Bir Sosyalleşme Biçimi: Dedikodu
Bir dedikodu için neye ihtiyacınız var? İki kişi, bir konu ve uygun bir zemin ve ta-da! “Benden duymuş olma… Normalde hiç sevmem ama… Bak, kimseye söylemek yok… Neler oldu, neler!” Unutmayın iki kişinin bildiği artık sır değildir! Ama belki de dedikodu kötü bir şey değildir.
Dedikoduyla hiç işimiz olmaz. Dedikoduculardan ise hiç hoşlanmam. Biz olanları konuşuyoruz canım… Bir çeşit bilgi alışverişi... Ne var bunda? Birazdan konuşacaklarımız aramızda kalsın. Biliyorsunuz ki size güveniyoruz. Az şekerli kahveler ve çifte kavrulmuş lokumlar hazırsa iki lafın belini kırmaya ve dedikodu meselesini çekiştirmeye geldik.
En son ne zaman dedikodu yaptınız? En yakın arkadaşınızla keyif alarak yaptığınızı ve bazen bunun dedikodu olduğunu reddettiğinizi tahmin ediyoruz. İlk duyulduğunda negatif bir havası olan ‘dedikodu’ kelimesine olan bakış açınızı değiştirmek istiyoruz. Dedikodu, Türk Dil Kurumu’na göre, başkalarını çekiştirmek ve kınamak üzere yapılan konuşma olarak tanımlanmış. Teoride negatif bir anlama sahip olsa da pratikte bilgi alışverişi, sosyalleşme aracı ve değerlendirme türü olarak hayat buluyor. Toplumsal bağları güçlendirme özelliğini de es geçememek lazım. Aynı zamanda, dedikodu eyleminin temelinde bulunan yargılanma korkusu yüzünden toplumsal kuralları sürekli hatırlamak zorunda kaldığımızın da altını çizelim. Aslında işin özeti şu; otokontrol mekanizmasının ateşleyicisi olarak dedikodudan fazlasıyla besleniyoruz. Uzman Klinik Psikolog Ezgi Dokuzlu, toplumsal olaylar veya tanımadığımız kişilerin hayatları ile ilgili edindiğimiz bilgilerin gelecekteki kararlarımızı etkilediği görüşünü savunuyor. Kendimizi veya hayatımızı başkalarıyla kıyaslayarak durum hakkında fikir yürütmek, ihtimalleri değerlendirmek, farkındalık açısından faydalı olabilir ve ileride bize benzer durumda nasıl davranacağımız konusunda ipucu verebilir diye de ekliyor. Dedikodu ile olan ilişkimizin geçmişine göz atalım mı?
Atamızdan Yadigâr Bizde Dedikodu Var
Oxford Üniversitesi’nde görev yapan Antropolog ve Evrimsel Psikolog Profesör Robin Dunbar, 90’lı yılların ortasında dedikodunun sosyal bağlarımızı koruduğuna dair sunduğu fikri hızlıca popülerleşti. ‘Grooming, Gossip and the Evolution of Language’ adlı kitabıyla bizi insan yapan şeyin dedikodu olduğunu ve ilişki kurmanın kolay yolunu keşfettiğimizi söyledi. Profesör Dunbar, atalarımızın iş birliği yapmak için dedikoduya ihtiyaç duyduğunu ve bu sayede bilgi paylaşımı ve görev dağılımı problemini çözdüğünü belirtiyor. Aynı zamanda, dedikodunun grup üyeleri hakkında bilgi edinme mekanizmasını pratiğe dönüştürdüğünü de ekliyor. Dilin gelişiminde dedikodunun rolünü hem daha az çalışan ve daha çok tüketenleri tespit etmek hem de sosyal fayda sağlama arzusuyla bir arada tutuyor. Dunbar, primatların birbirini tarama/tımar etme eylemiyle, insanların gerçekleştirdiği dedikodu eylemini ‘fayda sağlama’ açısından benzer buluyor. Anlayacağınız dedikodu yapmak, yakın dönemde ortaya çıkmış değil; bir hayli mazisi olan bir alışkanlığımız. Prof. Dunbar, The Guardian ile yaptığı bir söyleşide dedikoduyu şöyle açıklıyor: “Sosyal ağımızın akışının sürmesi, başkalarıyla randevulaşmamız, öyküler anlatmamız için dil zaman içinde evrimleşti. Dedikodu yaparken insanlarla sohbet eder, içinde yaşadığımız sosyal dünyayla ilgili güncel kalırız. Dolayısıyla dedikodu bizi insan yapar. Ayrıca dedikodu, 18’inci yüzyıla kadar olumsuz algılanmıyordu.”
Günde Kaç Dakika Dedikodu Yapıyoruz?
Kaliforniya Üniversitesi’nin geçtiğimiz yıl yaptığı bir araştırmaya göre, modern insan bir günde ortalama 52 dakikasını dedikoduya ayırıyor. Başkalarıyla ilgili şeyleri duymaya fazlasıyla hevesli olduğumuzun resmî belgesi. Ayrıca, dedikodunun cinsiyetsiz bir eylem olduğunu da belirtelim. Kadınların erkeklerden daha fazla dedikodu yaptığına dair bilimsel bir veri yok. Sosyal gruplara giriş bileti sayılan bu eylem adeta bir iletişim biçimi olarak kabul görüyor. Komşular, iş arkadaşları ve yakın arkadaşlar bir grup ritüeli olarak bunu devam ettiriyor. Katılmamanız durumunda içeride var olan bilgiye ulaşamıyor ve dışarıda kalıyorsunuz. Yeni bir işe başladığınızı varsayalım mı? İş arkadaşlarınız kapalı bir küme olarak hayatlarına devam ediyor. Mutlaka dışarıya karşı geliştirdikleri ortak bir refleks vardır. Sizi tam olarak tanımadıkları için güvenmeleri de mümkün değildir. Fakat bir dedikoduya ortak olmanız ya da dışarıdan bir bilgiyi grupla paylaşmanız tıpkı eski çağlardaki sunağa hediye bırakma gibi karşılanabilir. Ortak bir olaya, dedikoduya ya da düşmana karşı birlikte reaksiyon göstermek grup üyelerini yakınlaştıracaktır. Artık siz de onlardan birisiniz. Gruba giriş biletini kaptınız! Sırada ne var?
Dedikodu hakkında pembe bir tablo çizdikten hemen sonra bir soruyla devam etmek istiyoruz. Dedikoduyu çok seviyoruz; peki neden dedikoducuları sevmiyoruz? Uzm. Klnk. Psk. Ezgi Dokuzlu sorumuzu şöyle cevaplıyor: “Toplumda ‘dedikoducu’ olarak tanımlanan kişiler genelde bunu takıntılı biçimde sürdüren ve başkalarının hayatına saygı duymayan kişiler olarak karşımıza çıkıyor. Bu kişiler genellikle güvenilmez olarak görülüyor. Dedikoducular genellikle, toplumda bir yer edinmek amacıyla veya herkese bilgi aktararak birçok kişiyle etkileşimde bulunmak adına bunu yaparlar. Hatta söz konusu kişiler, hikâyeyi daha ilginç bir hale getirmek için var olan durumu abartarak olayı dramatize eder veya kendi kişisel yorumlarıyla karşısındaki kişiyi yönlendirmeye çalışır. Bu kişiler kendi hayatından daha çok başkalarının hayatlarına odaklanır ve bazen kendileri gibi değil başkaları gibi konuşmaya, düşünmeye, yaşamaya başlarlar.” Bu noktada dikkat etmemiz gereken en önemli şey bunun manipülasyon için ideal bir yöntem olması. Dedikoduyu bir yaşam biçimi haline getirmiş kişiler, dedikodu sayesinde aldatıcı yönlendirmelerde bulunabilir. Unutmayın, bir gün ibre size de dönebilir... Yani aynı kişi, bir başka grupta bu kez sizin ağzınızdan çıkanları değiştirerek aktarabilir.
Dedikodu Yapmayanlara da Güvenmiyoruz
Bir başka kişinin yüzüne söylenemeyen şeylerin veya konuların başkaları tarafından konuşulması olarak da tanımlayabileceğimiz bu kavram hakkında artık bilgi sahibiyiz. Peki günlük hayatta buna karşı kendimizi nasıl savunuyoruz? Dertleşmek, bilgi aktarmak ve akıl danışmak gibi bahanelerle dedikoduyu saklamaya çalışıyoruz. Dilerseniz ilk fırsatta bir dedikodu seansının ortasında gruba dedikodu yapıp yapmadıklarını sorun. Eğer o grubun bir üyesi değilseniz alacağınız muhtemel cevap: “Hayır canım, olanları konuşuyoruz.” Bu satırların yazıldığı esnada en azından bu şekilde bir diyalog gerçekleşti. Denemesi bedava… Hazır bedava demişken, bir dedikoducu profilinin itiraflarına da değinelim. Çevresine karşı dedikodudan nefret eden bir profil çizen başrolümüz, bu eylemi; başka bir dünyayı zahmetsizce tanıma fırsatı, bedava tecrübe, bir kişiyi tanımanın en kolay yolu ve zamandan tasarruf maddeleriyle tanımlıyor. İnsanlar güven ve dedikodu arasında ilginç bir bağ kurmuş durumda. Dedikodu yapan kişilere güvenmezken, yapmayan kişilere de pek güvenemiyoruz. Haksız mıyız?
Günün sonunda birçok doğru ya da yanlış bilgiyle hafızanızı doldurmuş halde kendinizi bulacaksınız. Üzerinize yığılmış dedikodular arasından ihtiyacınız olanları ayırarak diğerlerini çöp kutusuna taşıyarak yok edin. Şimdi, yastığa başımızı koyduğumuzda küçük hesaplaşmalara başladıktan hemen sonra uykuya dalacağız. Alarmımız ise muhtemelen şöyle çalacak: Dedikodu dedikodu kuru iftira, beyhude yere gücenip alınma. O kuyruklu yalanlar kanıp yakma beni kıyma bu kula… Şimdi, bir Türk kahvesi daha içer miyiz? Biraz da siz anlatın…