Barış Falay: Ailemi çok severim gerisi hikaye...

‘Ezel’ dizisiyle favorilerimize eklendi. ‘Medcezir’ dizisiyle sempatimizi toplamaya devam ediyor... Barış Falay, sadece iyi bir oyuncu değil, aynı zamanda iyi bir aile babası. Hayatının dönüm noktasını, eşini gördüğü gün olarak ifade edecek kadar da aşk adamı...

‘Çiçek Taksi’, ‘Dadı’ ve ‘Aliye’ gibi döneminin en sevilen dizilerinde de rol aldı ama asıl çıkışını ‘Ezel’deki Kerpeten Ali karakteriyle yakaladı. Atıf Yılmaz’ın unutulmaz ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ filminden serbest bir anlatımla gümüş ekrana da uyarlanan ‘Al Yazmalım’daki Cemşit karakteriyle bir kez daha gönüllerde taht kurdu. Son olarak ‘Medcezir’de izliyoruz kendisini Selim Serez karakterine hayat verirken. 

Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü’nü bitirdikten sonra 1997 yılında İzmit Şehir Tiyatrosu sanatçısı olan Barış Falay, son dönemin en başarılı isimlerinden biri kuşkusuz. ‘Hamlet’, ‘Üç Kuruşluk Opera’, ‘Kamyon’, ‘Kırmızı Yorgunları’, ‘Azizname’ ve ‘Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’ın da aralarında bulunduğu birçok oyunda rol alan Falay ile Santralİstanbul’un içinde yer alan Enerji Müzesi’nde buluştuk. Hem çok özel bir çekim yaptık hem de tiyatro oyunculuğundan dizi dünyasına, hayatının dönüm noktasından yeni projelerine birçok konuda keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. “Ailemi çok severim, gerisi hikaye” diyen Barış Falay zengin iç dünyasını büyük bir samimiyetle açtı, gerisi için röportajı okumanız gerekiyor. 

Tiyatro macerası nasıl başladı, çocukluk hayaliniz miydi?
Oyunbaz bir çocuktum, şaşırtmaları, kandırmaları severdim; bu yüzden de ablam bana hep “Sen oyuncu olmalısın” derdi. Fakat bir tiyatro oyununa gittiğim zaman gördüm ki bu benim yapabileceğim bir şey değil, çok zor. Bir süre sonra dergicilik yaparken, sosyalist derginin gençlik kollarını çıkarırken orada bir tiyatro grubu oluşturulduğunu öğrendim, sonrasında da ışıkçı olarak girdim oraya. Biri gelmedi, yerine ben geçtim, başlayış o başlayış. 

Oynadığınız ilk oyunu hatırlıyor musunuz, neler hissetmiştiniz genç bir oyuncu olarak?
İlk oyun Barışın Dostları Tiyatrosu’yla ‘Saloz’un Mavalı’ydı. Peter Weiss’ın yazıp, Can Yücel’in çevirisiyle oynadığımız diktatör Salazar’ın martavallarını anlatan bir oyundu bu. Can Yücel, o şahane Türkçesiyle Salazar’ı Saloz yapmış, bence de çok uymuş. Çok heyecanlı bir şeydi tabii ilk defa sahneye çıkıyor olmak ama ben ilk başta buna bir meslek olarak bakmadığım için sadece heyecan kısmı vardı, sonra meslek olarak seçince işin rengi değişti. Meslek olarak seçtiğiniz şeyin etik değerlerine de sahip çıkmaya başlıyorsunuz, o zaman başka bir yolculuk başlıyor sizin için.

O döneme dair unutamadığınız bir enstantane ya da anı var mı?
Edebiyat öğretmenime yakalandım. Ankara Sanat’ta bir temsilimizi yapıyorduk, lisedeydim o zaman. Bir fark ettim ki en ön sırada edebiyat öğretmenim bana bakıyor. Çok da özel bir hanımefendiydi, gerçekten müthiş bir öğretmendi. Çıkışında da tatlı bir espriyle olayı bağladık ama o anı unutamam. 

‘Deniz Kızı Masalı’ ve ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’ oyunlarını yönettiniz. Yine tiyatro yönetmenliği yapmayı düşünüyor musunuz?
Kocaeli Şehir Tiyatrosu’nu kuran oyunculardan biriyim, 26 arkadaşımızla beraber 1997’de kurduk. Oyuncu olarak devam ediyorum ama reji de yapabiliyorum. Rejiyi uzun vadede düşünüyorum, seviyorum, oyuncu yetiştirmeyi de seviyorum, çok da çaba sarf ettim bu konuda. 

Türk tiyatrosunun en büyük problemi ne sizce?
Türk tiyatrosunda bir sıkıntı var bence; o da metin problemi. Çağı yakalayan, günümüz insanının gerçekten durumunu anlatan… Benim gibi, tiyatro oyuncularının çoğu da yabancı oyunların Türkçeleşmesinden rahatsız. Bu durum bir yerde patlak veriyor. Belki diziler drama anlamında bu boşluğu dolduruyor, biraz daha endüstrileşme olduğu için iyi yazarları da kapmış durumda dizi piyasası. İşte iyi dizi yazarlarına diyorum ki “Senede bir tane de tiyatro oyunu yazın”. 

Komediyi mi daha yakın buluyorsunuz kendinize yoksa dramı mı?
Ben güzel projede rahat ediyorum; tiyatroda da böyle, dizide de böyle, sinemada da böyle. Komediyi, tiyatroda çok oynadım. Türkiye’de dizilerde komedi oynamaya biraz çekiniyorum açıkçası, çünkü komedi yaparsam bir daha bana dram yaptırmazlar gibi geliyor; nitekim bir tane bitirim adam oynadık, ondan kurtulana kadar canımız çıktı. Yapımcılarda sanki ‘Bu adam işte böyle bir adam’ der gibi bir algı oluşuyor. 

Oynadığınız rolün üzerinize yapışması gibi bir durum var sanki…
Türkiye’de ne yazık ki var, çünkü Türkiye’de cast sistemi “Bu rolü kime oynatalım, daha önce kimler böyle bir şey yaptı?” düşüncesiyle yürüyor. Ben de bu konuda biraz inatçıyım, çünkü okulda bize oyunculuğun başka biri olma sanatı olduğu öğretildi. Ben de hep başka birileri olmaya çalışıyorum. Bu durum hem mesleki anlamda bana daha doğru geliyor hem de daha zevkli. Bu nedenle oynadığım roller birbirine yakın roller bile olsa birbirine benzetmemeye  çalıştım hep. ‘Aliye’nin Müco’su da bitirimdi, Kerpeten Ali de ama birbirine benzemesin diye başka adamlar yapmaya çalıştım. Cemşit farklı bir adamdı, Cemşit’le Selim Serez’i birbirinden ayırmak için çok çabaladım.

Günün birinde ‘mutlaka canlandırmak isterim’ diyebileceğiniz bir karakter var mı?
Kendime bunu itiraf etmem zaman aldı ama duygusal aksiyon yani aksiyonun insan duygularıyla yapılan şeklini daha çok seviyorum. Bu oyunculuk açısından bana daha fazla olanak sunuyor. Genel anlamda rollerin sınırlarını zorlamayı seviyorum, yapımda o var, rolü olabildiğince çok boyutlu hale getirmeyi seviyorum. ‘Bu adam neyi yapmaz?’ diye düşünüyorsanız eğer, onu yapmayı seviyorum işte. 

Oyunculuk hayatınızın en unutulmaz anısı ne sizin için?
Çok var tabii ama ‘99 depremi sonrasında İzmit’teydik ve depremin arkasından tiyatroda zorunlu görevlerimizi yerine getirdik ekipçe; enkazlar, yardımları dağıtmalar… Dönemin belediye başkanı Sefa Sirmen de özel olarak rica etmişti zaten, güvenebileceği bir ekibe vermek istiyordu bu işi. Daha artçılar sürerken o salona yeniden girdik, oyunların provasını yaptık, dünyanın herhalde başka bir yerinde yoktur bunun örneği. Bir de ciddi bir deprem olmuş, ciddi bir afet söz konusu ama biz hep tiyatronun lüks olmadığına inandık, yaşamın içinden olduğuna inandık, ekmek kadar olmasa da önemli bir hizmet olduğuna inandık, bu yüzden de tüm ekip, o artçı sallantılar sürerken salonumuza girdik, sallana sallana prova yaptık. 

Yeni bir rol geldiğinde karar vermenizi sağlayan kriterler neler?
Senaryonun sağlamlığı tabii ki çok önemli. Biz okulda dramaturji dersi de aldık, o yüzden tüm sevgili tiyatro kuramı hocalarımız sayesinde birazcık metin okumayı öğrendik. Bence bir oyuncunun metni doğru okuması çok kıymetli. Metni doğru ve keyifli bulduktan sonra o rolü ne kadar yapıp yapamayacağıma bakıyorum açıkçası. Altından kalkabileceğime inanıyorsam ve o rol bende bir heyecan yaratıyorsa atlıyorum üzerine.

Tiyatro ve oyunculuk hayat adına neler öğretti size?
Tiyatronun en kıymetli tarafı bence kolay kolay göremeyeceğiniz hayatları bize sunması. Dolayısıyla hayata bambaşka bakış açıları getiriyor, dramanın en büyük gücü de o. İlk bakışta kabul etmeyeceğimiz gibi gördüğümüz yaşamları daha kolay algılamamızı sağlıyor ve bence insanda müthiş bir tahammül gücü geliştiriyor. Bu nedenle biz ailece dramayı seviyoruz.

Tiyatronun ülkemizdeki sıkıntıları malum. Bu noktada dizi oyunculuğu bir zorunluluk mu biraz da?
Ben bir kurum sanatçısıyım, devlet memuruyum. Kazandığımız para belli, benim bu konuda ağlamam yanlış olur, çünkü Türkiye’nin ekonomik yapısı ve insanların kazançları doğrultusunda çok da bir şey diyemiyorsunuz. Bizim seyirci ve sahne sıkıntımız var, bizim 600 kişilik bir salonumuz var, son 10 yıldır tiyatroda hiç boş yer görmüyorum. Tiyatromuzda haftada dört büyük oyunu, iki de çocuk oyunu oynanıyor ve oyunlar hep doluyor. Ama herkes gibi ben de yaşamımı daha kaliteli hale getirmek ve çocuğuma daha iyi bir gelecek sağlamak istiyorum. Diziler size bu anlamda daha iyi maddi olanak sağlıyor ama aynı zamanda o kadar çok zaman alıyor ki kazandığımız parayı harcayacak 
zaman kalmıyor. 

Dizi oyunculuğu ile tiyatro oyunculuğu hangi noktalarda ayrılıyor?
Kuşkusuz farklı disiplinler. Birinde haftalarca hazırlanıp, bol bol prova olanağı bulup, karakteri boyutlandıracak zaman buluyorsunuz. Diğerinde ise neredeyse hiç provasız yapıyorsunuz. Tiyatro oyunculuğunuzdaki yaratıcılık da dizi oyunculuğundan çok farklı bir yerde. Ama sonuçta her ikisi de oyunculuk, hepsi için geçerli olan şey; başka biri olma sanatı. Hepsinde bir hikaye anlatıyoruz, bizler hikaye anlatıcılarıyız, dolayısıyla önce hikayeyi düzgün anlatıp, sonra da keyif yaratmamız gerekiyor. Ben çok ayırarak bakmıyorum ama Türkiye’de bu kadar çok dizi yapılıyor olması bu anlamdaki pratiği yönetmene, görüntü yönetmenine, ışıkçıya sunduğu kadar oyuncuya da sunuyor. 

Eşiniz de tiyatro oyuncusu, birbirinizi mesleki anlamda nasıl yönlendiriyorsunuz, oyunculuğunuzu eleştirir mi, onu dinler misiniz?
Onu hep dinlerim. Eşim benden daha acımasızdır bana karşı ama çok sağlam bir gözü olduğunu düşünürüm Esra’nın. Metni benim görmediğim çok farklı yerlerden görür. Güzel metin okur ki işin aslı bu. Oyuncularda şöyle bir şey vardır bir de; kendi rolümüzü her zaman çok iyi göremeyebiliriz. İyi bir dış göz çok işe yarar. Biz de onun nimetlerinden faydalanıyoruz.

Bugünkü Barış Falay olmanızda rol oynayan en önemli kişiler ve olaylar ne sizce?
Haylazlığımdan ya da gençlik ateşinden dolayı lisenin ikinci sınıfında kalmam, sosyal bir adam olmam; sokağa çok çıkıyor olmam ve bu sayede tiyatroyla tanışmam, seçtiğim ve seçildiğim okulum, hocalarım, en önemli ve en büyük fayda da eşim. Bana oyunculuğu tiyatronun dışında farklı yerlerde de deneyebilme cesaretini o verdi yoksa ben İzmit’te rahat rahat takılıyordum kendi mütevazı dünyamda.

Sizi hiç tanımayan birine kendinizi nasıl anlatırsınız, yani ‘Beni ben yapan unsurlar şunlardır’ dediğiniz ne var?
Ben kendimi dönüştürmeyi seviyorum. Bundan 20 yıl önce beni ben yapan en temel zaafım sabırsızlığımdı. Şimdiyse tahmin edemeyeceğiniz kadar sabırlıyım. Olabildiğince kendime öğretmeye çalışıyorum bir şeyleri ama hala büyük zaaflarım var. Hala öfke enerjimden besleniyorum yani yanlış anlaşılmasın vurup kırmak anlamında değil tabii ama hani o bize hiç faydası olmayan beta enerjimiz var ya ondan besleniyorum zaman zaman. Ailemi çok seviyorum, gerisi hikaye geliyor.

Hayatı hesapsız kitapsız, plan yapmadan mı yaşarsınız yoksa hayatınız, her anı en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş programlardan mı oluşuyor? 
Hani üniversite sınavından önceki gece ders çalışmanın hiçbir anlamı yoktur ya, plan yapmak da bana en az bu kadar anlamsız geliyor. Sizi o güne kadar var eden ne varsa onlar size zaten bir yol sunuyor, biraz o yola bırakmayı seviyorum, çok kasmayı sevmiyorum.  

Hepimizin hayatında irili ufaklı dönüm noktaları oluyor. Hayatınızın en büyük dönüm noktası ne?
11 Şubat 2004, eşim Esra’yı ilk gördüğüm gün… Bizim yüzüğümüzün içinde de bu tarih yazıyor. O gün bambaşka bir hayata geçtim.

Şu ana kadar hayatta öğrendiğiniz en önemli şey ne?
Bilgi çok kıymetli ama güzel yürekle buluşursa… İyi düşünce ile yaratıcı düşüncenin pozitif olanıyla sunulursa bilgi hem yaşama daha çabuk dönüyor hem de daha gerçek bir şey oluyor. 

‘Keşke’ dediğiniz şeyler var mı hayatınızda, yoksa yaşadığınız her şeyi iyisiyle, güzeliyle yaşadığınız için mutlu musunuz?
‘Keşke’ çok demiyorum, olduğu kadar, olmadığı kader… Belki de bu anlamda rahat olmam, bana daha sonrasında ‘olduğu kadar’ları iyi yönetebilme şansı tanıyor, bu anlamda çok uçlarda değilim yani. 

Kırmızı çizgileriniz, asla müsamaha göstermeyeceğiniz şeyler neler?
Drama bize şunu öğretiyor aslında, hayatta değilse bile sahne üzerindeyken tabusuz olmamız gerekiyor. Tabular varken oyunculuk yapılmasını çok mümkün görmüyorum, sahne üzerinde fütursuz olmalısınız ki o rol sizin olsun. Bu nedenle biraz da rolün arızalarından başlıyorum ben, zamanla da kırmızı çizgileriniz insanların kolay kolay göremeyeceği yerlerde oluyor. 

Yeni projeleriniz var mı? Sizi son dönemde hangi çalışmalarda izleyeceğiz?
‘Medcezir’ bir aksilik olmazsa önümüzdeki yıl da devam edecek. Aynı zamanda tiyatro oyunlarımız devam ediyor. İyi bir sinema filminde oynamak istiyorum, gelen teklifler var ama aynı anda hem dizi, hem tiyatro çok zamanımı alıyor ama önümüzdeki zamanlarda güzel bir projede yer almak isterim. 




Pınar Altuğ ve Yağmur Atacan'ın kızları Su 15 yaşına girdi! Eşi ve kızlarıyla Mauritius'a giden Sinem Kobal'dan yeni kareler İşte Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin Osman'ı Emir Berke Zincidi 90'lı yılların yakışıklısıydı... İşte Kaan Girgin'in son hali... 'Kızılcık Şerbeti'nden yeni 2. fragman: Daha önce tanışmış mıydık Demet Şener: Sevgilime gönülden bağlıyım, evlilik şart değil