Bir ağustos akşamüzeri haber önce sosyal medyada patladı. Ardından televizyonlar canlı yayına geçti.
Aslında hemen her gün yaşanan sayısız şiddet olayından biriydi ama bu kez kadına değil erkeğe karşıydı ve olayın kahramanı televizyonların ünlü isimlerinden biriydi. Onun için de bir anda bütün gündemin en tepesine oturdu.
Vatan Şaşmaz herkesin güler yüzüyle tanıdığı, deyim yerindeyse ailemizin sunucusu olarak ünlenmiş, çeşitli dizilerde rol almış bir isimdi.
1-2 yıl önce evlenmişti ve eşi de hamileydi.
Yıllar önce ilişkisi olduğu söylenen bir kadın tarafından bir otel odasında tabancayla sırtından üç kurşunla vurularak öldürülmüştü.
Cinayeti işleyen kadın daha sonra kendisini de kafasından vurarak intihar etmişti. Bu, yabancı belgesel kanallarındaki suç programlarında sıkça rastladığımız bir tutku cinayeti miydi?
Saplantılı bir kadının hezeyanı mıydı?
Bu tür olaylarda hep olageldiği gibi cinayetin ardından pek çok iddia ortaya atılacak, kimileri bunun parayla ilgili olduğunu, kimileri kadının ruhsal bozukluğuyla ilgili olduğunu öne sürecekti.
Kadına şiddet, boşanan eşin gelip karısını öldürmesi, namus cinayetleri, kadınların eski kocadan, sevgiliden kaçabilmek için kimi zaman adresini hatta yüzünü değiştirmesi ülkemizde artık sıradan bir durum sayılıyor.
Ne kadar önlem alınsa da bunun sonu bir türlü gelmiyor.
Yasalar da bu konuda yetersiz. İnsanlar bu tür tacizler karşısında eli kolu bağlı kalıyor veya yasa dışı yollarla çözüm aramaya çalışıyor.
Tabii bu kadar çok kadına şiddetin öne çıktığı bir zamanda kimse saplantılı kadınlardan söz etmiyor. Daha doğrusu sıra buna gelmiyor.
Oysa aslında kadın ya da erkek, bu tür olaylarda durum çok da farklı değil. Bir insanı saplantı haline getirmek, kendi mutsuzluğundan onu sorumlu tutmak, başına gelen her şeyde onu suçlamak, kendisini mağdur görmek ve karşı tarafın da mutsuz olmasını, bunun bedelini ödemesini istemek yalnızca erkeklerde değil kadınlarda da çokça rastlanan bir durum.
Yakın bir arkadaşım yaklaşık yedi yıl boyunca bir kızla nişanlıydı. Ama ilişkileri son derece kötü gidiyordu ve çocuk ayrılmak istemesine rağmen kıza bunu bir türlü kabul ettiremiyordu. Öyle ki artık araya aileler, arkadaşlar girip bu işin olmayacağını söylese de kız inatla evlenmek istiyordu.
Yakından gördüğüm için biliyorum. Bir genç kadının hem de iyi yetişmiş, iyi eğitimli, herkesin beğendiği bir kadının neler yapabileceğini o zaman ilk kez görmüştüm. Psikolojik baskı, sürekli hastalık numaraları, tehditler, şantajlar, kendini öldürmeye kalkmalar o hale gelmişti ki adam ne olursa olsun evleneyim de kurtulayım demeye başlamıştı.
Sonunda ailelerin de duruma el koymasıyla ayrılmayı başardı.
Ama o günden sonra yaklaşık üç yıl boyunca tacizlerin arkası kesilmedi. Yeni evlendiği karısına bile yapmadığını bırakmayan kız, gerek telefonla gerek iş yerine giderek yeni eşi de taciz etmeye devam etti.
Yazık ki bu tür durumlarda insanlar çaresiz kalıyor. Tahrik o boyuta gelebiliyor ki en aklı başında insan bile orman kanunlarına başvurabiliyor.
Neyse ki bu söz ettiğim olayda yeni evlilerin çocuğu olduktan sonra öteki kız da biriyle evlendi de olay büyük bir tatsızlık olmadan kapandı.
Eminim hepiniz az çok buna benzer olaylar biliyorsunuzdur, yaşamışsınızdır.
Çoğu zaman bunu büyük bir aşk veya tutkuyla açıklamaya eğilimliyiz. Oysa böyle bir saplantının aşkla hiçbir ilgisi yok. İnsan hayatından çok sevdiğini söylediği, delice bir aşk duyduğu birine zarar vermek istiyorsa buna aşk demek pek mümkün değil bence.
Bu yüzden aşk cinayeti sözüne her zaman karşı çıkmışımdır.
Birine aşık olmak onun da size aşık olmasını gerektirmediği gibi zaman içinde herkesin duyguları değişebiliyor. Hatta sizin çok sevdiğiniz insan bir gün kalkıp bir başkasına aşık olabiliyor.
Birine aşık olmak, onunla bir süre birlikte olmak ona sahip olduğumuz anlamına gelmez.
En basit haliyle, çok aşık olduğunuz biri hastalanıp ölse ne yapacaksınız? Kimden intikam alacaksınız?
Yetişkin olmanın en başta gelen özelliği, kişinin yaşadığı acı durumlarla kendi başına başa çıkabilmeyi öğrenmesi…
Ben bunun özellikle gençlere ailelerce, okullarda mutlaka öğretilmesi gerektiğini savunuyorum yıllardır. Hayatının en güzel döneminde birinden ayrıldı veya sevgilisi onu terk etti diye olmadık şeyler yapan bireyler yetiştirmemek için pek önemsemediğimiz duygusal hayatımızı biraz derinlemesine incelememiz gerekiyor.
Çevremde en azından birkaç örnek biliyorum. İyi yetişmiş erkek çocukların bir süre devam eden ilişkileri kötüye gidince kız cinnet geçiriyor, inatla ilişkiyi sürdürmeye çalışıyor, oğlan kaçtıkça kız kovalıyor, adeta saplantılı bir ‘stalker’ haline gelip olmayacak şeyler yapmaya başlıyor.
Gençlik yıllarında hepimizin normal saydığı bu durum yazık ki daha sonraki yaşlarda da devam edebiliyor ve ‘aşk’la açıklanıyor.
Ama galiba hepimizin anlaması gereken şey, aşkın kötülükle bir ilgisi olmadığı… Size özel bir duyguyu yaşatan insana daha sonra ne yaparsa yapsın kötülük düşünmeniz onunla değil sizinle ilgili bir durum.
Size kendinizi kötü hissettiren biri için yapacağınız tek şey onu hayatınızdan çıkartmak…
Yoksa, birine bedel ödeteceğim derken kendi hayatınızı da mahvetmek değil.