Doğası bambaşka oyuncu Sıla Türkoğlu ile dengeli, sahici ve umut dolu bir buluşma...
Son dönemin en başarılı yapımlarından 'Kızılcık Şerbeti' dizisinin baş rolü oyuncu Sıla Türkoğlu ile dengeli, sahici ve umut dolu bir buluşma gerçekleştiriyoruz.
Son dönemin en başarılı televizyon yapımlarından Kızılcık Şerbeti’ndeki Doğa karakteriyle, yıldızı her geçen gün daha fazla parlıyor. Sıla Türkoğlu, ‘samimi, herkesin herkesi tanıdığı ve benimsediği bir yer’ olarak tanımladığı İzmir’de geçen çocukluğundan sonra hayallerinin peşine düşerek İstanbul’a geliyor ve şehrin kargaşasıyla yüzleştiğinde ilk tepkisinin, ‘ben ne yaptım? olduğunu söylüyor. Sıla, gerçekliği muğlak ya da ışığı göreceli bir etki yaratmıyor üzerinizde. Dengeli ve doğalında parlayan bir yıldız aurasına sahip. Oyunculuk, her ne kadar meşakkatli bir yol olsa da bu yolu yürümeyi sevdiğini söylüyor sohbetimiz esnasında. O yolları güzelleştirmeye cesaret eden ve emek harcamanın yeganeliğinin farkında olan biri olduğunu düşünüyorum ben de. Sıla Türkoğlu ile hikayesinin derinliklerine doğru, onu daha yakından tanıyacağımız, çıkmaz sokakları olmayan, kendi gibi dengeli, sahici ve umut dolu bir yolculuğa çıkıyoruz…
RÖPORTAJ: SİMAY ENGÜR
FOTOĞRAF: ONUR DEMİRDAĞ
STYLING: EYLEM YILDIZ
FOTOĞRAF ASİSTANI: YUNUS EMRE TEPE
STYLING ASİSTANI: İREM SÖNMEZER
SAÇ: HARUN ATEŞ/ARKHE
HAIR DESIGN MAKYAJ: HAKAN KÜLTÜR
MAKYAJ ASİSTANI: ZEHRA EROĞUL
DİJİTAL İÇERİK KOORDİNASYONU: BARAN ALIŞKAN
VIDEO: BEGÜM BESTE BENGÜ
VIDEO ASİSTANI: SEMİH CAN DUBACI
ELELE NİSAN SAYISINDAN
-Hayatınızın nasıl bir dönemine geldik, şu sıralar neler yapıyorsunuz?
Ülkece çok zor günlerden geçiyoruz. Haliyle çok iyi olamasam da kendi iç huzurumu korumaya çalıştığım bir dönemdeyim. İş tempom haricinde kendi içime döndüğüm, kendimle yüzleştiğim, genel bir sorgulama dönemimdeyim.
-Arama motoruna ‘Sıla Türkoğlu kimdir?’ yazdığımızda burcunuzdan, okulunuza ve bugüne dek rol aldığınız tüm dizilere ulaşabiliyoruz. Bu biyografik bilgilerin dışında Sıla kimdir, boş günlerinde neler yapar, küçük mutlulukları nelerdir?
Sanılanın aksine bence gayet basit yaşayan biriyim. Bu aralar biraz ev kuşuyum. Birkaç dostumla evde keyifli vakit geçirmek bana daha iyi geliyor. Oyuncu kimliğimi bırakıp, kendim gibi olabildiğim küçük mutluluk alanları yaratıyorum.
-Doğa karakterini canlandırdığınız Kızılcık Şerbeti, son dönemin en başarılı televizyon dizilerinden biri oldu. İlk fragmanın yayınlandığı dönemi hatırlıyorum, epey tepki almıştı. Şu an ise izleyicisi tarafından anlaşılmış ve herkesin kendinden bir parça bulabileceği bir ‘ayna’ etkisine dönüşmüş durumda. Doğa karakterinin önünüze ilk geldiği günden, bugüne dek sizin düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? Dizinin seyirciyle büyük bir bağ kurmasının en büyük sebebi sizce nedir?
Doğa’yla ilk tanıştığımda, 20’li yaşlarında aşktan başka bir şeyi gözü görmeyen küçük bir kızdı benim için. Zamanla gözündeki perdenin kalktığı, daha fazla ses çıkaran ve aşkının yerini annelik duygusu kaplayan bir kadına dönüştü. Doğa’nın altta kalmayıp cevap vermelerini seviyorum. Sıla da öyle yapardı çünkü. Biz samimi bir hikaye anlatıyoruz. Bazı sahnelerde ‘nasıl yani bu kadarını da yaşayan var mı?’ diyorum ve bir oyuncu olarak şaşırıyorum; ama sonra bir bakıyorum, evet gerçekten var. Bence izleyenler de kendilerinden bir şeyler bulabildikleri için bizim hikayemizle böyle büyük bir bağ kurabiliyor.
Bir insan nereye giderse gitsin geçmişini de yanında götürür. Büyüdüğün, gördüğün, aşina olduğun duygular başka dinamikleri olan insanlarla bütünleşiyor.
-Doğa karakteri, yabancısı olduğu bir dünyada; yetişmiş olduğu ortama taban tabana zıt bir filtreden hayatı öğrenen genç bir kadın. İnsanın kendi değerlerine uymayan, karşıt görüşteki fikirlere ‘saygı duyma halinin’ kırmızı çizgisi nedir sizce? ‘Saygı duyma’ nerede biter?
Kendi özgürlüğünün kısıtlandığı noktada, fikirlerine hiç önem verilmemesiyle ve karşı tarafın sadece kendi doğrularını baskılamasıyla saygı yitirilebilir. Kırmızı çizgimiz, özgürlüğümüz olmalı. Sadece sana doğru gelen bir fikri, zorla ve baskıyla karşı tarafa empoze etmeye çalışmak olmamalı. Karşıt fikirlere sahip olunabilir; fakat her birey için özgürlük alanlarının yaratılması ve her bireye saygı duyulması gerekir. Birbirimizi farklılıklarımızla kabul etmeliyiz. Aksi takdirde, beraber yaşamak zorlaşabilir.
-Doğa, tüm farklılıklara rağmen kendi fikirlerine sahip çıkmaya ve kendisi gibi olmaya devam etmeye çalışırken bir yandan da ‘alışmaya’ çabalıyor. Ünal ailesinin yanında ‘bu dünyanın yabancısı’ gibi hissetmediğinde, bir o kadar da özünden uzaklaşmış olacak diyebilir miyiz? Bir kimseye, bir yere ‘alışmak’ insanın kendisinden çok şey götürür mü?
Bir aile kurmayı planladığında, tabii ki önceden hiç tanımadığın insanlar ile de aile oluyorsun. Yabancısı olduğun kişiler, bir süre sonra kurduğun ailenin bir parçası oluyorlar. Bir insan nereye giderse gitsin geçmişini de yanında götürür. Büyüdüğün, gördüğün, aşina olduğun duygular başka dinamikleri olan insanlarla bütünleşiyor. Doğa için biraz daha farklı gelişen olaylar var. Öncesinde hiç tanık olmadığı, bilmediği bir düzen var. Bu dünyanın yabancısı olmak; ilk bakışta imkansız gibi görünse de herkesin doğruları olabileceğini kabul ederek, karşılıklı saygı ile çözülebilir. Bizi biz yapan unsurlarla alışmaya değil, olduğumuz yere ait hissetmeye ihtiyacımız var. Yaşadığımız değişimler ise özümüzü değiştirmemeli. Alışmak ve bağ kurmak için kendi doğrularına sahip çıkarak dengede kalabildiğin zaman, özüne de sahip çıkmış oluyorsun.
Herkes büyük bir mücadelenin içinde yaşıyor. Sektörde de şaşırdığım şeylerle karşılaştım. Samimi yaklaşınca, saygı duymak zorunda olmadıklarını sanıyorlar.
-Sizin kendi doğrularınıza, fanatik sayılabilecek bir inancınız var mı? Yoksa kendinize, fikirlerinizin günden güne değişebileceğine dair bir esneklik payı bırakır mısınız?
Sanırım yok. İnsan gelişen ve dolayısıyla değişen bir varlık. Gelişime de açık bir insan olduğumu düşünüyorum. Esnemezsen kırılırsın. Fikirlerim, hayatı yaşadıkça ve tecrübe edindikçe değişkenlik gösterebilir.
-Henüz bir çocukken; yani ‘ben oyuncu olacağım’ kararını verene kadar içinizdeki farklılığı, aslında yaratıcılıkla sımsıkı bir bağı olan ‘tuhaflığı’ nasıl fark ettiniz?
Çocukken hiç sıkılmadan saatlerce tek başıma odama kapanır, hikayeler üretir, bebeklerimle oynardım. Arkadaşlarımın aksine oyun oynamak için kimseye ihtiyaç duymazdım. İlk başta bu yaratıcılık ve hayal gücümü resim yaparak ifade ediyordum. Gerçekten herkesten ayrı bir anlatım tarzımın olduğunu fark etmiştik; ama asıl alanımın oyunculuk olduğunu bulmam zamanımı aldı. Şimdi küçük yaşlardan itibaren içimden taşan bu hissi yansıtabildiğim bir mesleğimin olması şanslı hissettiriyor.
-Peki, nasıl bir çocukluktu sizinki? Nerede ve kimlerle birlikte büyüdünüz?
Çocukluğumla ilgili hep güzel anılar hatırlıyorum. Gayet uslu bir çocukluk geçirmişim. İzmir’de doğup, büyüdüm. Mahalle kültüründe büyümenin ne demek olduğunu bildiğim, samimi, herkesin herkesi tanıdığı ve benimsediği bir yerdi. İnsana güven veren, sıcakkanlı insanların arasında büyüdüm.
-Farklı bir şehirde doğup büyüyenler için, İstanbul, ilk etapta çarpma etkisi yaratabiliyor. Üstelik bir de oyunculuktaki gibi meşakkatli ve acımasız bir sektörle karşı karşıya kalınca… Bu durum sizde nasıl işledi, umutsuzluğa kapılıp pes etmeye yaklaştığınız oldu mu?
Böyle bir ortamda büyümediğim için, İstanbul’un kargaşasıyla yüzleşince ‘ben ne yaptım? dedim. Kimsenin kimseye tahammülü yok. Herkes büyük bir mücadelenin içinde yaşıyor. Sektörde de şaşırdığım şeylerle karşılaştım. Samimi yaklaşınca, saygı duymak zorunda olmadıklarını sanıyorlar. Saf kötü insanların gerçekten var olduğunu gördüm. Hiçbir şey pes etmeme sebep olacak kadar önemli değildi. İstanbul’un bütün bu zorluklarının yanında, büyüleyen güzellikleri de var. Zorlu olsa da sevdiğim mesleği yapmak, umutsuzluğu bertaraf ediyor.
-Zaman içinde ve özellikle Kızılcık Şerbeti’yle birlikte tanınırlığınızın epey artması, kendinizle ilişkinizde değişim yarattı mı? Daha özgüvenli olmak ya da daha kaygılı olmak gibi…
Tanınırlığın getirdiği bir özgüven veya bir kaygı yaşamadım. Sorumluluklarımın önceden de farkındaydım. Sadece mesleğim gereği sorumluluk duygum, önce kendim için ve sonrasında beni tanıyan ve seven insanlar için biraz daha fazlalaştı.
-‘Şansın peşinden fazla ateşli koşma, zira onu sollayabilirsin, o zaman da şans arkanda kalır’ demiş bir yazar. Sizin şansla aranız nasıl, onu zorlayanlardan mısınız?
Çok güzel bir söz, şansın zorlayarak geleceğine inanmıyorum. Hayal etmek, çok istemek ayrı; zorla elde etmek ayrı şeyler diye düşünürüm. Bir şeylerin olması için direnen veya direten bir insan değilim. Hayal ettiğini yaşamak için şansın yanında çaba da gerekir. Elinden geleni yapıp, yeterli çabayı gösterirsen, şansın yaver gider ve senin olması gereken her neyse kolaylıkla seni bulur. Şansı zorlamak yerine, şansı yaratanlardan olmayı tercih ederim.
-Umutsuzluk içindeki Sıla’yla, gerçekleşen hayallerinin doruklarındaki Sıla arasında asla değişmeyen, her koşulda sizi siz yapan, o karakteristik özelliğiniz nedir?
Her insan gibi zaman zaman umutsuz kaldığım ve doruklarda yaşadığım anlar oluyor; ama ne yaşarsam yaşayayım, pes etmeden, umut etmeyi seviyorum.
-Gerçekleşmesi için çok çaba sarf ettiğiniz, hayaller kurduğunuz; ancak gerçek olduğu an, beklediğiniz etkiyi yaratmayan bir arzunuz oldu mu bugüne dek?
İstanbul’da yaşamayı, buraya taşınmadan önce daha farklı hayal ediyordum. Bu şehrin karmaşasına ve acelesine hala alışmaya çalışıyorum.
-‘Asla tahammül edemem’ dediğiniz bir karakter özelliği var mı, hangi tavırlar sizde koşarak kaçma isteği uyandırır?
Kendi düşüncelerini söylemekten sakınan veya düşüncelerini bir şeylere hizmet etmek için değil de birilerine hizmet etmek için kullanan insanlardan pek hazzetmiyorum. Her şeyin başı üslup, saygısızlığa tahammül edemem. İnsanlar, yaşanılan olumsuzluklar sebebiyle birbirlerine karşı saygılı olmayı görmezden gelebiliyor maalesef. Söylemlerindeki tavır, bir insanı tanıma isteğimi doğru orantıda etkileyebiliyor. Bir arada yaşayabilmemiz için önce beşeri ilişkilerimize sahip çıkmalıyız. Bunu görmediğim her ortamdan koşarak kaçma isteğim oluyor.
-Oyunculuk adına asıl hedefin, yolun kendisi olduğunu birebir yaşayacağınız kadar başarılı olduğunuzda; hakkınızda en çok hangi cümlenin söylenmesi size gurur verir?
Yolun kendisi meşakkatli, karşıma çıkan zorluklar muhakkak olacaktır; ama yürüdüğüm yolu seviyorum. Yaşadıklarımı heybeme atıyorum.
Her deneyim, kendimi keşfetmeme yardımcı oluyor. Yaptığın işe gönül vermek, o yolu yürürken karşıma çıkan güzellikleri de görmeme vesile oluyor. ‘Kendini çok geliştirdi, özü hiç değişmedi’ denmesi hoşuma gider.
-‘İşte yaşamak bu!’ dediğiniz anlarda genellikle nerede ve ne yapıyor olursunuz?
‘İşte yaşamak bu’ demek için büyük şeylere ihtiyaç duymuyorum. Heyecan duyduğum ve özgür kaldığım her an ‘yaşamak’ benim için. Bütün hengamelerden uzak ve kendime alan yaratabildiğim anlar, hayattaki molalarım oluyor. Nerede olduğum ya da ne yaptığımdan ziyade, aldığım nefese odaklandığımda yaşadığımı fark ediyorum. Hayat bir tane, layıkıyla hakkını verebilmek gerekiyor.
Her insan gibi zaman zaman umutsuz kaldığım ve doruklarda yaşadığım anlar oluyor; ama ne yaşarsam yaşayayım, pes etmeden, umut etmeyi seviyorum.
-Aşkın iki uç noktası sevgi ve nefret. İkisi de bir süre sonra bağımlılığa veya takıntıya dönüşebiliyor. Sizce aşk, dengeli olabilir mi? Yoksa bu dengeyi bulduğunuzda, artık o aşk olmaktan çıkar mı?
Aşkın kimyası bir dengesizlik hali. Bu dengeyle mücadele etmek, aşkı aşk yapan hallerden ibaret. Doğru insanla karşılaştığında yaşadığın aşk, kendiliğinden dengeleniyor ve sonrasında sevgiye evriliyor. Bağımlılık değil de bağ kurmak kıymetli hissettiriyor.
-Aşık olmanın en güzel yanı sizce nedir?
İçimizdeki potansiyel gücü, daha da ortaya çıkarmaya cesaretimizin oluşu.
-Modaya mesafeniz nasıl, trendleri takip eder misiniz; yoksa tarz, stil, giyinme konusunda bildiğini okuyanlardan mısınız?
Modayı seviyorum ve her kadın gibi ben de takip ediyorum. Modanın zamansız olması kanaatindeyim. Zevklerim değişkenlik gösterebiliyor. Mesleğin oyunculuk olunca, her tarzı hemen hemen denemiş oluyorsun, Sıla olarak asla giymem dediğim bir kombini, oynadığım karakter çok sevebiliyor. Kendime, bedenime yakışanı bulmak ve rahat hissetmek kendi tarzımı oluşturmamı sağlıyor.
-Peki, spor veya sağlıklı beslenmek; alışkanlıklarınızda ne kadar yer kaplıyor? ‘Asla yemem’ dediğiniz bir şey var mı?
‘Asla yemem’ dediğim bir şey yok. Yeni tatlar denemeye çok açık bir insanım. Vücudumun sesini dinliyorum. Benden ne istiyorsa, ona göre besleniyorum. Dönem dönem sıkı çalıştığım motive olduğum oluyor; ama çalışma tempomuz sebebiyle sporu hayatımda kalıcı bir hale getirmek için uğraşıyorum.
-Cildiniz için neler yapıyorsunuz, güzellik rutininizde olmazsa olmazlar neler?
Çalıştığım zamanlarda sürekli makyajlı olduğum için boş zamanlarımda cildimi dinlendirip, temiz tutmaya çalışıyorum. Günlük rutinlerimin dışında buz küpleriyle cildime masaj yapıyorum.
-Oyunculuğa dair en büyük hayalinizi öğrenebilir miyim?
Bu soruya cevabım hiç değişmedi. En başından beri, kendimi bir müzikalin içinde hayal ediyorum. Yıllar sonra Elele’nin bu sayısı yeniden karşınıza çıkar ve röportaja bir göz atmak istersiniz belki.
Gelişime de açık bir insan olduğumu düşünüyorum. Esnemezsen kırılırsın.
-Gelecekteki Sıla’ya tek cümlelik bir mesaj bırakabilir misiniz?
Sıla’ya not: Anda kal. Bugün yaşanması gereken her şey için, yarına hakkını ancak böyle verirsin. Yürüdüğün yolun keyfini çıkar!
SERBEST ATIŞ
- Sofi Elizondo karakterini ben canlandırmak isterdim.
- Bilinçaltı okuma süper gücüm olsun isterdim.
- Eşitsizliğin yok olmasını isterdim.
- Sevmekle başlayacak her şey bunu herkesin anlamasını isterdim.