Çikolataya adanmış bir ülke

Belçika’nın başkenti Brüksel ve yakınındaki şehirleri keşfetmediyseniz, bu bahar tam zamanı!

Yazı: Gülru İncu

Bir şehir düşünün sokakları buram buram çikolata ve waffle kokuyor. Binalar Tenten ve pek çok çizgi roman arkadaşlarının resimleriyle süslü, kafelerinden Jacques Brel şarkıları yayılıyor havaya... Belçika’nın başkenti Brüksel ve yakınındaki şehirleri keşfetmediyseniz, bu bahar tam zamanı!

YILLAR ÖNCE JULIETTE BINOCHE VE JOHNNY DEEP’İN ROL ALDIKLARI Çikolata filmini izlediyseniz benimle aynı hisleri paylaştığınıza eminim; sadece görüntüsüyle bile kokusunu buram buram hissettiren ve yetenekli oyunculardan adeta rol çalan bu muhteşem lezzet; görsellik-tat-koku üçgeninin hayatımızda ne kadar vazgeçilmez olduğunun neredeyse canlı kanıtı. İşte tüm duygularımızı ayağa kaldıran bu karşı konulmaz lezzete adanmış bir şehri, Brüksel’i ve komşu şehirlerini keşfetmek için çıktık yola... Brükselle ilgili öncelikle bilmeniz gereken tek şey tüm şehrin hatta komşu şehirlerin bile buram buram çikolata koktuğu. Evet, caddelere yayılan bu kokudan ya da vitrinleri süsleyen her boy ve çeşitte çikolatan kaçma imkanınız kesinlikle sıfır. Hele Brüksel’e ya da masallar şehri Brugge’e gidecekseniz diyet yapmayı falan unutun, hiç şansınız yok.

ORTAÇAĞ FONUNDA BİR YOLCULUK
Brüksel Belçika’nın ve Belçika’nın üç federal bölgesinden biri olan Brüksel Bölgesi’nin başkenti. AB Komisyonu, AB Bakanlar Konseyi ve dönüşümlü olarak görev yapan Avrupa Parlamentosu gibi Avrupa Birliği’nin birçok önemli yapısına ayrıca NATO Merkez Karargahı’na ev sahipliği yaptığı için diplomatik bir ağırlığı var. Flaman mimarisi binalarla çevrili Grand Place ya da Flamanca adıyla Grote Markt, şehrin ve güzel ve en hareketli meydanı. Her yer bir film platosu gibi, ihtişamına hayran kalıyorsunuz. UNESCO Dünya Tarihi Mirası Listesi’ne girerek koruma altına alınan meydanda yan yana sıralanan birçok önemli yapı var ki gotik üslupta yapılmış l’Hotel de Ville (Belediye Sarayı) ve Maison du Roi yani kralın sarayı mimari tarzlarıyla yıldız gibi parlıyor. Meydanda Karl Marx’ın komünist manifestonun bir kısmının yazdığı bina ile Victor Hugo’nun 1852’de kaldığı evi görebilirsiniz. Bourse de Bruxelles yani Borsa Binası; korint sütunları, merdivenleri ve şehri temsil eden kadın kabartmasıyla süslü zarif alınlığı ile pek görkemli bir Yunan yapısı. Meydanın arkasında kalan ve 1847 yılında açılan Galeries Royales St-Hubert, Avrupa’nın ilk alışveriş merkezi. Butik çikolata dükkanları ve cam çatısıyla çok hoş bir pasaj. Leonidas ve Pierre Marcolini’nin çikolataları pek ünlü, tabii fiyatı da ünüyle atbaşı gidiyor. Brüksel aynı zamanda sokak pazarlarıyla da çok ünlü. Her gün açılan Marolles bit pazarı ikinci el tutkunları için bir cennet adeta; Çukurcuma ya da Gümüşlük’teki antikacılarda benzerlerini görebileceğiniz yığınla güzellik var burada, üstelik üçte bir fiyatına. Hatta ellerinde bavulla gelen Türklere rastladık biz. Antikaya meraklıysanız Brüksel’in şık semti Sablon’da da hoş dükkanlar var.



YE, İÇ!
Brüksel’de ne yenir, ne içilir diyorsanız midye neredeyse ulusal bir yemek halini almış. Biralar gani, lisanslı 400 çeşit bira var. Gittiğiniz restoranda garsona danışırsanız aromasıyla yemeğinize en uygun birayı söylüyor, tabii her biranın özel bir bardağı var. Bira dükkanlarından bu biraların bardaklarını da satın alabilirsiniz. Waffle’lara gelince, sokaklara yayılan kokularını geçtim, süslemeleriyle neredeyse sanat eseri. Gittiği her yerden mutlaka hediyelik eşya alanlardansanız, Belçika, 16’ncı yüzyıldan beri yapılan el işi dantelleri başta olmak üzere ev tekstili, çikolata, bira, çizgi roman, plak ve Tentenli tişört almak için bulunmaz nimet ama el işi danteller ile lisanslı Tenten tişörtlerinin fiyatları pek ucuz değil baştan söyleyelim, yine de bütçenize uygun bir şeyler bulabilirsiniz.

MÜZİK SORUN OLABİLİR Mİ?
Brüksel’de nüfusun yüzde 80’i Fransızca, yüzde 20’si Flamanca konuşuyor. Brüksel metrosunda hoparlörden duyulan müziğin ne dilde olacağı da Flamanlar ile Belçika’nın güney kısmında oturan ve resmi dili Fransızca olan bölge halkı Volanlar arasında tartışma konusu olmuş. Her iki taraf başkentin metro istasyonlarında dinletilen müziğin ağırlıklı olarak İngilizce olmasına karşı. Kendi dillerinin eşit ağırlıklı olmasını istiyorlar. Yani istekleri gerçekleşirse yüzde 30 Fransızca, yüzde 30 Flamanca olacak. Geri kalanı ise İngilizce, İtalyanca, İspanyolca arasında paylaştırılacak. Peki ülkenin diğer dili Almanca ne olacak? Şimdi biz neyi tartışıyoruz adamlar neyi tartışıyorlar diye düşünüp kendinizi biraz tuhaf hissedebilirsiniz, normal. Hani Avrupa insanı ile Ortadoğu insanın dertlerine bir de bu perspektiften bakmak lazım. Brüksel’de Art Nouveau akımının en güzel örneklerini görebilirsiniz ki bunlardan biri de Müzik Enstrümanları Müzesi, beklenmedik şekilde etkileyici. Art Nouveau akımının öncülerinden Belçikalı mimar Victor Horta’nın yaşadığı ev ise bugün Horta Müzesi’ne dönüştürülmüş. Çağdaş sanata meraklıysanız Belçikalı sürrealist ressam Rene Magritte’in eserlerinin yer aldığı Musee Rene Magritte’e mutlaka uğrayın.



BRÜJ YA DA BİR MASALI YAŞAMAK
Avrupa’nın günümüze kadar gelebilmiş güzeller güzeli Ortaçağ şehirlerinden biri Fransızca okunuşuyla Bruges. Belçika’da her yerin 2-3 adı olduğu gibi onun da Flamanca (Brugge) ve Almanca (Brügge) adları var. Türkçede köprü anlamına geliyor. Belçika’da Flaman Bölgesi’nin en büyük şehri ve başkenti. Taş ve kırmızı tuğladan yapılmış, beşik çatılı Flaman evlerinin arasından sakin sakin akan kanalları, kuğuları, suya kadar inen ağaç dalları, taş köprüleri, Arnavut kaldırımlı sokakları ve gecenin karanlığını aydınlatan sokak lambalarının buğulu ışığıyla dingin ve huzurlu bu şehir resmen içinize işliyor. Sanki bir sonraki sokaktan atına binmiş zırhlı bir şövalye önünüze çıkacak... Bruges, Brüksel Merkez Tren İstasyonu’ndan bir saat uzaklıkta. Önce kanalda motor turu yapın, sonra şehri görün bence. 13’üncü yüzyıldan kalma şehir meydanı yani Grote Markt tıpkı Brüksel’deki Grand Place’ı andırıyor. Belfort Çan Kulesi 1240’tan beri aktif ama çıkmak için 366 basamak var önünüzde, söyleyeyim. Önünüze çıkan her çikolata dükkanına girmeyi ihmal etmeyin, çünkü çikolatayı sanata dönüştüren bu insanlara hayran kalmamak mümkün değil. Bira+patates yapmadan ve kanalın yanında kahve içmeden asla dönmeyin.

BRÜJ’DEN ROL ÇALAN ŞEHİR: GENT
Ghent ya da Fransızca adıyla Gand, Brüksel’den 30 dakika uzaklıkta. Brüksel Zuid-Midi tren istasyonundan kalkan Gent-St. Pieters treniyle şehre geliyorsunuz, 15 dakika yürüdükten sonra şehir merkezine ulaşıyorsunuz. Dilerseniz tramvaya da binebilirsiniz tabii. Ortaçağ’dan kalma binaları ve nehirleriyle Bruges’ü anımsatsa da o sakinlik ve romantizm yerini burada daha turistik kaygılara bırakmış; yine de haksızlık etmeyelim çok güzel bir şehir. Gotik mimariyi seviyorsanız Belçika’da kesinlikle göbeğindesiniz, tadını çıkarın. Gent’in meşhur köprüsü St. Michaelshelling üzerinden şehir merkezi Korenmarkt’a gidin, kafe ve restoranlarıyla çok ünlü. Yanında sıralanan ve artık bu coğrafyanın simgesi olduğu için kanıksadığınız beşik çatılı evlerle Leie Nehri, gün batımında o kadar güzel ki başka bir çağa ışınlanmış gibi hissediyorsunuz. Fotoğraf çekmek istiyorsanız aynı mekanlara hem gece hem de gündüz gitmenizi tavsiye ederim, çok farklı şeyler bulabilirsiniz. Leie Nehri’nin uzandığı Graslei, şehrin en güzel panoramik görüntülerinden birine ev sahipliği yapıyor. Yanında ise 12’nci yüzyıldan kalma evler uzanıyor. Elinize 400 çeşit biradan birini alıp patates kızartmasıyla beraber nehir kıyısına inebilirsiniz. Bu güzel ülkeden dönüş biraz hüzünlü oluyor ama her bitiş yeni yolculuklara açılıyor, değil mi?



UĞRAMADAN OLMAZ
Amadeus: Kırmızı-beyaz kareli örtülerle yemek masalarının bir kütüphanede sıralandığını düşünün. Amadeus işte böyle bir yer. Duvarlar tavana kadar kitap dolu. Çalışanlar çok güleryüzlü ve sempatik. Lezzetler parmak ısırtacak cinsten. Avrupa’nın pek çok yerinde olduğu gibi yemekle gelen şarap da çok leziz.

Chez Leon: Diğer adıyla Leon de Bruxelles. Midyeleri çok meşhur. Özellikle tereyağ, domates, sarımsak ve peynirli midye Moules Provençale. Küçük bir tencerede önünüze gelen Formule Leon ise kerevizle pişirilen midyelerden oluşuyor. Paris’te Champ-Elysee’de de bir şubesi var.



Le Cirio: 1886’dan bu yana açık. Yaldızlı sütunları, ferforje avizeleri, ahşap mobilyaları, kırmızı kadifeleri ve duvar kağıtlarıyla çok hoş bir brasserie. Jacques Brel’in en sevdiği kafelerden biriymiş, hatta onun devamlı oturduğu masanın yanındaki duvarda siyah-beyaz bir fotoğrafı da asılı. Burada otururken onun çok sevdiği, half and half’tan için. Bu hafif içki 1/2 beyaz şarap, 1/2 şampanyadan oluşuyor ve önünüzde garson tarafından hazırlanıyor.
Vincent: Et sevenler için bir klasik. Yemekleri ve dekorasyonu muhteşem, mutlaka gidin.
A La Mort Subite: Tipik bir Brüksel barı. Bugün dördüncü kuşak tarafından işletiliyor. Ortaçağ’dan bu yana Belçikalı keşişlerin ürettiği trappist birasını mutlaka deneyin.

Pınar Altuğ ve Yağmur Atacan'ın kızları Su 15 yaşına girdi! Eşi ve kızlarıyla Mauritius'a giden Sinem Kobal'dan yeni kareler İşte Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin Osman'ı Emir Berke Zincidi 90'lı yılların yakışıklısıydı... İşte Kaan Girgin'in son hali... 'Kızılcık Şerbeti'nden yeni 2. fragman: Daha önce tanışmış mıydık Demet Şener: Sevgilime gönülden bağlıyım, evlilik şart değil