Bana ne iyi gelir?

Bu soru ne kadar önemliymiş… Yani bu soruyu bir kendine sormak ve sonra kendi başına, sağda solda kimse yokken oturup çatır çutur cevap vermek.

İlla cevapları yapmak zorunda değilim ki!
Hele bir kendi cevabımı kendim vereyim, o bile yeter belki.
Mesela bana bazen tek başıma kalmak çok iyi geliyor. Hem de çok!
Kimsenin gözleri üzerimde olmadığında kendimle kalmak.
Bahçeyle, toprakla uğraşmak müthiş iyi geliyor.
Feci kırıldığım birine, üzüldüğüm bir konuya dair havalara konuşmak, denize anlatmak, bir kağıda o olayın benim için simgelediği şeyin şeklini çizip ocakta yakmak da var mesela.
Evet, o şeyi ocakta yaktım mı, kül olup bittiğine inanıyorum.
Kimsecikler görmediğinde yapıyorum.
Sanırsın mangalda patlıcan közlüyorum. İyi geliyor işte.
Bir şeyler anormal sarpa sardığında adaçayı yakıp kokusunu, dumanını evde dolaştırıp kem göz savmak gibi bir batıl inancım da var. Ama yemin ederim işe yarıyor…
Yonca ‘Külkedisi’


Ne yapmak istiyorum?
Bir de bu soru çok acayip.
Bazen deli dana gibi ne yaptığımı bilmeden, o şeyi yapmayı isteyip istemediğimi düşünmeden yaptığımı ve çok gergin olduğumu fark ettim.
Oysa iki saniyeliğine bir dursam ve ‘Yoncaaa, ne yapmak istiyorsun kızım?’ desem, cevap şak çıkacak ortaya. Ondan sonrası kolay.
İstemeyerek de olsa yapmak zorundaysam, bilinçli bir idare etme kararıdır derim, dayanırım.
Ya da, yok abi olacak gibi değil, yapamayacağım gibiyse, bir şekilde uygun dille dile getirmeye kafa yorabilirim.
Her iki şekilde de deli dana olmam ona eminim.
Yonca ‘Danacık’



Aldığın kararı uygulamak mesele…
Bir defterim var. Şubat 2015’te notlar almışım.

‘Kendim için önemli olduğunu bildiğim şeylerde, olay ve kişilerden etkilenmek, planlarımı bozmak istemiyorum.
Bu kendimden vazgeçmek oluyor. Bana iyi gelmiyor.
Kendime kötülük yapıyorum, olmuyor…’

Bu yazıyı yazmak için oturduğumda defter karşımdaydı, açtım sayfalardan birini ve karşıma bu çıktı.
Birden suratıma tokat gibi indi.
Şubat 2015’ten bu yana, yani bu kararı oraya yazdığımdan beri, sayısız defa başka kişiler ve benle alakası bile olmayan olaylar yüzünden bir dolu planımı değiştirdim.
Kendimi değiştirdim o durumda.
Yonca değildim.
Değdi mi dedim kendime...
Hem de hiç değmedi. Değmeyeceğini de biliyordum.
En kolayı kendimden vazgeçmekti, ben de yaptım.
Ve evet, bana hiç iyi gelmedi.
Belki bu cümleyi daha görünür bir yere yazmalıyım. Kararı almakta sıkıntı yok, mesele uygulamakta...
Doğum günüme kaldı iki ay... Bir yaş daha büyümeden bunu başarmayı, alışkanlık edinmeyi istiyorum.
Yonca ‘Kendinde kal’

Prince
Bir kere de ölmesin sevdiğim biri.
Bir kere de müziğini dinlerken öksüz hissetmeyeyim!
O da gitti demeyeyim.
Arkasından bir şeyler yazmayayım. Kimseyi bilmem... Bilemem. Ama benim hayatım saklıydı Prince şarkılarında. Ben diyemiyordum da o diyordu sanki bir şeyleri.
Yollarda durdum onu dinlerken. Hiçbir kere atlamadım bir şarkısını. O çalarken geçmedim bir sonraki şarkıya. Yarıda kesmedim asla.
Onunla büyüdüm.
Onunla kendimi dağıtarak yürüdüm kulağımda avaz avaz çığlığı ile Boğaziçi yokuşlarında.
Bizim üniversitenin orta alanında yağmurda kalakaldım kıpırdamadan Purple Rain’de. Hiiiç umursamadım ıslanmayı onunla.
Yurtta kendimi onunla idare edebildim.
Prince’le büyüdüm resmen. Daha yeni ‘deliriyorum tek konserine gidemedim diye’ demiştim kardeşime...
Her dinlediğimde beni aldı taşıdı bambaşka bir dünyaya.
‘Müzik Dünyası’na yedirmemesini sevdim şarkılarını.
Kendini çat diye piyasadan çekivermesini sevdim. Müzik benim, benim müziğimi benim istediğim şartlarla kabul edeceksiniz demesini sevdim.
Dinleyicisine saygısı, kendine, müziğe olan saygısı, duruşu her şeyini sevdim.
Moru sevdim.
Çocukluğunu, ufak tefekliğini sevdim.
Küçücüklüğündeki devasalığı sevdim.
Sokakta herkese açık müzik yapmasını sevdim. Herkes gibiymişçesine takılıp kimseler gibi olmamasını çok sevdim.
‘When Doves Cry’daki her harfin vurgusuna yıllarca aşık dolaştım.
Doyamadım ki hiç daha dinlemeye! Yetmedi ki çığlıkları bana! Benim atamadığım çığlıkları daha da çok atsın istiyordum ki ben yıllarca sonsuzca!
Freddie Mercury’de böyle oldum, Michael Jackson’da böyle oldum, J.D. Salinger gittiğinde böyle oldum ve şimdi Prince gidince de kötü çöktüm.
Çöktüm.
‘I Lost My Thunder!’ Fırtınamı kaybettim evet.
Ne kadar güvercin varsa hepsi öksüz kaldı esas şimdi ağlıyorlar!
Bu gidenlerin yerine kimseleri koyamadı bu dünya...
Kayıpları ondan çok ağır geliyor bana.
Yonca ‘Su damlası’



Bodrum’a 1 kala
Haziran benim için büyük büyük sancılarla geçiyor. Bir an önce geçsin bitsin, okul mokul kapansın kendimi Yalıkavak’da bulayım duaları etmekten perişan oluyorum.
Geçen ay, 48 saat gidebildim eve. Bahçeme bakmaya, ekip biçmeye...
Sandalyemi çektim yeşilin üstüne, ufka karşı, zeytinlerime yasladım sırtımı, kendimi onların arasında bıraktım bir süre.
Ne büyük kudreti var biliyor musunuz ufku görebilmenin, ağaçların altında yanında ortasında durabilmenin.
Hayatta doğanın insana verdiği sağlığa, dinginliğe, cesarete ve umuda inandığım kadar başka bir şeye inanmıyorum.
Canınızı ne yakıyorsa, kim incitiyorsa duygularınızı veya baktınız tadınız yok ve ne yapacağınızı bilemiyorsunuz, kaçın en yakınızdaki ağacın yanına. Bir bakın ona.
Dokunun. Susun yanında. Beraber nefes alın azıcık...
Sonra...
Sonrası mucize olacak.
Demişti dersiniz bana...
Yonca ‘Yeşil’

Tüm yazılarını göster