Ayıptır söylemesi
“Evrenin muhteşem bir parçasıyız ve birbirimizden alacağımız, birlikte yapacağımız şey gerçek. Diğerleri sadece bir yanılsama. Matrix ya da Truman Show!” diyor Aret Vartanyan.
Röportaj: Filiz Şeref
Yeni kitabınızın adı; ‘İnsanız Ayıbı Yok!’ Böyle diyor isek, hadi ayıp ile başlayalım. Sizce nedir ayıp? Ya da ayıp kelimesine nereden bakmalı?
Evrensel bakmalı. Yoksa benim mahallemde ayıp olan bir başkasının mahallesinde ayıp olmayabilir. Bir toplumun ayıbı diğer toplumun önceliği olabilir. O yüzden ben şunu sorarım: Neye göre? Kime göre? Bir insanın yüreğindekilerini gerçekleştirmesi, insanca yaşaması nasıl ayıp olabilir? Öyle bir duruma geldik ki bir insanın mevki sahibi olmaması, çok para kazanmaması ya da kilolu olması bile ayıp olur hale geldi. İnsanların bir başka insanı istedikleri formata sokması, hayallerini elinden alması, yok sayması ayıp değil midir? Yaradan’ın yarattığına saygı duymamak ayıp değil midir?
Başkalarına ayıp edip etmemeyi düşünüyoruz genellikle iyi de, insanın kendisine yaptığı en büyük ayıp sizce ne?
En büyük ayıp, sadece beklenen, istenilen insan olarak kendinden vazgeçmesi. Binlerce insanla gerçekleştirdiğim çalışmalara dayanarak söylüyorum ki, sosyoekonomik yapıdan bağımsız olarak temelde bir değersizlik sorunu yaşıyoruz. Sevilmek, önemli olmak için çırpınıyoruz. Sürekli bir şeyin altını çiziyorum; seni sevenler seni olduğun gibi severler. Zenginliğin, ünün, yönetici olman, fiziğin, kimliklerin için seni sevenler sabun köpüğü. Bunu şöyle de bağlayabilirim; ben kendimi olduğum gibi sevemiyorken başkaları beni nasıl olduğum gibi sevecek? Bu çok ayıp
değil mi?
Gökhan Türkmen ile olan hikayenizin temeli nasıl atıldı?
Gökhan yıllar önce televizyon programıma konuk gelmişti. İlk tanışıklığımız böyle başladı. Ardından bir üniversite turunda beraberdik, biraz daha sohbet ettik. Olduğu gibi olan, samimi, iyi bir insan. Zaten şarkılarını yıllardır dinliyorum. Bir dost sohbetinde birlikte bir şey yapmayı önerdiğimde İnsanız Ayıbı Yok gündeme geldi. Şarkının söz yazarı Ozan Turgut’un kardeşi Melike Turgut için yapılmış bir şarkıydı ve bir hayal vardı; Melike için bir orman yaratmak. Ardından birlikte yola çıktık. Projeyi genişlettik. Bir sembole dönüştürdük. Sessizliğin ses vermesi dedik. Kitabın arka kapağına bu ifadenin anlamını taşıdım. 1 milyon ağaç, 1 milyon kitap, yüz bin gülümseyen insan. Yüz bin gülümseyen insan, projenin ormanla kalmayacağını anlatıyor.
Son dönemde o kadar çok kişi kişisel gelişim ile ilgilenir oldu ki, NLP’ydi, kuantumdu, regresyondu, meleklerdi derken olay dallandı budaklandı, mevzu karmaşa yarattı sanki. En başa dönersek, neydi asıl amaç? Ya da sizin amacınız?
Ben kendi amacıma yoğunlaşayım. Ben şunu biliyorum, bir insana her şeyden önce temelden yaklaşırsanız, yani önyargısız, gözlerine bakarak ve rol kesmeden, üstünlük taslamadan, orada bir karşılık var. En temeli oturtmak zorundayız; bireyin kendini değerli hissetmesi ve kendi yaşam amacını keşfetmeye başlaması! Bunları aşmadan ne yaparsanız yapın sonuç alınmaz, alınsa da geçici olur. Benim hayalim kendi ütopyamdan da besleniyor. Eğer birkaç insanın hayatında bile bir anlam yaratabiliyorsanız çok önemli bir şey yapıyorsunuz. Sokakta mendil satan çocukla biraz sohbet etmek, en yakınımdaki insanları samimiyetle anlamaya çalışmak ve gerçekten yanımda, çevremde olan insanların hayatına bir değer katmak. Öyle bir haldeyiz ki büyük çoğunluk sadece kendi kazanmak istiyor. Huzuru, sevgiyi, ilişkiyi kendi çıkarlarını karşılamak için kullanıyor ama bu tatminsizlik yaratır sadece. Her birimiz inancımıza göre önce kuluz, önce insanız, evrenin muhteşem bir parçasıyız. Birbirimizden alacağımız, birlikte yapacağımız şey gerçek. Diğerleri sadece bir yanılsama. Matrix ya da Truman Show.
Kitaptaki bir danışanınızın hikayesi şiddet gören ve mutsuz bir kadının gün ışığını görme hikayesi. Ama şöyle de bir cümle var, ‘o istisnalardan biri’. İşte bu noktada her insana ‘hayatını değiştirmek için adım at her şey harika olacak’ demek biraz iddialı değil mi?
Harika olacak ama kolay olmayacak. Asla hayatı tozpembe göstermem, asla her şey kolay olacak merak etme demem. Secret taktikleriyle olmaz bu iş. Kolay hiçbir şey yok. Kolay, tozpembe hayatların biyografisi yazılmaz, öyle bir şey olamaz da. Mutluluk mutsuzluk, acı sevinç birbirini takip eder. Önemli olan nereye gittiğindir. İnandığım bir şeyin peşinden giderken düşeceğim, kalkacağım, duvara çarpacağım, acı çekeceğim ama gitmek istediğim yere vardığımda bunların hiçbirini bedel olarak adlandırmam. Hiçbir başarı kimseye altın tepside sunulmuyor. İlk adım önemli. İnanmak önemli. Bir kez yola çıkıldı mı o yere varılır. İlk duvara çarptığında geri dönenlerin hiç şansı yok. Zaten inanmadıkları için geri dönerler. Mucizeler ise yola devam edenlerin karşısına çıkabilir ancak.
Selçuk Erdem’in bir karikatürü var biliyorsunuzdur muhtemelen... Uzaylı adama soruyor:
- Evrene mesaj yollamış mıydınız?
- Evet.
- Yedim onu ben!
Mesajlarımızı birileri yiyor olabilir mi?
Biliyorum harika bir karikatürdü ben de paylaşmıştım. Mesaj da, evren de sensin. Resmini çizerek, tekrarlayarak, masaüstü resmini değiştirerek bir şey değişmez. Bunlar yama yapmak. Hayatımızdaki asıl yüzleşmemiz sorunlarla yüzleşip, sorunları kökten çözmek yerine orada burada bir şeyler arayarak, sahte olana tutunmaya çalışarak yama yapmak. Sana kimse ve hiçbir şey senin hayatını veremez. Ne yaparsan sen yapacak, göbek bağını kendin keseceksin.
Şu anda mutlu bir birlikteliğiniz var. Aşkın, ilişkinin esas olayı ne sizce?
Olduğun gibi olabilmek, ilişkiye stratejiyi, oyunu sokmamak ve belki de en önemlisi yarının garantisini aramamak. Söylediğin gibi şu an iyi bir ilişkim var ama yarını bilmiyorum. İlişkiyi, yanındakini garanti görmek ilişkiyi bitirmektir. Sonrası ezbere, rutine döner. Bu hayatta hiçbir şey garanti değil ve hiçbir şeye sahip değiliz. Her şey emanet iken bu sahip olma arayışı kaybetme korkumuz, kendi özgüven eksikliğimiz.
Şu an içinde bulunduğumuz siyasi ve toplumsal şartlarda iç huzuru bulabilmek aslında kolay değil. Siz nasıl altından kalkıyorsunuz?
Dünya dönecek, politika olacak. Siyaset oldukça savaşlar, terör, dünya savaşları olacak, olmaya devam edecek. Belki de aydınlık için alacakaranlık zamanıdır. Birey uyandıkça, kitapta anlattıklarımı deneyimledikçe o zaman toplumsal huzur da gelir. Biz mikroyu çözmeden makroya çok ahkam kesiyoruz. Sen kendi çocuklarınla ilişkini düzeltemiyorken makroya ahkam kesmek doğru değil. Sen, paylaşamıyorken, çevrene bir değer yaratmıyorken siyasetçileri suçlamak da beyhude. Mesela şu anda referanduma gereğinden fazla bir önem atfediliyor. Evet ya da Hayır çıkması üzerine senaryolar abartılı. Belki şunu unutuyoruz. İnsanlığın geleceğini siyasiler belirlemiyor. Toplumlar kendi geleceklerini yazacaklar. O kadar çok dinamik varken, kristal çocuklar doğarken, en önemli belirleyici ‘insanın hamuru’ iken yanlış yerlere odaklanıyoruz.