Bir Eda Ece hikayesi
Olgun, düşünceli, sakin ve huzurlu! Psikologluk yolundayken, kendini oyuncu bulan, hikaye okumayı çok severken hikayelerin kahramanı olan bu genç kadının kendi hikayesini dinleyerek, kişiliğinin derinliklerine yolculuk yaptık.
Gençlik nereye gidiyor? E çok açık; üne, şana, şöhrete... Ekrana, o olmadı Instagram’a, o olmadı YouTube videolarına doğru yol alınıyor. Yani göz önünde olmak, bir nevi ünlü olmak, ana yol. Ünlü olmaya giden her yol da mubah. Hatta artık bu bir temel ihtiyaç. Gün içinde mutlaka yapılacaklar; yemek, içmek, tuvalete girmek, bir de sosyal medyaya girmek, fotoğraf-video yüklemek... ‘Ah şu günümüz gençliği!’ diye devam etmek gerekiyor bu noktada belki ama bunların hiçbiri sadece gençliğe ait vasıflar değil aslında, çocuğundan gencine ve hatta yaşlısına herkesin ihtiyacı buymuş meğer.
Röportaj: Filiz Şeref
Fotoğraf: Serhat Hayri
Styling: Rutkay Öziş
Saç: Akın Ünal
Makyaj: Melis İlkkılıç
Haliyle, takipçi sayısıyla kendine değer biçmenin tavan yaptığı günümüzde, gerçekten ünlü olduğu halde sakin kalabilmeyi, ünlü olmayı ana kariyeri değil, mesleğinin getirdiği bir durum olarak görebilmeyi, kendini ön plana atmadan sakince yaşamayı becerebilenler radarımıza usulca kendiliğinden girmeyi başarıyor. Çünkü artık böylesi, insanı şaşırtmayı başarıyor.
Zaten öyle olmasa, 13 yaşındaki ilk deneyiminin ardından belki de eğitimini tamamlamayı beklemeden onu çok daha fazla ekranda görebilirdik... Lakin Eda Ece’yi hafızamıza kazımaya başladığımız yıllar yedi yıl sonrası oluyor.
Eda Ece’nin hikayesi aslında henüz saçını iki kuyruk yaptığı yıllarda, 13 yaşındayken Heygirl dergisine kapak olmasıyla başlıyor. O sene beş bölüm de Hayat Bilgisi’nde konuk oyuncu olarak rol alıyor. Sonra duruyor, 20 yaşına kadar eğitim hayatına devam ediyor.
Üniversite son sınıfa doğru dönemin yine çok izlenen gençlik dizisi Pis Yedili ile, artık oyuncu olma yolunda adımlarını atmaya başlıyor.
Aslında üniversitede psikoloji eğitimi alıyor Eda Ece. Tiyatro ise okul yıllarından beri hayatında hep var. Zaten dikkatleri de tiyatro sahnesinde çekiyor. Peki bir insan neden oyuncu olmak ister hiç düşündünüz mü? Bunu en iyisi psikoloji eğitimi almış bir oyuncuya sormalı.
“Aslında göz önünde olmak için yapmıyorum bu işi. Ben tiyatro okudum, tiyatroyu da ünlü olmak için yapmadım hiçbir zaman. Ben hikaye seviyorum. Okuyun bana, sabaha kadar dinlerim hikayeleri. Başka insanların hikayeleri benim için çok ilgi çekici çünkü. Meslek olarak bunu canlandırmak da haliyle bana çok anlamlı geliyor. Tiyatroda kalsam belki de ünlü olmazdım, televizyona bir iş yapınca ister istemez ünlü oluyorsun. Ünlü olmak aslında yaptığım işin yanında gelen bir durum yani ben ünlü olmak için oyuncu olmadım, oyuncu olduğum için ünlü oldum.”
Soruya aslında kendi özelinde ve tüm olgunluğuyla yanıt veriyor Eda Ece. Evet evet, 28 yaşına yeni basmış olmasına bakmayın, çok daha olgun bir kadın var karşımızda.
Bu duruma gönderme yaparak, “28 gibi hissediyor musunuz?” dediğimizde ise; “Hani böyle old soul diyorlar ya biraz öyleyim doğru” diyor ve nedenini ailesine bağlayarak devam ediyor: “İki ablam var benim, 8 ve 10 yaş büyük benden. Babam da ileri yaşta. Ailede aklı başında ve olgun bir enerji içinde büyüdüğüm için herhalde, bu durum beni hayata kafa olarak biraz önden başlattı. Aynı zamanda ilgi odağı olarak büyüdüm ve hiç özgüven problemi yaşamadım.”
Eda Ece henüz stüdyoya geldiği an, zaten özgüven sorunu olmadığını da, olgun duruşunu da, sükunetini, sakinliğini ve hayata bakışının naifliğini de anlamanız zor olmuyor.
Peki söz çocukluk yıllarına gelmişken... Şu anda bu özellikleriyle dikkat çeken Eda, çocukken de aynı ruhta mıydı acaba dersiniz? Çocuk Eda’nın en dikkat çeken özelliği neymiş dersiniz? İşte bu noktada ters köşeden vuruyor topu; “Aşırı dışa dönük bir çocuktum ben, şu anda bile öyle değilim. Sevdiğim insanlara çok sıcağım ama dışarıdan üçüncü bir kişi beni soğuk olarak tanımlar. Küçükken bu hiç böyle değildi. Yabancılara karşı da son derece dışa dönük ve hareketli bir çocuktum.”
“Her şey yerli yerinde”
Herkesin hayalinde kendine çizmiş olduğu bir mutluluk tablosu vardır elbette. Peki Eda Ece’nin kendine belirlediği mutlu hayat tablosunda şu an her şey yerli yerinde ve olması gerektiği gibi mi, yoksa ihtiyacı olan eklenecek renkler, detaylar var mı bu tabloya? “Bir tane TED konuşması dinlemiştim, orada mutluluk bir konsepttir diyordu. Mutluluk tek bir şeye bağlanamaz; bir erkek arkadaşa, bir işe, bir nesneye bir olaya bağlı değildir mutluluk, bir konsepttir şeklinde bir konuşmaydı. O fikir benim çok hoşuma gitmişti. Ben şu anda kendi parasını kendi kazanan, pek çok dizi ve filmde rol alan ama hala kariyerinin başında sayılan, 30’larına yaklaşan bir insan olarak içinde bulunduğum durumdan ve yerden ise memnunum. Her şey yerli yerinde.”
Peki kolay mutlu olan biri mi dersiniz? Öyle miyim değil miyim diye biraz düşünüyor açıkçası, ağzında geveleniyor kelimeler... “Değilim sanıyorum” diyor ardından ve ekliyor bu kez kendinden emin bir şekilde. “Herhangi bir mutluluk beklentim yok kimseden, kendi kendimi mutlu etmeye çalışıyorum; doğru işler yaparak, arkadaşlarımla görüşerek ve kendi hayatımı kendim yöneterek. Mutlu bir yerde tutuyorum kendimi ve tamamen bana bağlı oluyor bu. Çevrede beni mutsuz eden şeyler olsa, birileri beni mutsuz etse bile günün sonunda mutluyum, özüme güveniyorum.”
Hayatı akışında yaşamak ya da yolunu kendin çizmek... Hangisi mantıklı bazen insan karar veremiyor. Eda Ece ise aslında çok düşünen biri olduğunu ama sonunda yine işleri akışına bıraktığını söylüyor. “Doğum haritamda Merkür baskın, ondan mıdır bilemiyorum ama çok düşünen biriyim. Fakat neticesinde gene içgüdüsel hareket ediyorum. Tam bir İkizler beynim var, hızlı hızlı ve çok düşünen ama her şeyi düşünen birine göre yine günün sonunda içgüdülerini takip eden... Sonuca baktığımızda çok da planlı yaşamıyorum aslında.”
Ya söz konusu olan oyunculuk, kariyer ve rol seçimi ise? “Oyunculukta da hep bana gelen senaryolar içinde, bir yerinden beni çeken işleri tercih ettim, orada da planlı hareket ettiğim söylenemez.”
Bir oyuncu ile sohbet etmenin en keyifli yanı sadece bir ünlü ile tanışmış olmak değil elbette. İşini hakkıyla yapan, tecrübeli oyuncuların size vereceği pek çok mesaj da oluyor o röportajların içinde. Peki ya oyuncunun kendisine, oyunculuğun verdiği ne gibi mesajlar oluyor? Kişiliğine nasıl bir katkısı oluyor oyuncu olmanın insana?
“Oyunculuk öyle bir meslek ki, çok farklı insan tiplerini, farklı gelir durumlarından, farklı kültürlerden insanları canlandırıyorsunuz. O yüzden aslında normal hayatta hiç yapmayacağınız şeyleri yapıyorsunuz. Elbette bu zevkli bir durum. Mesela Görümce filminde AntiGravity Yoga’ya merak salan bir kızı canlandırıyordum, üç ay dersini aldım. Normal şartlarda belki yapmayacağım bir şey. Haliyle oyuncu olunca her karakter sana bir şey de katmış oluyor. Her rolde saçımız değişiyor, tipimiz, kıyafetlerimiz değişiyor; insanların modları, yaşantıları değişince, sizin de deneyimlediğiniz şey değişiyor.”
Bu da belki oyunculuğun artılarından biri olarak empati kurmayı mümkün kılıyor olmalı. Empati! Günümüzün en büyük gereksinimi değil mi? Hani biz onları hep başka bir mertebede görüyoruz ya; para, pul, şöhret içindeler, onlar sıradan insanların halinden ne anlarlar diyerek... Oysa iş ünlü olmakta değil, insan olup olmamakta bitiyor işte.
“Ben zaten empatisi yüksek bir insanım, çocukken de öyleydim. Empati kurmadan olmaz elbette. Karaktere duygu verebilmek başka türlü mümkün değil. Sette zaten bir starlık söz konusu değil hiçbir zaman. Ben sette Yıldız’ın kıyafetleri, Yıldız’ın saçı ve moduyla bir gün geçiriyorum. Yıldız sinirleniyorsa sinirleniyor, ağlıyorsa ağlıyorum. Gün içinde bir sürü modu göğüslemen gerekiyor ve empati yeteneğin yüksekse oyunculuk senin adına daha kolay oluyor.”
Onun hakkında bunca şeyi öğrendikten sonra Yıldız ile arasındaki üç farkı da hemen tespit edebiliyorsunuz elbette. Evet, Yasak Elma’nın Yıldız’ı aslında Eda Ece’den oldukça farklı bir karakter. Peki Yıldız rolü özel bir hazırlık süreci gerektirmiş miydi acaba?
“Yıldız çok hayalperest ve yüksek enerjili bir kız. Benim enerjim normalde daha ağır daha oturaklıdır. Daha aklı başındayım ben. Yıldız daha çocuksu; yaşıt olmamıza rağmen başına kötü bir şey gelse de modunu ‘aman ne olacak?’ diye yükseltebilen bir kız. Yıldız sayesinde benim için de bu sene daha yüksek enerji ile geçmiş oldu böylece.”
Oyuncu olmanın ve kendi yeteneğiyle para kazanabilmenin en büyük lüksü olduğunu söylüyor bu noktada ama tabii ki çok göz önünde olmanın her yaptığının eleştirilmesi gibi dezavantajları olabildiğini de eklemeden geçemiyor.
Eda Ece’yi gençlik dizilerinde de Kocan Kadar Konuş, Görümce gibi komedi filmlerinde de izledik ve yeteneğini her geçen gün geliştirdiğini açıkça gördük. Peki kendisi oyunculukta hangi evrede olduğunu düşünüyor? “Bana verilen görevimi hep yerine getirdiğimi düşünüyorum. Oynadığım filmler de diziler de hep reytingi yüksek olan işlerdi. Beni beğenmeyen de olabilir elbette ama disiplinli ve çalışkan bir oyuncu olduğumu biliyorum ben. Hiçbir zaman sete geç kalmam, hiçbir zaman ezbersiz gitmem, görevlerimi yerine getiririm. Severek oynadığım karakterler de hemen belli olur. Sonuçta çalışılabilecek bir oyuncu olduğumu düşünüyorum.”
Eda Ece özel hayatından bahsetmekten hiç hoşlanmayanlardan, hatta daha da ötesi ailesi ve köpeği de dahil özel hayatının hiçbir detayını ortaya koymayı sevmiyor. Ve şu an yaptığı mesleğin, bu bakış açısına tezat olması onu da şaşırtıyor aslında. “Ben özel hayatının özel kalmasını çok isteyen biriyim. Sevdiklerime karşı çok korumacı bir tavrım vardır. Annemin, babamın, benim için özel şeylerin, köpeğimin bile özel kalmasını isterim. Fotoğraflarının çıkmasını, özel hayat sorularının sorulmasını sevmem. Bu kadar özel hayatını koruma içgüdüsünde olan bir insana göre ünlülük getirisi olan bir mesleğe sahip olmak tezat aslında, ama hayat zaten yeterince sürprizli yollar sunuyor. Hem bu mesleği çok seviyorum, sokakta bana sizi seviyoruz diye gelen insanları da elbette, ama özel hayatımı ortada yaşamak da bir yandan bana göre değil.”
Hayat bazılarına karşı cömert mi yoksa onlar mı azimli, çalışkan ve tuttuğunu koparan cinsten insanlar? Ne düşünüyorsunuz hakikaten? Eda Ece ise hayatın kendisine oldukça cömert olduğu konusuna katılıyor ancak şunu da eklemeden geçmiyor; “Ama benim de her önüme çıkan fırsatı azimle çalışarak ve iyi niyetle değerlendirdiğimi düşünüyorum.”
Peki ona güzellikle bile olsa yaptıramayacağımız şey acaba ne olabilir? Yanıtı, olası yanıtlar arasında beklediğimiz yerlerden gelmiyor. “Özel hayatım hakkında konuşmam” deyiveriyor.
Onu daha yakından tanımanın ve özüne inmenin yeni yollarını düşünürken, psikoloji okuduğu dönemde psikoloji kitaplarında dikkatini en çok çeken konuyu soruyoruz... Yanıt rüyalar ile nöroloji oluyor. Sonrasında ise kişisel gelişim kitapları okumayı pek sevmediğini öğreniyoruz. Bunu da açıklarken; “Bir insana yoga yarar bir insana psikoloğa gitmek, diğerine başka bir öğreti yarayabilir. Psikolojik ihtiyaçlarımız aslında aynı ama kimi bunu arkadaşlarıyla vakit geçirerek gideriyor kimi psikoloğa giderek kimi bir kitap okuyarak... Aslında kime ne iyi geliyorsa insan bunu içgüdüsel olarak seçiyor. Hiçbir öğretiye itirazım yok, ben ise kendi adıma hikaye okumayı tercih ediyorum; çünkü çok seviyorum. Mesela Orhan Pamuk kitaplarını, Virginia Woolf kitaplarını. O hikayelerde insan var çünkü, bir hikaye var, bana bu iyi geliyor.” Diğer yandan özellikle son dönemde oldukça kararsız olduğundan bahsediyor. “Ve bu bana artık acı verecek duruma geldi. İki gece önce YouTube’dan videolar izlemeye başladım; kararsızlık hastalık mı, nasıl geçebilir diye. Sonuç olarak, bir şeyin teziyle antitezini, iyi yanıyla kötü yanını aynı anda görebildiğim için kararsız kaldığım çıktı ortaya. İnsan iyi tarafını düşünür kötü tarafını görmez ya, ben her tarafını görüyorum.”
Ve sıra geliyor kadınsal mevzulara. Modanın üzerinde nasıl bir etkiye sahip? Hayatındaki yeri ne? Çözümlemek için durumu kod kelimeleri kendisine veriyoruz hemen; Chanel diyoruz, Prada diyoruz Dior diyoruz... O ise Balenciaga diyor! “Her moda olanı almam ama Balenciaga’nın çorap şeklindeki sneaker’larını alırım çünkü çok beğendim. Giyinmek kuşanmak iyi hissettiriyor tabii insanı ama ben çoğu zaman bir kot bir tişört ile çıkmayı tercih ediyorum.”
Genetik olarak şanslı olduğu aşikar. Biz ona bakınca bunu net olarak görüyoruz, peki o aynaya bakınca ne görüyor? “Güzellik odaklı yaşamıyorum. Dalga geçerim kendimle de. Genetik bir şansım var evet, onun dışında böyle bir tipim işte. Aynaya bakıp güzel miyim çirkin miyim kısmına odaklanmıyorum. Ama tabii ki kendimi iyi bulduğum bir fotoğrafı paylaşmayı tercih ediyorum. Klasik, alışık olduğum bir Eda halim var, onu görmeyi seviyorum.”
Ne kaşı, ne yüzü ne gözü ne de saçları... Yanlış anlaşılmasın bu bir diş macunu reklamı değil ancak o diş konusunda kesinlikle takıntılı. “Dişlerime hep çok iyi baktım ve hiç dişten çekmedim, çok sağlıklıdırlar. Tel de takmadım. Küçüklüğümden beri çok iyi baktım. Şevval (Sam) bana organik bir diş macunu hediye etti geçenlerde, çok mutlu oldum. Temizlikle ilgili şeyleri hep çok sevdim. Güzel kokan bir sabun, şampuan, temiz kokulu malzemeler, el kremleri alırım bolca. Çok makyaj yaptırdığımız için cilt bakımı da arada bir yaptırıyorum. Dizi için sarışın olmak durumunda kaldım uzun zaman sonra, ama aslında kendi rengini seviyorum, kuaförde de inanılmaz sıkılıyorum.”
Eda Ece kendi halinde, sıcakkanlı ama kendince mesafesini de koruyan, yeni nesil genç oyuncular içinde çizgisini hemen belli eden bir yapıya sahip. Takipte kalınız.