Bu yazı benimle ilgili, bana dair bir yazı. Ne kadar ilginizi çeker bilmiyorum, ama belki kendinizden bir şeyler bulursunuz umudu ile içimi döküyorum. Çocukluğumdan beri doyumsuz olduğum tek nokta öğrenmek oldu: Bilmek. Daha çok okumak, araştırmak, kafamdaki soruları cevaplamak. İnternetle aramdaki yoğun ilişki de bilgiye olan bağımlılığımdan kaynaklanıyor. Sokakta yürürken bir tabelada gördüğüm bir kelime, bir tarih; gazetede okuduğum ve geçmişini bilmediğim bir olay, bir sohbet içerisinde yabancı olduğum bir konu, benim internetin arama motorunun milyonlarca sayfasında kaybolmama sebep olur. Psikolojiyi kariyer olarak seçmemin en önemli sebeplerinden bir tanesi de insan gibi karmaşık bir organizmanın tüm duygu, düşünce ve davranış sistemi ile ilgili cevaplanmamış, araştırılmakta olan, güncellenen soru ve bilgilerin çekimine kendimi kaptırmış olmamdı.
Eğitim hayatım sanıldığının aksine sancılı geçti çünkü klasik eğitim sistemindeki bilgi beni hiçbir zaman tam olarak tatmin etmedi. Öğretilen her şey hakkında daha fazla soru oldu kafamda, farklı bir düşünce biçimi, verilen tezlere bir antitez. Yüksek lisans sırasında bile hep farklı bir düşüncem ve iddiam vardı kanıtlamaya çalıştığım. Yalnız ben şanslı insanlardan biriydim; çünkü her zaman beni bilgi olarak besleyen, entellektüel olarak zorlayan ve gelişmeme yardımcı olan fikirlerime saygılı eğitim ortamlarında bulundum. Okudum, daha çok okudum. Hala da okuyor ve araştırıyorum. Psikoloji birincil ilgi alanım olduğu için en fazla psikoloji ile ilgili okuyorum. Bugüne kadar kaç yüz kitap okudum bilmiyorum, ama en fazla kitaba ve eğitime yatırım yaptığım gerçeğini baz alırsak bu sayı oldukça fazla. Öğrenme azmim ve girişkenliğim ile psikoloji alanında çalışan ve dünyanın en ünlü bilim adamları ile tanıştım; onlarla arkadaş oldum. Zaman zaman onlarla birlikte çalıştım. Saygı duydum ve saygı gördüm. Bilgi öyle bir şeydir ki insan öğrendikçe ne kadar bilmediğinin farkına varır, ne kadar eksik olduğunu görür. Büyük bir özgüvenle bildiğini savunamaz çoğu zaman çünkü bilir ki bunun ötesinde çok daha fazlası var. Onun peşine düşer.
Bilimsel ortamlarda olmak beni her zaman besler ya da bilginin doğru ellerde olduğunu bildiğim kişilerle aynı ortamda olmak. Orada sınırlar vardır. Herkes haddini bilir, herkes birbirine saygılıdır çünkü kimin daha fazla bildiği, eğitim gördüğü, araştırdığı bilinir. Buna saygı duyulur. Ego savaşı, “Ben biliyorum” şeklindeki üstünlük mücadelesi yoktur, bilgiye saygı duyulan ortamlarda asıl amaç birbirinden beslenebilmek, bilgisine saygı duyulan kişiden daha fazla öğrenebilmektir.
İnsan bilgiye yatırım yaptıkça nasıl bir dünyaya girdiğinin farkına varamıyor. Basamakları tek tek çıkarken çoğunluğun da kendisi ile o basamakları çıktığını sanıyor. Oysa bir gün bir bakıyor ki senelerce başka diyarlardaymış da yeni dönmüş gibi yabancılaşıyor insanlara. Evet ben de kendimi çoğu zaman yabancılaşmış hissediyorum, anlaşılamıyor ve hatta bazen sıkışmış hissediyorum. Neden mi? İnsanın doğası gereği mutlu olması için her zaman kendisini besleyecek bir ortamda olması gerekir, fakat bunu her daim bulması tabii ki çok zor. Yalnız, beni son dönemde en çok yıldıran şey birçok kişinin her şeyi bildiğini iddia etmesi, azıcık bir duyumla edindiği bilgiyi “ben biliyorum” şekilde ortaya çıkıp konuşması, gerçekten bilgi sahibi olan insanlara karşı saygısız ve sınırsız davranışlar, iddialar, bir ego ve üstünlük savaşı içerisinde olması, “ben buradayım” çırpınışları, ve bir alt yapı olmadan kendinden çok emin şekilde konuşma hali… Bugüne kadar, öğrencilik yıllarımda hocalarımla fikir ayrılığı yaşadığım dönemlerde bile bilimsel birkaç kaynak okumadan ve o kaynakları harmanlamadan bir antitez oluşturmadım. Hayatımda bilgisi olan kişiye saygısızlık etmedim, bir fikrim olsa bile onun bildiği bir konuda, ona kibarca sordum. Bu ast-üst ilişkisinden veya hiyerarşiden ziyade, eğitime, bilgiye ve deneyime olan saygımdan kaynaklandı. İçinde bulunduğum ortamlarda da hep bu tür insanlarla birlikte oldum, beslendim ve büyüdüm. Yalnız, son dönemde ülkemizde gördüğüm ve gerçekten canımı acıtan şey ben bu kadar titizlenirken, bilginin bu kadar değerli bir şey olduğunu bilip peşine düşerken, birçok kişinin bilgiyi, bilimi hafife alıp, okuduğu 1-2 kitapla, birkaç insandan duyduğu ile “bilirkişi” ilan etmesi kendisini. Bilginin bu kadar ucuzlatılmasına, emeğe ve deneyime olan saygısızlığa tahammül edemiyorum. Herkes her konu hakkında konuşabilir, bunda özgürdür. Fikir beyan edebilir. Yalnız “bu böyledir” ya da “ben biliyorum” şeklinde kendisini o konuda uzman ilan etmesi benim açımdan anlaşılabilecek bir şey değil. Asistanlara yabancı birkaç makaleyi çevirtip sonrasında onları okuyup o konuyu bildiğini iddia eden kişiler, birkaç youtube videosunu izleyip kendisini o konunun uzmanı varsayanlar, kendi alanları olmadığı halde başka bir alanda çıkıp medyada rahat rahat ahkam kesenler, yurtdışına bir dolanmaya gidip özgeçmişine bunu çok içerikli bir eğitimmiş gibi gösterenler, kendisini “bilirkişi” ilan ettikleri bir ortamda insanlara yardım etmek yerine ne kadar zarar verdiklerini, bilime yaptıkları saygısızlığı, emeğe karşı boş vermişliklerini fark edemiyorlar; çünkü “cahil cesareti” denilen bir döngünün içinde hapsolmuş durumdalar.
Yurtdışında birçok kongreye katıldım. İlk başta dinleyici olarak katıldığım kongrelerde, son birkaç senedir konuşmacı, eğitimci olarak davet ediliyorum. Konuşacağım konu hakkında ne kadar bilgi sahibi olsam da aylarca çalışıyorum yapacağım konuşmaya. Son ana kadar güncelliyorum bilgimi, kaynaklarımı. Her şeyi bilmem mümkün değil tabii ama hep daha fazla öğrenmek istiyorum. Bu kongrelerde en çok takdir ettiğim, alanında dünyaca ünlenen bilim adamlarının sorulan sorulara zaman zaman “bilmiyorum” şeklinde verdikleri yanıtlar oluyor. Bilmemek, bilmediğini söyleyebilmek. 40 senesini bir alanda uzmanlaşarak geçirmiş bir uzmanın bunu söyleyebilmesi bilgiye verdiği değer ve bilime gösterdiği saygının yanı sıra onun “illa bu soruyu cevaplamam gerek yoksa beni bilmiyor” sanırlar kompleksini ne kadar aştığını gösterir. Maalesef toplumumuzda “bilmiyorum” demek eksiklik sayılıyor. Ego savaşı ve üstünlük mücadelesi bilgiye gölge düşürüyor. Tüm bunlara tepki gösterince de yalnızlaşıyor ve yabancılaşıyor insan. Bilmek acı veriyor. Tüm bunlar öfkelendiriyor. Yalnız öğrenmek benim için tüm bu karmaşık duygulara değer; neden mi; çünkü Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Cehalet yenilmesi gereken en büyük düşmandır.” Bilgiyle kalın.