“Annelikten iki kat zevk alıyorum”

Yaptığını yapmak zor. Kararını vermek ayrı, uygulaması ayrı zor... O ise, ‘Nereye sürükleneceği belli olmayan bir hayata dokunmuş olmanın tadı başka’ diyor. ‘Herkesin anneliği müthiştir ama sanki ben duble annelik yaşıyorum” diye devam ediyor. Koruyucu anne olmayı seçen Mutlu Tönbekici, 22 aylık kızıyla 1.5 yıldır keyifli bir hayat sürüyor.

Hayatta böyle cesur muydun hep?
Hayır. Ben kendimi 15 yaşındayken daha cesur sanıyordum, ama o kadar cesur bir hayatım olmadı. Aslına bakarsan, çocuk isteyip de bir türlü ilişki tutturamamış, biyolojik saatini kaçırmış olanlar için bunu son ihtimal diye düşünmemeli. Benim, kendileri çocuk doğurabilecekken, ilk tercih olarak yuvadan çocuk almayı seçen arkadaşlarım da var. Angelina Jolie’nin de doğurmadan önce aldığı çocukları var. Türklere biraz tuhaf geliyor ama bana tuhaf gelmiyor aslında yaptığım. Ancak insan otomatik olarak, ‘kadınsın, doğurabiliyorsun, kendi canından bir çocuğun olabiliyorsa niye bu yöntemi seçersin?’ diye düşünebiliyor... Can dediğin şey nedir ki? Can dediğin şey zırva bir pıhtı. İnsanlar bize sokakta ‘ne kadar benziyorsunuz?’ demeye başladı. Tabii ki bana benzeyecek, tabii ki benim gibi konuşacak, benim gibi duracak... Karı-kocalar birbirine benzeyebiliyor zamanla.

Danışmanlık veriliyor mu peki?
Devlet böyle bir danışmanlık hizmeti vermiyor ancak çocuğa bu durumu nasıl anlatacağız aşamasında tabii ki ailelerin kaygıları yok değil. Koruyucu Aileler Derneği de bu yüzden var. Bu tip durumları konuşalım, tartışalım, paylaşalım diye. Bu durumun nasıl açıklanması gerektiğini uzmanlar da tam bilemiyor. Çünkü böyle bir şey yaygın değil. Evlatlık olunca durumu gizleyerek bu sorunun üstesinden gelmeye çalışıyorlar. Koruyucu ailelerde ise böyle bir durum olamıyor çünkü kimliği zaten farklı. Hadi çocuğa durumu anlattın diyelim, diğer mesele bu çocukların damgalanması. Aileler tuhaf; ‘yuvadan gelmiş çocukla arkadaş olma’ diyebiliyorlar çocuklarına. Koruyucu ailelerin tanıtılması lazım. Ben işte bunun için de bir yandan savaşıyorum. Beni reklam yapmakla suçlayanlar oldu. Oysa ben hem kendi çocuğumun bu damgayla yaşamasını, dışlanmasını istemiyorum hem de oradaki 40 bin çocuğun en azından bin tanesi aile sahibi olsun istiyorum.

Piti’nin babasıyla arası nasıl?
Özgür benim arkadaşım. Çok da ilgili bir baba. Altı aylık bir bebeği var aslında ama Piti’yi daha çok görüyor, çünkü çocuğu yurt dışında yaşıyor.

İlk kez anne dediğinde ne hissettin? 
Güzel bir şey tabii. ‘Oh’ diyorsun, ‘emeklerime değmiş!’

Bakıcıyla büyüyor değil mi?
Evet, Ayşe çok yükümü alıyor tabii. Piti aslında hayatıma Ayşe ve onun ailesini getirdi diyebilirim. Onlar olmasa bu süreç çok zor geçerdi. Hem bana hem Piti’ye sahip çıktılar.

‘Küçük Oteller Kitabı’ için Piti de seninle geziyor mu? 
Evet, bu yıl onunla Midilli’ye gittik, Ayvalık’a gittik, Selimiye’ye gittik. Biraz onun düzenine göre oluyor tabii. Uykusunu alması lazım. Eğer bırakabileceğim biri varsa güzel oluyor, o sırada hızlıca kendi otel ziyaretlerimi yapıyorum. Yoksa kimse, başında bekliyorum, beraber gidiyoruz. Hikayemi de bildikleri için, şanslıyız, Piti pek çok çocuk kabul etmeyen butik otellerin kurallarını deldi. Şimdiden 20-30 otel görmüştür.

Koruyucu aile olmayı düşünenlere ne önerirsin?
Koruyucu aile olmak isteyenler korkmasınlar, gerçekten büyük bir mutluluk. Devlet de destek veriyor. Maddi olarak ufak bir miktar da veriyor. Bu rakamı çok yüksek tutmuyorlar ki insanlar bu para için çocuk almasın...

'Kimse Sizsiniz'
İstanbul Koruyucu Aile Derneği, Çocuk Hakları Günü için koruyucu aileliğe dikkat çekiyor. ‘Kimsesi Sizsiniz’ projesi, koruyucu ailelikle ilgili geniş kitlelere ulaşarak bilinç ve farkındalık yaratmak için düzenlenmiş bir proje. istanbulkoruyucuaile.org. tr’den bilgi alabilirsiniz. Koruyucu aile olmakla ilgili daha detaylı bilgi almak içinse; koruyucuaile. gov.tr’ye tıklayabilirsinizRöportaj: Filiz Şeref
Fotoğraf: Nurdan Usta
StylIng: Asena Sarıbatur

Şu sıralar gazeteciliği ‘benden buraya kadar’ diyerek bırakmış olsa da, sağlam kalemiyle hafızalarımıza kazınan, ‘Küçük Oteller Kitabı’ serisini ise büyük bir keyifle devam ettiren Mutlu Tönbekici’yle bir gün geçirdikten sonra ona saygı duyuyorsunuz. Gerçekten. İnsanın kendi kanından bir bebeğin, bir hayatın sorumluluğunu taşıması bile çok zorken, tanımadığın, bilmediğin bir çocuğu alıp ona ‘kızım, çocuğum’ demek ne kadar da yüce bir davranış. Bir de olayın şöyle bir yanı var; bazı aileler çocuk sahibi olamadığı için evlat edinebilir tabii ki, ama Mutlu Tönbekici’nin yıllarca anne olmak isteyip de son çare olarak başvurduğu bir yöntem değil yuvadan çocuk almak. İşte bu yüzden, daha da özel bir anne bana kalırsa. Tabii ki o olaya bizim karşıdan baktığımız gibi bakmıyor. İşin o kısımlarında hiç değil. O, koruyucu aile olmayı teşvik edebilmek ve en önemlisi de toplumu bu konuda bilgilendirmek için çaba sarf ediyor. Tabii ki bunu da aslında en çok Piti diye hitap ettiği (özel durumu dolayısıyla gerçek kimliğini açıklamıyor) kızı için yapıyor. Piti o kadar güler yüzlü, dans etmeyi seven, enerjisi güzel bir çocuk ki, kanınız hemen kaynayıveriyor. Çok da şanslı bir çocuk; bakıcısı Ayşe, babası Özgür ve tabii ki annesi Mutlu ile mutlu günler geçiriyor.

Hayatının nasıl bir dönemindesin şu anda? 
Aslında radikal değişiklik olan bir dönemdeyim. Çünkü köşe yazarlığından ayrıldım ve şu an başka mecralara akıyorum. Farklı şekilde para kazanmanın peşindeyim. 1.5 yıldır da bir bebeğim var ve onunla da çok farklı bir hayat başladı benim için.

Nasıl bir hayat?
Çok güzel çünkü çok tatlı bir bebek. Beklediğimizden umduğumuzdan çok daha uyumlu, sevimli, hiçbir derdi olmayan şeker bir çocuk. İyiyiz yani. Radikal ve zor bir karar olmalı koruyucu aile olmak... Aslında çocuk doğurmaya karar vermekten farklı değil. Öyle uzaktan radikal gibi görünüyor ama doğrusu bu. Çünkü doğurunca yapılanları yapıyorum ben de. Öyle diyorsun ama doğum yapabilecek nitelikte bir kadının koruyucu anne olmayı seçmesi gerçekten seni farklı kılıyor.

Bunu kaç kadın yapabilir ki?
Çok ilginç ama biliyor musun, ben hep bunu istemiştim. Lisede bile ‘evlat edineceğim, doğurmayacağım ben’ diye bir düşüncem vardı. Arada bir fark görmüyorum. Üstelik geleceği belirsiz bir çocuğun da hayatına güzel bir yön vermiş oluyorsun. Ben hem bir çocuk büyütmenin tadını yaşıyorum şu anda hem de nereye sürükleneceği belli olmayan bir hayata dokunmuş olmanın tadı başka. Tabii ki herkesin anneliği müthiştir ama sanki ben duble annelik yaşıyorum ve iki kat daha zevk alıyorum.

Bu kararı ne zaman, nasıl aldın?
İki sene evvel Nevruz’da Türkiye barışı ilan edilince, umut doldum. Aydınlık günlerin geleceğine dair büyük umutlar taşıyordum. O gün o umut ve sevinçle böyle bir karar verdim. O sıralarda evdeki yardımcım Ayşe de, ‘Bu evi aldın, yaptırdın, çok güzel ama bu eve bir çocuk lazım’ deyip duruyordu. Bir yandan da Türkiye’ye barış gelmiş işte... ‘Niye yapmıyorsun? Tam zamanıdır, yaptın yaptın...’ dedim. Sağlığım da hazır yerinde, gencim, dinamiğim. Ancak ülke istediğim gibi bir ülke olmadı, o ayrı.

Evlat edinmekten farkı ne koruyucu aile olmanın?
Koruyucu aile olmak, bir çocuğa 7/24 sahip çıkmak demek. Pratikte bir farkı yok. Onun her tür ihtiyacını, bakımını, masrafını karşılayan yine sen oluyorsun. Ancak evlat edinince o senin yasal olarak da çocuğun oluyor, soyadını veriyorsun. Koruma altındaki çocuklar yani bizim çocuklarımız bizim tabiiyetimize geçmiyor yani yasal olarak bizim varisimiz değil.

Ailesi yaşıyor mu Piti’nin? Geri almaları ihtimali söz konusu mu?
Evet yaşıyor. Yaşadığı için zaten, evlat verilemiyor. Şu anda iki taraf da birbirinden haberdar değil. Ailelerin geri alma ihtimali koruyucu ailelikte söz konusu ama istatistik olarak o kadar düşük ki... Koruyucu aile olmaktan ben bu yüzden endişe duymuyorum.

Neden evlat edinmedin peki?
Evlat edinmenin prosedürü daha uzun ve daha da önemlisi sırada çok aile var. 3-4 bin aile bekliyor. Aileler çocuklarını yuvalara bırakıyorlar, bir gün alırım umuduyla da evlatlık verilmesini istemiyorlar. Ve orada yitip gidiyor çocuklar. Oysa 40 binde bir çocuk geri alınıyor. Bu yüzden de neredeyse hepsi yuvalarda kayıp ruh olarak büyüyor.

Sen de koruyucu aile olmaya karar verdin ve sonra Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’ne başvurdun. Peki sonrası? 
Siz tercihlerinizi söylüyorsunuz, mesela ‘0-2 yaş arasında olsun’ diyebiliyorsunuz, ‘kız-erkek olsun’ ya da ‘sağlıklı ya da engelli çocuk’ olsun diyebiliyorsunuz, tercihlerde bulunuyorsunuz. Sağlık raporu, eve gelip denetleme, gelir belgelenmesi, gösterdiğiniz referansların aranması... Bu ve diğer araştırmalar bittikten sonra sizi çağırıyorlar ve önünüze üç dosya koyuyorlar. Fotoğrafları olmuyor ama bilgileri oluyor dosyalarda ve siz de inceliyorsunuz. Hayatının dönüm noktalarından biri gibi bir şey o kararı almak... Bir sürü ayrıntı var ama ben en küçüğü olsun diye düşündüm öncelikle. Piticik de 5.5 aylıktı. Ben de onu görmek istedim. Çeşitli yuvalar var ve siz seçtiğiniz çocuğun olduğu yuvaya gidiyorsunuz. 15-20 dakika size gösteriyorlar. Eğer o gün içinize sindiyse, ertesi gün de gidiyorsunuz, bu kez bütün gün birlikte oluyor ve onunla ilgileniyorsunuz, altını değiştiriyorsunuz, konuşabiliyorsa konuşuyorsunuz... O gün de her şey yolundaysa, formaliteler yapılıyor ve bebeği alıp eve götürüyorsunuz. ‘Hayır bu çocuğa benim içim ısınmadı’ derseniz, o zaman o çocukla ilgili hiçbir hakkınız kalmıyor, ikinci dosyaya bakıyorsunuz. ‘Üç çocuğu da göreyim, birini alayım’ diyemiyorsunuz. Yüzde 85 olarak insanlar ilk gördüğü çocuğu alıyor.

Ve sen de ilk Piti’yi gördün... O an neler hissettin?
Alışmak kolay değil tabii. İlk gördüğümde kelebekler uçuştu filan diyemem. İlk gördüğümde gerçekten çok ufak, cılız, tüy gibi bir şeydi. 5.5 aylıktı ama beş kilo yoktu. Tahmin ettiğimden çok hafifti. O an açıkçası dünyanın bütün korkuları, endişeleri ve merhameti üzerime geldi. Öyle ki, o merhamet okyanusunda boğulduğumu hissettim. O gün yuvadan çıktıktan sonra hiç durmaksızın ağladım. Sabah gitmeyebilirdim de, ama ‘yüzünü gördüm artık’ dedim...

Neydi seni o kadar duygulandıran asıl şey?
Bir hayat elinizde. Daha doğrusu bir hayat değil, bir kader... En çıplak şekilde elinizde. Çok acayip bir şey bu. Kader dediğimiz şeye hiç bu kadar dokunmamıştım. Kader hep böyle uzakta, havalarda bir şeydi. Ama o an orada, kader benim elimde küçük bir alevden toptu. Hani insanlar dini kitaplarda melek görürler ama gördükleri aslında alevdir ya, işte alevden melek görmüşüm gibi bir duyguydu bu. Hem korkma hem huşu hem her şey... Bu hayatta duyulabilecek her duygu, üzerime çullanmıştı. Annelerin duyguları hep karmaşık oluyor... Ama bence çocuk edinmek biraz erkeksi bir şey. Kadınların doğum sırasında bütün hormonları değişiyor, sütleri geliyor, adamlar ise baba olduklarını ellerine alınca anlıyorlar ya... Tabii ki bir kadın olduğum için anne gibi hissediyorum ama olayın gerçekleşmesi çok erkeksi bir şeydi. Bu benim yapıma da tersti aynı zamanda. Düşünüyorum da, aslında yaptığım bayağı doğaya ters bir şey. Pıt diye kucağında bir şey oluveriyor. Hormonların filan hazır değil. Ama ne oluyor? Bir hafta içinde bütün bunlar rayına oturuyor. Mesela öyle güzel mucizeler oluyormuş ki, kadınların göğüslerinden süt geliyormuş. Benim gelmedi ama böyle hikayeler de var.

Eve alıp geldin Piti’yi. Peki sonra?
İlk hafta bakıcımız Ayşe de yoktu. Arkadaşlarım geldi, eksiklerini tamamladılar. Çünkü çok ani olmuştu. Yatağı bile yoktu. İlk hafta Bayan Rottenmeier gibi bir bakıcıydım. ‘İki saat geçti sütünü vermem lazım’, ‘şimdi altını değiştirmem lazım’ diye diye gezdim. Sonra dedim ki ‘sen ne yapıyorsun? Duygu yok bunda’. ‘Evet müthiş bir sorumluluk duygusu ve vazife var ama bu işin bir duygusunun olması gerekiyor’ dedim. Yatağın üzerine çırılçıplak serdim. Ve bakmaya başladım. Çok tepkisiz bir çocuktu. Hem çok küçüktü hem de tabii ki ilgi olmayınca nasıl iletişim kuracaklarını bilemiyor yuva çocukları. Ama onlar da öğreniyor, agucuk yapınca gülmeyi, ses çıkarmayı... Derken onu öpmeye koklamaya başladım ve o da bana aslında ilk defa tepki verdi. Dimdik bakıyordu o zamana kadar, artık gülmeye, kıkırdamaya başladı. İlk o bir hafta sonrasında duygusal bağ kurmaya başladık biz bence. Sevgi o kadar önemli ki! Her şeyi değişti Piti’nin bana geldikten sonra. Göz teması yoktu mesela. Oysaki olması gerekir altı aylık çocuğun...

Mutlaka yaptığın şeyle gurur duyuyorsundur ama daha büyük cümlelerin de var mı?
Aslına bakarsan, ‘bu dünya için biz ne yapabiliriz ki, ben kimim ki, ülkem için ne yapabilirim ki, düzen bu işte, sistem devam ediyor’ deriz ya, ben biraz biraz bu duygudan sıyrıldım. ‘Bu ülkede sen de bir şey yapabilirmişsin meğer’ dedim. Bu bana iyi geliyor şu an. Önemli bir sorumluluğumu yaptığımı düşünüyorum. Hepimizin bu ülkeye bir sorumluluğu var aslında. Ben borçlu olduğum sorumluluklarımın önemli bir bölümünü yerine getirdiğimi düşünüyorum.

Kızınla ilgili en büyük kaygın ne?
İyi bir eğitim almasını istiyorum. Zaten ne verebilirim ki? Mal veremem, mülk veremem, zengin bir insan değilim. Ama iyi bir eğitim verebilirim sevgiyle beraber. Sevgi zaten veriyorum, o çok şükür bedava. Ama eğitim olayı nasıl olacak, kaygım bu. Beyaz Türklerin gittiği süper süper pahalı özel okulları da istemiyorum.

Piti’den önceki hayatını düşününce, hayatındaki değişimi nasıl özetlersin?
‘Ondan önceki hayatım bir hiçmiş, asıl şimdi ben yaşıyormuşum’ diyemeyeceğim. Tabii ki renkli, güzel bir hayatım vardı, aynı renklilikte, onunla birlikte devam ediyor. Ama kadın-erkek ilişkilerimde sorun olduğu zaman yine üzülüyorum... Piti onların yerine geçmiyor. Mesleki başarı da başarısızlık da yine etkiliyor beni. Her şeyin yeri ayrı. Ama güzel bir arkadaş yetişiyor bana, onu biliyorum şu an.

Pınar Altuğ ve Yağmur Atacan'ın kızları Su 15 yaşına girdi! Eşi ve kızlarıyla Mauritius'a giden Sinem Kobal'dan yeni kareler İşte Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin Osman'ı Emir Berke Zincidi 90'lı yılların yakışıklısıydı... İşte Kaan Girgin'in son hali... 'Kızılcık Şerbeti'nden yeni 2. fragman: Daha önce tanışmış mıydık Demet Şener: Sevgilime gönülden bağlıyım, evlilik şart değil