onu” diyerek şiirler söylüyordu. 17 Aralık 1273’te, gün başka coğrafyalarda doğmak üzere garbı kızıla bürürken, ebediyetin eşiğine oturmuş, kapının açılıp kendisinin davet edilmesini bekliyordu. Ruhu ise “Ircıı...” emrine itaat etmiş ve kanatlanıp gerçek mekanına dönmüştü.
Hz. Mevlana’nın Vasiyeti:
“Size, gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam etmeyi, sürekli olarak şehveti terk etmeyi, bütün yaratıklardan gelen cefaya tahammüllü olmayı, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olanıdır. Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!”
Özellikle Mevlana ve onun yaşadığı dönemde çevresindeki kişileri de anlatan eserlerinizi yazarken manevi destek aldığınıza ilişkin söylemler var, bu tam olarak ne demek?
Kitap yazmak, yanmak ve adanmak işi gerçekten. Manevi yardım aldığım da doğrudur. Manevi yardım nasıl geliyor sorusunun cevabı ise; gelen kanalın sebat ve dua olmasıdır. Kalem sebat etmesini bilince, kelam da duaların akışı ile süzülür kağıda. Buradaki dualar sizlerin yüreğinden üflenen dualardır. İlkokul çağlarından beri sürekli günde ortalama altı saat kitap okumak yıllar içerisinde kuyuyu su ile doldurmaya eşdeğer. Zamanla kuyu dolup taşınca kova ile suyu alıp ark ve bahçeleri sulamak nasıl mümkünse yazmak da böyle. Yani beslendiğin kaynakların bereketi ile verim kazanmak. Tasavvufsa bu kaynak, su akıp yatağını buluyor. Bazı yazarlar önceden altyapı sağlamadan yazma yoluna girerse bu senelerini alıyor. Şimdi bana deseler Hacı Bayram Veli ya da Hacı Bektaş ile ilgili kitap yaz. İnanın bir ya da iki ayımı alır. Buradaki zaman avantajı geçmiş birikimden kaynaklanıyor. Ancak Fatih Sultan Mehmet Han’ı yaz deseler işte bu yıllarımı alır. Zira doygun bir bilgi birikimim yok. 30 yıl okumalar, sohbetler, dinlemeler ve istişarelerle doldu taştı; eserler gün yüzüne çıktı. Öğretmen olmamın da bu hususta yardımı oldu hiç kuşkusuz.
Mevlana’nın yüzlerce yıl önce söylediği sözler bugün anlam kazanıyor, adeta şimdi için söylenmiş gibi. O halde biz yaşadığımız bu yüzyılda onu tam anlamıyla şimdi anlamaya başladık diyebilir miyiz?
Mevlana’yı anlamak değil, Mevlanaca’yı anlamak lazım. Samimi olarak itiraf edelim ki; Mevlana’yı anlamaktan çok uzak kaldık. Duygusal olarak tepki veren olabilir düşünceme ama duygusallığın yeri ve önemi yok. Ortada bir hakikat var, Konya bir büyük kültürel şahlanışı kaçırdı, Mevlana’yı rant gözüyle değerlendirenler ellerine avuçlarına bir baksınlar bakalım ne kazanmışlar, kaybeden kim? Anlam ile lafız arasında münasebet olsa da anlam sadece lafızla sınırlandırılamaz. O kadar tez hazırlanmış olmasına rağmen, o kadar çok program yapılmış olmasına rağmen, her yanı Mesnevi’den sözlerle süslemiş olmamıza rağmen, hatta 2007 yılı Birleşmiş Milletler’ce Mevlana yılı ilan edilmiş olmasına rağmen Hz. Mevlana’yı ciddi manada anlayabilmiş değiliz.
Sizce Hz. Mevlana’yı anlamak için ne yapılmalı?
Semazenleri izlemekten ya da Mesnevi okumaktan zevk alıyor olmamız Hz. Mevlana’yı anlamamıza yetmiyor. Hatta aldığımız zevk oranında idrak edişimizin hatalarla dolu olduğunu söylesek abartmış olmayız. Hepimizin malumu olan, hoşgörünün adeta timsali haline gelen “Gel, gel, ne olursan ol yine gel” sözünü ele alalım. Ne anlıyoruz biz bu sözden? Ya da biz bu sözü nasıl anlattık dünyaya! Ya da aydınlarımız bize nasıl anlattı bu sözü? Her insanı olduğu gibi kabullenmemiz gerekir… Biz de toplum olarak öyle yaptık. Kim ne olursa olsun kucak açtık; ama ne gelenlerin hayatında, ne de bizim hayatımızda bir şey değişti. Peki, bu sözü söyleyerek devrini yeni baştan inşa eden Mevlana bu sözüyle sadece kabullenmeyi mi anlattı? Hayır! Biz birilerine “Gel, gel, ne olursan ol yine gel” derken “Geldiğin gibi gitme!” demeyi unuttuk… Gelen de geldiği gibi gitmeyi düşünerek geldi ve hoşgörü diye sığındığımız mısra hayatımız için bir problem haline gelmeye başladı. Gönül bir dergah olacaksa, Mevlana’yı yeniden yorumlamak, daha doğrusu Mevlana’yı olduğu gibi anlamak, idrak etmek gerekiyor. Mevlana’yı anlamak; akıl + gönül + kültür ve yaşamak işidir. İnanç boyutuna mutlaka yaşamak boyutunun eklenmesi ve aynı zamanda yaşanılanların doğru sentez ve analizlerinin yapılması da şart oluyor. Kimdi Mevlana? Nasıl bir insandı? Yolu, izi, fikri düşüncesi neydi? Bizler gibi bir insan mıydı? Aramızdan biri miydi? Her gün görüşüp konuştuğumuz bir dost muydu? Yoksa bir kez rastlamış olsak dahi, ömür boyu unutamayacağımız, bir anlatılmaz, tarif edilmez kişi miydi?
Yazı: Melda Tunçel / Pozitif
Affetmedeki özgürlük, boyun eğme yerine kabul ve rızada teslimiyet, insanlık aşkından Hak aşkına bir yaşam sanatı onunkisi… Koşulsuz sevgi, hoşgörü ve saflıkla zarifçe işlenmiş bir dantelcesine; sessiz, dingin ve sabırlı… Ancak onu anlamaya çalışmak ile anlatabilmek biraz farklı. İşte bu yüzden bu konudaki derin bilgisi ile işin ehli olan bir ağızdan, dahası usta bir kalemin yüreğinden onu dinlemek en doğrusu olacak dedik ve 1984 yılında gördüğü rüya üzerine, ilk kez tasavvuf yolculuğuna adım atan ve Mevlana’nın evrensel felsefesini yazdığı eserlere yansıtırken, “Aşkın Gözyaşları’’ adlı kitabı ile 5 milyonun üzerinde satış rakamını yakalayan, kitapları sinema filmlerine uyarlanan yazar Sinan Yağmur ile röportaj yaptık. Kitaplarını teksir kağıda kurşun kalem ile yazan, yazmak için özel bir mekanın olmasını da kendisine şart koşan, özellikle gece yarısı ya bir dağ başında küçük bir ev yahut bir göl kenarını mesken tutan Sinan Yağmur, Mevlana eserlerinde günümüze ışık tutmadan önce, yazdığı zatların doğduğu, yaşadığı ülkelere gitmeden kitabını tamamlamıyor. Şems için İran, Kimya Hatun için İznik, Mevlana için Afganistan, Veysel Karani için Yemen ve Hz. Hüseyin için Irak Kerbela Çölü’ne gidişi de işte bu nedenden ötürü.
Hz. Mevlana'nın Hayatı:
Babası Sultan-ül-Ülema diye bilinen Bahaeddin Veled, annesi Mümine Hatun’dur. Bahaeddin Veled, ailesi ile birlikte Belh’den ayrıldıktan sonra Bağdat’a, buradan da Hac için Mekke’ye gitti ve daha sonra Anadolu Selçukluları’nın en ihtişamlı dönemlerinde Anadolu’ya geçti. Malatya, Erzincan, Akşehir yoluyla Larende’ye (bugünkü Karaman) geldi. Babası, 1225 yılında oğlu Hz. Mevlana’yı Gevher Hatun’la evlendirdi. Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad’ın daveti üzerine 1228 yılında Hz. Mevlana ile birlikte Konya’ya geldi. Bahaeddin Veled 1231 yılında vefat etti. Hz. Mevlana ertesi yıl babasının müritlerinden olan Muhakkık-i Tirmizi’ye dokuz yıl süreyle müritlik etti (1232-1241). Bazı kaynaklarda Hz. Mevlana’nın öğrenimini ilerletmek için Şam’a gittiği söyleniyor. Muhakkık-i Tirmizi’nin ölümünden sonra Hz. Mevlana medreselerde bir süre ders verdi. Verdiği dersler Selçuklu sultanı ve vezirleri tarafından da takip edildi. 1244’te Şems-i Tebrizi ile tanışmasıyla Hz. Mevlana’nın hayatı değişti. Şems-i Tebrizi ile yaptığı sohbetler nedeniyle çevresindekileri ihmal eden Hz. Mevlana, müritlerinin ve halkın tepkisiyle karşılaştı. Şems-i Tebrizi bunun sonucunda 1246 yılında Şam’a gitti. Ancak Hz. Mevlana’nın ısrarlı davetleri üzerine dokuz ay sonra Konya’ya döndü. Şems-i Tebrizi devam eden tepkiler neticesinde 1247 yılında esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu. Kayboluşuyla ilgili olarak Şems-i Tebrizi’nin öldürüldüğü ve ayrıca Hz. Mevlana’nın üzülmesine dayanamadığı için gizlice Şam’a gittiği yolunda görüşler var. Bu olaydan sonra Mevlana kendini tamamen şiire, semaya ve çevresindekileri manevi yönden olgunlaştırmaya verdi. Daha sonraları kendisine sohbet arkadaşı olarak sırasıyla Selahaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi’yi seçti. Hz. Mevlana 1273 yılında Konya’da vefat etti.
Bırakalım, o anlatsın kendisini bizlere:
Ey aşıklar, gelin bakın,
Gelin bakın, ey erenler.
Gelin de bizi görün işte.
Bakın nasıl yıldızlar gibi ateş kesilmişiz,
Gökyüzünden harman yerinde.
Yanan yıldızlarız ama,
Kesilsek dilim dilim,
Bölünsek parça parça,
Gene de söz açmayız sırdan yana.
Tek bir aşka tutulmuşuz yani,
Yani senin aşkına tutulmuşuz.
SİNAN YAĞMUR KİMDİR?
1965’te Kırşehir’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Kırşehir’de tamamladı. Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden de 1990’da mezun oldu. Aynı yıl Kelam ve İslam Felsefesi Ana Bilim Dalı’nda yüksek lisansa başladı. 24 tane yayınlanmış eserlerinden bazıları:
Benim Annem Bir Melek
Kaf Dağından Masallar
Mesneviden Seçme Hikayeler
Karagöz ve Hacivat
Dede Korkut Hikayeleri
Öğretmence Sevebilmek İnsanı
Hz. Mevlana Tennure ve Ateş
Bilmezsiniz Ama Babalar da Ağlar
Barış Peygamberi
Mesneviden İnciler
Cennetin Gülü
Esma-i Hüsna, 40 Hadis
Sevda Şelalesi
Esma-i Hüsna ve Hadis-i Kutsiler
Arkadaşım Hayvanlar
Minik Kalplere Dini Hikayeler
Tarihimi Çok Seviyorum
Aşkın Gözyaşları Tebrizli Şems
Aşkın Gözyaşları Hz. Mevlana
Aşkın Gözyaşları Kimya Hatun
Aşkın Gözyaşları Hamuş
Aşkın Meali Yusuf ve Züleyha
Aşk’a Bela Kerbela: Hz. Hüseyin
*Pozitif Dergisi'nden alınmıştır.Mevlana’yı araştırmış ve yeniden yorumlamış biri olarak onu nasıl ifade ediyorsunuz?
Mevlana popüler bir karakter değil “Kur’an maşuğudur”, dolayısı ile tasavvuf da Kur’an’ın özü, İslam’ın güler yüzüdür. Tasavvufu bir özenti, popüler görenler yanılıyor. Tasavvuf kültür ve folklor değildir. Mevlana, Hz. Muhammed efendimizin sünnetine bizzat biat etmiş Hak neferidir. Mevlana bir moda adamı değil, bir dava adamıdır. Onun davası insanlığın onuru ve güzel ahlaktır.
Mevlana’nın günümüze yansıması nasıl?
Mevlana, sadece belli bir dönemin değil yaşanan ve yaşanılacak her devrin insani modelidir. Evrensel bir kimliğe sahip olan Mevlana’yı mekan ve zaman olarak belirli bir çağa ve coğrafyaya sığdırmak mümkün değil.
Mevlana ve Şems arasındaki ilahi aşk bağı nasıl ve bu bağın derin gücü hakkında söyleyecekleriniz nedir?
Mevlanacılık, Şemscilik oynanarak aşk anlaşılmaz. Evcilik oyun alanı değil ki yürek. Geleni tebessümle karşılayan yüzler nedense gidene asık suratla bakıyor. Yüzlerini değil yüreklerini dönmedikleri dost-maşuk adı her ne ise, bir de bakıyorsunuz sözler ekşimiş, beddualar, sitemler yollanıyor. İnsanlar küsmek için seviyor, hatta bunun için fırsat kolluyor. Terk edilme edebiyatında nice ezikliklerin serencamı vardır bilinmez. Gitmeyi, daha doğru ifade ile zor olsa da hicret etmeyi hazmedemiyorlar. Şems gitmeseydi Mevlana Mesnevi gibi bir emaneti bizlere bırakabilir miydi? Mevlana’yı anladığını söyleyenler, en ufak bir ayrılık yaşadıklarında vaveyla ediyorlarsa hani Mevlana’yı anlamıştık? Yanmak ve yakılmak demek maşuk için yakınmak değildir. Gidenin ardından en ufak serzeniş dahi etmemek “Hamuş”luk, beklemesini bilmek ise aşkı hak etmektir.
Kitaplarınızda geçen mekanlar ve oralarda yaşananlara dair detaylara nasıl ulaşıyorsunuz?
Mevlana’yı anlatırken başta bütün Mevlevi kaynaklar olmak üzere İslam dünyasındaki yazma eserlerden tutun da Batı’daki kaynakları bile araştırdım. Hatta bu araştırma için Mevlana’nın doğduğu eve, ittiği şehirlerin, medreselerin hanların hepsine gittim. Belh’ten Konya’ya hangi dağ, dere, çöl, tepe dolaşarak gelmişse ben de o yollardan geçtim. Afganistan, İran, Irak, Suudi Arabistan ve Suriye’den geldim. Farsça kaynakları yerinde inceledim. Şam, Kabil, Tahran ve Tebriz kütüphanelerine, üniversite araştırma çalışmalarına iştirak ettim. Kitaplarımı Mevlana dergahında ve Şems camisinde tamamladım. Tasavvuf ile ilgili tüm eserleri, salnameleri arşiv dokümanlarını analiz ettim. Tüm dünyanın Mevlana’nın öğretilerine en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde yaşıyor olmamız sebebiyle de onu anlamak ve anlatmak noktasında üzerimize –insanlık adına- önemli bir görev düşmektedir. Ama daha öncelikli görev, onu ilk önce bizim anlamamızdır.