Bu yüzden iş başa düştü diye düşünmüş ve oturmuştu bilgisayarın başına ve uzun sürelerde araştırma yapmıştı. Sonuç olarak bizzat kendisinin alması gereken önlemleri öğrenmiş ve hemen hayatına sokmaya başlamıştı. Bu küçücük önlemler bile bir nebze olsun şikayetlerini hafifletmişti ve ilaç ihtiyacı azalmıştı.
Ancak başka bir yöntem yok mu diye araştırırken pek çok yöntemi de incelemişti. Böylece tamamlayıcı ve geleneksel yöntemleri de deneyebileceğine kanaat getirmişti. Ülkemizde bazı yöntemler kanunlar ve yönetmelikler ile tanınmıştı ve bu yöntemleri uygulama yetkisi sadece bu yöntemlerin eğitimini almış hekimlerindi. O yüzden mutlaka bir hekimle görüşmeliydi. Hem klasik tıbbı, hem de bu yöntemlerin bir ya da ikisini iyi bilen ve birlikte kullanımları ile ilgili tecrübesi olan bir hekimi bulmalıydı. Günümüzde buna integratif tıp deniyordu. Yani bir arada birden fazla tıp yöntemini bir arada kullanmak anlamına geliyordu.
Araştırmaları sırasında ilk karşısına çıkan yöntem Homeopati oldu. Yaklaşık 220 yıl önce Almanya’da bulunmuştu. Aslında ilk tanımlamayı Hipokrat yapmıştı, ancak bilimsel olarak temel ilkelerini ve uygulama prensiplerini Dr. S. Hahnemann tanımlamıştı. Yöntem Avrupa ve bütün Dünya’da çok yüksek oranlarda kullanılıyordu.
Bu yöntemin en önemli özelliği farklı bir aforizmaya dayanan iyileştirme prensibiydi. İlaçların yüksek bir oranda kaynağı bitkilerdi. Ancak az oranda doğal mineraller ve doğadaki bazı diğer kaynaklar ilaç olarak kullanılıyordu. Bu ilaçlar önce rölatif yüksek dozlarda sık tekrarlar ile sağlıklı gönüllülerde deneniyor ve geçici bir ilaç hastalığı oluşturuluyordu. Oluşan bu hastalık bulguları kayıt ediliyor ve bu kayıt altındaki bulgu ve şikayetler ile gelen bir hasta olursa işte bu sağlıklı insanlar üzerinde denenmiş olan ilaç hastaya çok daha düşük dozlarda ve daha seyrek aralıklar ile veriliyordu. Düşük dozlar ve seyrek tekrarlar yan etki oluşumunu da nerede ise sıfıra yakın bir sıklığa geriletiyordu. O yüzden de akla çok yatkın geliyordu. Ayrıca bu ilaçların çok yüksek standartlarda üretiliyor olması da işin diğer bir güven verici yanıydı.
Okuduğu diğer bir yöntem ise İÖ 4000 yıllarda Çin’de bulunan Akupunkturdu. Aslında sadece akupunktur demek yanlış olurdu. Bu gerçekte Geleneksel Çin Tıbbı’ydı ve kendine has bitkileri de içeren bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekiyordu. Bedendeki enerji yolakları üzerindeki blokajların ve bu blokajlara bağlı oluşan organ fizyolojisindeki defektlerin iğneleme ile ortadan kaldırılması esasına dayanıyordu. Ayrıca bedeni bu süreçte desteklemek adına bazı bitkilerin farklı formlarda kullanılması da yöntemin tamamlayıcısıydı. Bu yöntem aslına bakılırsa ülkemizde de kullanıma girmiş en eski yöntemdi ve halk tarafından da fazlası ile tanınıyordu.
Bu iki yöntemin de ortak özelliği de hastalıktan ziyade hasta insanı iyileştirmeye odaklanmış olmalarıydı. Bu yüzden hastayı her zaman bütünsel olarak değerlendiriyor olmalarıydı. Bütünsel değerlendirme derken sadece fiziksel ve zihinsel bulguların bir arada değerlendirilmesi yeterli değildi. Ayrıca hasta içerisinde bulunduğu toplum ve çevre ile birlikte değerlendiriliyordu. Böylece bütünüyle bir iyileşme hedefleniyordu. Bu yöntemlere göre her ne kadar polenler tetikleyici olarak ele alınsa da hastalığın altında yatan bütün sebepler derinlemesine araştırılıyordu. Böylece yapılan görüşmeler aslında bir farkındalık oluşmasına da neden oluyordu.
Bir diğer yöntem de bitkileri materyal dozları ile kullanan ve bazen bitkilerden elde edilen ilaçların bedende birikiminin tedavi için gerekli olabildiği Fitoterapi idi. Bu yöntemde de hekimlerce reçete edilen yüksek standartlarda üretilmiş bitkisel kökenli ilaçlar mevcuttu. Ancak bütün internet kaynakları bitkilerden fayda sağlamak adına hekime danışmadan her hangi bir bitkisel ürünü kullanmayı asla ve asla önermiyordu. Bu yüzden bu konuda da yetki sadece eğitimli ve deneyimli hekimlerdeydi.
Ayrıca bedende eksiklikleri tamamlamak da yöntemlerin etkilerini kuvvetlendirmek adına çok önemliydi. Bu bilgiler dünyada Ortomoleküler tıp diye geçiyordu ve bedendeki vitamin, mineral ve benzeri maddelerin eksikliklerinin giderilmesinin hastalık şikayetlerinin gerilemesine neden oluyordu. Bu yüzden bu eksiklikleri tanıyıp, tetkiklerini yaptırabilecek ve sonuçlara göre eksiklikleri giderebilecek tek kişi de hekimdi.
Bir de bağırsak florasının her türlü hastalığın oluşumun temellerinde etkili olabileceğini okumuştu. Günümüzde konvansiyonel tıp da bağırsak florasının önemini fark etmişti ve bu konuda çok fazla araştırma üretmeye başlamıştı. Ancak piyasa da çok fazla sayıda probiyotik ilaç vardı ve en doğru ilacı seçmek gerekiyordu. Ayrıca beraberinde prebiyotik kullanımı da öneriliyor muydu? Bu yüzden bu konuları da en iyi bilen kişi yine iyi araştıran ve bu konularda bilgili olan bir hekimdi.
İşte bu bilgiler ışığında kendine uygun yöntemi bulmak için tekrar bilgisayarının başına geçti ve uygun bir hekim bulmak üzere araştırmaya başladı! Ancak hissediyordu ki integratif tıp yaklaşımı hangi yöntemi seçerse seçsin yaşamını kolaylaştıracak ve hayat kalitesini yükseltecekti.