Ayşe’nin selamı var!

İlk intiba olarak herkesin farklı bir yorum yapacağı Ayşe Hatun Önal’a dair son intiba kendi kendine yeten ve sonsuz özgür ruhlu bir kadın olduğu yönünde. Yeni albümü Selam Dengesiz’in ritimleri kulağımızdayken onu ‘olduğu gibi’ tanımamıza imkan veren açıklamaları ile kendisinin herkese selamı var.

Röportaj: Ece Üremez
Fotoğraf: Serhat Hayri

Tam bir saattir ekran önümde açık duruyorum. Kelimelere dökmek zormuş onu, farklı bir kadın demek de yetmiyor ki Ayşe Hatun Önal’ı anlatmaya. Başlı başına bir deneyim anlamına sahip sanki. İstediği an dünyayla bağlantısını kesebiliyor istediği an tüm atmosfere hakim olabiliyor. Bireyselliğine ve özgürlüğüne belli bir metreden sonra yaklaşamıyorsunuz. Dolu mu dolu, deli mi deli, hatun gibi hatun. Mevsim geçişi gibi bir etkisi var insan üzerinde. Yanındayken aniden fırtına çıkmış kısa bir süre sonra ise güneş açmış gibi hissedebiliyorsunuz. Bir bakışıyla rüzgar estirip bir gülüşüyle içinizi ısıtabiliyor. Sahip olduğu yüksek enerjiye rağmen öyle dingin ve cool bir tavır gösterebiliyor ki hayret ediyorsunuz. Röportajımızın sonunda şarkılarından ve kliplerinden önce dünya görüşü ve hayata bakış açısıyla çevresine fark attığının da farkına vardım. Aslında kendisi bende tam anlamıyla antioksidan etkisi yarattı diyebilirim. Gerek aşkı özgürleştiren açıklamaları gerekse iradesi üzerindeki hakimiyeti ile hem ilham veriyor hem de beyindeki kodlamaları kıracak o ruhu serbest bırakıyor. Ayşe Hatun Önal için şarkı söylemenin sıradan bir eylem olmadığı aşikar. Yarattığı ritimler onun müziğe duyduğu tutkunun yansıması. Son klibi için Adana’ya giden ve oradaki sükunetin ve doğanın verdiği olumlu etkiyle geri dönerek konserlerini tamamlayan bu etkileyici kadın işindeki, giyimindeki ve hayata karşı duruşundaki farklı tarzı ile hep dikkat çekiyor. Cesur açıklamaları, dürüstlüğünden asla ödün vermeyen yapısı ve korkulardan arınmış ruhu ile söylediği şu sözler onu daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor; ‘‘Yaşadığın toprağın enerjisinin içine doğarsın. O yüzden de o enerjinin dışında bir şey olman mümkün değil. Dil olarak sakin olabilirsin ama iç dünyanda çatışman devam eder.’’ 40 yaşına bir kala hayatın verdiği pasları gole çevirerek bugün çocukluk hayalini yaşayan Ayşe Hatun Önal’ın zamana meydan okuyan güzellik değerleri de sınırların üstünde seyretmeye devam ediyor. Son albümü Selam Dengesiz ile müzik piyasasına güçlü bir selam çakarken, 90’larda zirve yapmış modellik mesleğinden gelen herkesin bir dönem ‘şarkıcı’ olma zırvalaması aklıma geliyor. İşte, bu noktada ona asla mütevazı olmadığı başarısı konusunda hak vermemek mümkün değil. Zira kimsenin yapamadığını yaptı. Kendine olan inancı ve güveni sayesinde tüm şartlanmalardan uzakta hayatı geldiği ve istediği şekilde yaşıyor olması sıkışıp kaldığımı hissettiğim bir dönemde engellerin sadece kafamızın içinde olduğunu hatırlatıyor. Evinin o muhteşem manzaralı terasından ayrılırken kendisine de söyledim; o arınmak için Şamanlar’a gidiyor olabilir ama ben terapi için Ayşe Hatun Önal’a gideceğim.



Şarkı söylemeye olan merak ve ilginiz ne zaman ortaya çıktı?
Çocukluğumdan beri vardı içimde böyle bir istek, küçükken hep; ‘Şarkıcı olacağım, Türkiye güzeli olacağım ben’ dermişim.

Şarkılarınız, yazdığınız sözler hem çok dikkat çekiyor hem de beğenen beğenmeyen herkesin diline pelesenk oluyor. Nasıl başarıyorsunuz bu etkiyi yaratmayı? Sözler mi etkiliyor yoksa dans mı tavır mı sizce?
Güzel işler yapıyorum. Beğenmeyen ya kıskançlığından beğenmiyordur ya yapmak istediğini yapamadığından, hiçbir zaman da yapamayacağından ya da bilgisizliğinden bence. Çünkü yaptığım iş konusunda dünyanın en dahileri de yok bu ülkede. Beethoven’ın ülkesinde olursun da beğenilmezsin doğrudur ama yani hiçbir zaman bizden böyle bir yetenek çıkmadı. ‘Müzik piyasasında biz de varız’ diye söyleyebileceğimiz bir durum, dünyada yön verdiğimiz bir müzik dalı yok açıkçası. O yüzden müzik de olsa bilim de sanat da ortalaması düşük bir ülkeyiz. Çıtası çok yüksek biri zaten etrafta yok. Yoksa ben yaptığım işi her zaman en iyi yapanlardan biriyim. İlk günden beri öyleydi, hiçbir zaman insanları kandırmak için, ceplerinden parayı almak için ya da nasıl olsa bu tarz tutuyor, şu ritimler gidiyor mantığıyla iş yapmadım. Kendi ritimlerimi yakalamanın peşinde oldum. O yüzden işimle ilgili hiçbir zaman da mütevazı olamayacağım. Her zaman işimi dört dörtlük yaptım. Bir de insanlar için yapmıyorum ki ben şarkılarımı, kendim için yapıyorum her şeyden önce. Keyif alıyor muyum, hoşuma gidiyor mu, beni eğlendiriyor mu? Buna bakıyorum.



Bunun bir risk olduğunu düşünmüyor musunuz?
Evet, Beyaz Atletli şarkısı da çok riskli bir şarkı fakat ben ilk dinlediğimde çok güldüm çok eğlendim. O yüzden de risk aldım. ‘Çak Bir Selam’ için de çok düşündüm. Çünkü çok pop dinleyicisi değilim. Doğruya doğru, daha alternatif pop severim. Normal klasik Türk popunu bana dinletemezsin, kessen dinlemem, mümkün değil. İstediği kadar sözleri çok anlamlı olsun. Genelde bizde ritimden çok, müzikten çok laftan yürürler ya insanlar. Ne kadar derin sözler olursa olsun, o senin derinliğin bana ne yani. Ben sığ suda yüzmek istiyorsam senin derinliğin beni ilgilendirmiyor. Benim yaptığım işlerin sevilmesinin sebebi de gerçekten insanları aptal yerine koymaya çalışmamam her şeyden önce. Yaptığım işe değer veriyorum, kıymet veriyorum bu da zaten görünüyor, biliniyor, anlaşılıyor, hissediliyor. Yerini buluyor daha doğrusu. Zaten kişilerin bir yer vermesini bekleyen bir insan olmadım ben, kendi yerimi kendim her zaman yaratmışımdır. Yarattığım yerde de baş köşeye kendim oturmuşumdur. Yoksa ne bir firmanın ne de bir başka şarkıcının desteğiyle alan yaratmadım kendime. İlk günden kendi sözümle, bestemle piyasaya girdim. Bugüne kadar modellikten geçiş yapıp da kendi yaptığı besteyle seksen milyona dinleten insan hiç olmadı biliyorsun. Ayrıca yaptığım işe de saygım sonsuz olduğu için beğenilmesinin bir sebebi de bence bu.

Sizin döne döne dinlediğiniz asla bıkmadığınız favori şarkınız ne?
Son bir haftadır Ibiza Night&Day albümünden bir şarkıyı çok beğeniyorum, çok seviyorum. Too Much Information adı. Sürekli onu dinliyorum. Arabaya her bindiğimde 15 kere dönüyor o şarkı.



En son klibiniz ‘Beyaz Atletli’ için Adana’ya gittiniz. Kliplerinizin konsept ve hikaye belirleme aşamasında ne derece rol oynuyorsunuz?
Genelde hep konsepti bulmuşumdur. Bir tek Beyaz Atletli’de karışmadım. Ona da şimdi bakıyorum mesela 10 tane ayrı klibe benzetmişler. Çok bariz bir şey var, o klipte yapılan bir tarz. Yani üstü açık eski bir arabaya ilk kez biri binmedi herhalde. Bu yıllardır yapılan bir şey, bu bir stil. Gettolarda yapılan çekimlerde apartmanları çekmeyeceksin ki, oradaki o eski dünyayı çekmektir amaç zaten. İnternette bakıyorum mesela bir sürü ayrı isme benzetiyorlar. 10 kişi taklit edilmez herhalde.

Klibi çekerken böyle bir ihtimal olacağını tahmin etmiş miydiniz?
Ettim tabii ki, ettim. Bizim bu klipte uyguladığımız şey bir stil, bir kişiyi taklit etmek falan değil. Benden önce bu 10 kişi de birbirini mi taklit etmiş yani? Bunu bile algılayamayacak beyinlere iş yapıyorsun bir yandan.

Müzik kültürümüzü nasıl değerlendiriyorsunuz? Yenilikler konusunda ne kadar cesaretliyiz?
Türkiye’yi yıllar önce kapatmışlar açıkçası, her türlü yeniliğe kapalıyız. Cinselliğe sıkışıp kalmış, oradan başını kaldırmayan bir toplum ne olabilirse o kadarız, ne kadar gelişebilirse o kadar gelişmişiz işte. Arada sırada işini çok iyi yapan ustalar da çıkıyor tabii ki ama dünya müzik sektöründe herhangi bir etkimiz, tesirimiz yok.

Eskişehir Üniversitesi Halka İlişkiler Bölümü’nü kazanmanıza rağmen ikinci sınıfta okuldan ayrılma kararı alıyorsunuz. Neydi o sırada kafanızdaki plan?
Okurken Çetinkaya Holding’in Halkla İlişkiler Müdiresi olarak göreve başlamıştım. Babamın da yıllarca emek verdiği bir holdingdi. Direk tepeden başladığım için de açıkçası, ‘ne okuyacağım zaten beş sene sonra gelmek istediğim belki de gelemeyeceğim yerdeyim’ diye düşündüm. Baba torpilli çat diye başladım. Daha ne okuyacağım, vakit kaybedeceğim manyak mıyım? Sonra halkla ilişkiler çok benlik olmadığı için dış ticarete geçiş yapacaktım. Ama bir gün güzellik yarışmasına katılmaya karar verdim. Zaten hep söylerlerdi, sokaktan insanlar çevirip güzellik yarışmasına katılmalısın derlerdi. Düşünsene insanların kolundan tutup ‘güzellik yarışmasına katıl’ dedikleri birisin ne kadar zaten oralarda kalabilirdin ki. Son gün, ailemden habersiz başvurdum ben de. Ama ilk günden itibaren favori gösterildiğim için yalanım bir gün sürdü. Sonra da yarışmayı kazandım ve buralara kadar geldi olay.



Sizin gibi özgür ruhlu bir kadın için evlenme ve aile kurma fikri nerede duruyor?
Şöyle bakıyorum, özellikle bu ülkede özgür bir kadın olabilme şansını elde edebilmiş kaç insan var ki? Gerçek anlamda diyorum. Yani hem işinin patronusun, hem başarılısın, hem istediğini yapabiliyorsun, istediğin yerde istediğin şekilde at koşturuyorsun. Allah şimdi bana böylesine güzel bir şey vermişken niye gidip de toplum böyle diye, bazı kodlamaların içinde kendimi yitireyim? Ama içimden gerçekten sağ tarafına yapışıp kalmak istediğim, ömür boyunca beraber olmak istediğim biri olursa da kendime evlenmek için izin veririm.

O halde evlilik fikri sizin için bir kısıtlama...
Belki evet, belki de doğru insanı bulmakla alakalı. Ben kendi frekansımda bir insan bulamadım. Herhalde bu fikrin içine de çok girmek istemedim ya. Özgürlük varken ne gerek var bir kapanın içine gireceksin, sırf seviyorum diye. Ne alakası var yani.

İnsanlar sırf yalnız kalmamak için bile evlenebiliyor oysaki...
Yalnızlıktan korkan insan delidir, deli yalnız kalamaz, ben gayet normal bir insanım. Korkuların varsa delisindir sadece bunun farkında değilsindir.

Bir başka neden de çocuk sahibi olmak, aile kurmak....
E bu da kodlama. Bazı insanlar buraya evlenip, çocuk yapıp sonra da işte iki de komşusunun dedikodusunu yapıp gitmek için gelmiş tipler. Ama onun da güzelliği vardır illaki. Düşünsene yani, sadece evleniyorsun, kocanın 3-5 ne derdi varsa onu çekiyorsun, çocuğun mocuğunla uğraşıyorsun, konu komşunun, televizyonda gördüklerinin dedikodusunu yapıp öbür dünyaya gidiyorsun. Bunun da güzel bir kafası var bence. Ama o kafa bende yok.

Peki ya bir gün, keşke çocuk yapsaydım demekten korkmuyor musunuz?
Yine aynı mevzuya geliyoruz. O senin ruh yapına bağlı olan bir durum. Ben mesela bu hafta sonu Burning Man’e gitmenin planını yapıyorum. Bunun için üç tane işimi iptal etmenin peşindeyim, sen diyorsun ki bana çocuk yapmadığın için pişman olur musun? Burning Man’e gidemediğim için pişman olurum ben.



Aşktan öte bir yerlerde bir ruh eşiniz olduğuna inanıyor musunuz?
Umarım gerçekten ruh eşi diye bir şey vardır sadece bir kavram değildir. Kafamda düşündüğüm formata yakın herhangi bir şey henüz yaşamadım. Galiba ütopik bir durum bu. Eğer varsa umarım her an karşıma çıkar, eğer yoksa ve biri bu yalanı uydurduysa da umarım kemikleri sızım sızım sızlar.

Şu anda aşık mısınız?
Bilmiyorum ya. Kendime her zaman aşığım onu biliyorum.

Babanızın sizin ilişkileriniz üzerindeki etkisinin çok büyük olduğunu söylemiştiniz. Ne kast etmiştiniz bu sözünüzle?
Babam o kadar dürüst, düzgün ve mükemmel bir adamdı ki ister istemez karşıma eksik etek biri geldiğinde aradaki ciddi farktan dolayı kaçarak uzaklaşıyorsun. Ayrıca çok tatlı dilli bir adamdır ben mesela acı dilliyim, keşke o tarafım da benzeseydi. Annem de çok tatlı dilli, hanımefendi bir insandır. İkisinden de iyi-kötü huylar aldım.

Babanıza benzeyen bir erkekle tanıştınız mı hiç?
Her kız çocuğu için baba özeldir. Benimle ilişkisi başkadır, ablamla ilişkisi başkadır. Ablamın daha resmi bir ilişkisi var. Bana sorsan daha vıcık vıcık. Ama benim ailede herkesle öyleydi açıkçası. Bir de son çocuk olunca kuralların üzerinde olursun ya, o yüzden farklı bir ilişkim vardı babamla da. Elbette her insanın eksi yönleri artı yönleri var. Onu arıyor diye bir durumum yok tabii ki. Sadece kıyasladığım şey, başka erkeklere nazaran kadına olan naif yaklaşımı. Kadın cinayetlerini, kadınlara nasıl işkenceler yapıldığını hepimiz görüyoruz. Onlarla ilgili bir karşılaştırma yaptım, yoksa ilişkimle alakalı değil. E tabii ki kaba bir insan geldiğinde ister misin sen? O kadar kadının el üstünde tutulduğu nezaketli bir ortamda büyümüşsün. Şimdi gazeteleri açıyorsun, kadına işkence yapan binlerce, 100 binlerce insanın olduğu bir toplum. Ama ben mesela, annem şuraya gidelim dediğinde; ‘Sen istediğini yapabilirsin hanım’ diyen bir adamın kızıyım. Yani, kıskanç bir tiple, o egoyla hareket eden bir insanla olamam ben.

Siz kıskanç bir kadın mısınız? Yoksa sizin kadar özgür ruhlu bir kadın ilişkide de karşısındakini özgür mü bırakır?
Ben kıskanç değilim diye biliyordum kendimi ama galiba... Güvenirsem özgür bırakırım ama güvenene kadar kan kustururum. O dönemi atlatabilirse kalır, atlatamazsa ayağı kayar. Güvenle alakalı bir şey o, güvenirsen kıskançlık olmuyor. Güvensiz olduğunda o dürtüler harekete geçiyor. Öyle olunca karşındaki insan sana kaşını kaldırsa; ‘O kaş neden kalktı?’ diyorsun. Ama güvenin olsa her şeyin altında bir mana aramazsın. Belki karşındaki hiçbir şey yapmıyordur, seni kıskandıracak hiçbir şeyi yoktur ama sen güvenmediğin için her şeyi başka türlü yorumlayabilirsin. Kıskançlık karşılıklı kişilerin birbirine verdiği güvenle yok olabilir.



Sahip olduğunuz ünün ve medyanın ilgisinin özel hayatınızda ve ilişkilerinizde olumsuz etkisi oldu mu?
Her şey gibi yaşam da ikili denge, düalitedir. Gece ile gündüz gibi. Gündüz koştuğun sokakta gece ayağına taş takılır.

Sizin kadar olduğu gibi olan, maskesiz ve doğal bir kadının içinden geldiği gibi davrandığı noktada zarar gördüğü oldu mu?
Kim verecek o zararı bana? ‘Çok dürüstsün’ deyip, tokat mı yiyeceğim? Korku enerjisiyle konuşuyorsun şu anda. Dürüstüm diye başıma bir şey mi gelecek? Elbette korku herkes içinde var. Sadece izin verip vermemekle alakalı. Uyanık kalmaya çalışıyorum. Biliyorum ki korktuğun başına gelir. Nasıl ki ‘ne yiyorsan bedenin odur’ lafı vardır, ne düşünüyorsan sen de osundur. Dürüstlüğün insana bir şeyler kazandıracağını düşünürsen kazanırsın. Ben dürüstlüğümden kaybedeceğime inanan bir insan olmadım hiçbir zaman. Babamdan aldığım en güzel tavsiye de; ‘Ne olursan ol, dürüst ol. Eğri mutlaka belasını bulur’ oldu.

En büyük zaafınız ne?
Bireyselliğime çok düşkünüm. Bazen çok fazla bütüne katılamıyorum açıkçası çünkü bireyselliğimi çok önemsiyorum. Aslında tek geldin tek gidiyorsun bütünden bana ne yani bir noktada. Çok büyük bir zaafım yok herhalde, her şeyden anında vazgeçebilirim. Şimdi sen vazgeçmesen hayat senden vazgeçecek, onu bilmen lazım. Geçenlerde en sevdiğim varlık babam gitti. Ne yapacaksın şimdi, babaya zaafın olsa ne olacak olmasa ne olacak, gitti sonuçta. Bugün tam bir ay oldu. Zaaf dediğin vazgeçememekle ilgilidir herhalde. Benim hayatta vazgeçemeyeceğim bir şey yok.

Aşık olduğunuzda da mı zaaflar ortaya çıkmıyor, gardınız düşmüyor?
O zaman da düşsün artık. Aşk zaten kendini aşmaktır ya. Sen kendinden vazgeçiyorsun artık başkası odak noktan oluyor. Tabii insan merkezine her zaman kendini koyduğu için şimdi başkasını koyduğunda zaaf zannediyorsun. Halbuki sadece şimdi merkezde sen değil o var.

Bu doğru mu peki, hayatın merkezine bir başkasını koymak?
Bak yine şartlanmalar içindesin, nasıl hissediyorsan öyle olacaksın. Sen robot bir insanı tarif ediyorsun. Mesela tecavüz etmemek toplumun belirlediği bir şeydir ve doğru bir şeydir. Ama aşkta nasıl olacağını toplum belirleyemez. Aşkta doğruyla yanlışla hareket edemezsin çünkü doğru ve yanlış yoktur. Niye hiç olmayacak bir insana aşık olur insan? Hep zıt karakterler niye bir araya gelir? Aşk budur zaten. Mantık olmaz. Bilimsel olarak baktığında da zıt karakterler birbirini çeker ve bütünler. Ya birbirlerinden nefret ederler ya da birbirlerini tamamlarlar. Mantık olarak zıt bir insan seçmek evet çok mantıksız. Ama senden aynısı olan bir insan niye olsun ki hayatında? Senden bir tane daha var, niye çünkü çok mantıklı; çünkü aynı tarafa bakıyoruz. Oldu canım!

Neye asla tahammülünüz yok?
Hayat her şeye tahammüllü olmayı öğretiyor sana. Bundan 10 sene önce sorsan söyleyeceğim şeyler çok başkaydı. Babamı kaybettikten sonra hayata bakış açım çok değişti. Ne kadar iyi olursan ol, ne kadar kötü olursan ol o toprağın içine giriyorsun işte, fark etmiyor. Toprak insan ayırt ediyor mu? O yüzden illa böyle doğru yanlış, o kavramlara tutulma taraftarı değilim.

Günümüzdeki tek tip halini almış güzel kadın algısını nasıl yorumluyorsunuz?
Dünya hep öyleydi. Kuzey Avrupa’ya gidiyorsun herkes sarışın, beyaz tenli.Orta Doğu’ya gidiyorsun kadınlar kararmaya başlıyorlar, dış görünüşleri kararmaya başlıyor. Uzak Doğu’ya gidiyorsun gözleri çekilmeye başlıyor. Zaten Allah yaratırken böyle gruplar halinde yaratmış. Benzeşmeleri neden rahatsız etsin ki? İnsan insana tabii ki de benzer. Yaratımda, doğada var zaten bu gerçek.

Öyleyse, neden güzel kadın demek için belli kriterler, ölçüler aranıyor?
Niye pırlantaya en değerli taş demişiz? Belki daha az ve zor çıkarıldığı için. Güzellik de öyle. Toplumda kaç tane çok güzel insan görebilirsin ki? Bu dünyanın neresine gidersen git öyle. Çok ahkam kesebileceğim bir konu değil ama toplumlar genellikle zaman içerisinde kendi beğenilerini şekillendiriyorlar. O beğeninin peşinden gitmek de insanoğlunun içgüdüsel bir dürtüsü. Bundan 100 sene önce bembeyaz tenli, daha etli butlu kadınlar makbulmüş. Toplumun o anki durum ve haline göre belirlenen bu kriterlerin peşine takılmak moda gibi bir şey.

Erkekler tarafından beğenilmek sizce ne kadar önemli?
Erkekler olarak bakmamak lazım. İçgüdüsel olarak beğenilmek, takdir edilmek, alkışlanmak herkesin içinde olan bir şey. Onu kadın-erkek diye ayırmak yanlış. Her zaman insan her gittiği mecliste beğenilmek, takdir edilmek ister. Güzellik olarak yeteri kadar güzelliğin yoktur da iş hayatında takdir edilmek istersin. İş hayatında o kadar başarılı değilsindir de karakterinle takdir edilmek istersin. Yani bir şekilde insan o takdiri, beğeniyi almak istiyor. Bu da bir zincirdir aslında insanın kabullenildiği. Tıpkı şartlanmış davranışlar, kalıplaşmış düşünceler gibi.

Sizin çekici bulduğunuz erkeklerin ortak bir noktası var mı?
Hiç yok. Ben genelde insan bazlı bakıyorum.

En sık kullandığınız kelime ne?
Karşımdakini dinlemiyorsam; ‘Hadi ya’yı çok kullanıyorumdur. ‘Hmm öyle mi?’ ve ‘İyiymiş’ var bir de. Bu üçünü arka arkaya söylüyorsam seni dinlemiyorumdur.

Bir erkekten duyduğunuz en güzel söz ne olmuştu?
İnsan hafızasının bilinçli olduğu zaman aralığı sekiz saniyedir. Sekiz saniye sonra her insan bilinçaltına uğramak zorunda. O yüzden şu an söylediği şeyin sekiz saat sonra çok da bir önemi kalmıyor aslında. Çünkü insanın kodlaması bu şekilde.

Hafızanıza yer eden, içinize işleyen, aklınızda hep kalan hiç mi söz yok yani?
Ben sözcüklere çok fazla takılmam. Osho der ki; “Tecrübe ne kadar derinse dil o kadar çok ihanet etmeye yatkındır.” O yüzden hiçbir zaman gerçekten hissettiğimiz şeyi dilimizle aktarabilmemiz mümkün değil. Genelde ya fazlalık ya eksiklik vardır söylediğimiz şeylerde. Bu yüzden dilden de her şey çıkabileceği için ne iyi ne kötü çok fazla takılmıyorum laflara. Davranış benim için önemli. Ne söylediğin değil ne yaptığındır esas olan.

‘Yeter artık şu da olsun!’ dediğiniz bir şey var mı hayatta?
Olmaz olur mu? Her zaman oluyor. Ben Aslan burcuyum. Sabırsızım. Daha dün söyledim hatta; ‘Yeter Allah’ım ya yeter!’ dedim hakikatken de o konuyla, o işle ilgili telefon geldi biliyor musun? Vallahi bazen yeter demeden bazı şeyler olmuyor.

İstemek gerek derler ya...
Doğru da yine düaliteye geliyoruz. Evet, istiyorsun bir şeyler ama istediğin şeye sen uygun musun ona bakmak lazım. Yoksa her gün istiyoruz, binlerce şey istiyoruz. Niye olmuyor? Sadece istemek yetmez çalışıp çabalamak, istediğin şeye kendini hazırlamak da çok önemli.

Dua eder misiniz?
Ederim tabii ki. Dünya dua ile ayakta derler ya. Ama sadece duanın da işe yaradığını düşünmem açıkçası. Dua senin amacındır. Plansız amaç da çöplüğe götürür insanı. O yüzden hareket etmeden tek başına dua etmekle olmaz. O zaman bütün Orta Doğu’nun uzaya hakim olması gerekirdi ki kendilerine bile hakim değiller bakacak olursak. Hareket gerek.

Kimsenin pek bilmediği, saklı kalan bir alışkanlığınızı söylemenizi istesek...
Her şeyim ortada. Bazen uyurken bazen de zihnim çok karışıkken meditasyon müziğimi açarım. Bir de enerji olarak çok sıkıştığımı hissettiğim zamanlar Şamanlar’la temizliğim vardır. Zihinsel bir temizlik yaparım. Allah’ıma çok şükürler olsun, Afrikalı bir Şaman çıkardı karşıma. Ayakta kalamazdım yoksa mümkün değil, çoktan biterdim ben. Ritüelim aslında bu ama hakkımda çok bilinmedik bir şey de değil zaten.

Pınar Altuğ ve Yağmur Atacan'ın kızları Su 15 yaşına girdi! Eşi ve kızlarıyla Mauritius'a giden Sinem Kobal'dan yeni kareler İşte Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin Osman'ı Emir Berke Zincidi 90'lı yılların yakışıklısıydı... İşte Kaan Girgin'in son hali... 'Kızılcık Şerbeti'nden yeni 2. fragman: Daha önce tanışmış mıydık Demet Şener: Sevgilime gönülden bağlıyım, evlilik şart değil