‘Dünyaya tepkimi söylemek istiyorum’
‘Ormanlardan Hemen Önceki Gece’ adlı tek kişilik oyunundaki performansıyla dikkat çeken Rıza Kocaoğlu’yla tiyatroyu ve hayatı konuştuk. Kocaoğlu, dünyayla derdini anlattı.
Yazı: H. Anıl Çırpan
Fotoğraflar: Murat Tamay / Hafta Sonu
Tek nefesmiş gibi başlayıp devam eden hızlı bir metni bir buçuk saate yakın süre okuyan ve yalnız bir adamın hikayesini anlatan Rıza Kocaoğlu, ‘Ormanlardan Hemen Önceki Gece’ adlı tek kişilik oyunundaki performansında çok başarılı. Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nin içinde yer alan büyük sahnelerin dışında, butik gösteriler, akustik konserler ve diğer etkinlikler için kara-kutu tiyatrosu olarak da kullanılan sahnede oyunu canlandıran Kocaoğlu’yla Cihangir’de bir araya geldik; tiyatroculuğu konuştuktan sonra Okan Urun ve Melis Tezkan’dan oluşan Biriken’in yönetmenliğini üstlendiği oyunu, Urun ve Tezkan’a da sorduk. Rıza Kocaoğlu da esprileriyle röportaja renk kattı. Sezon sonu yani mayıs sonuna kadar oynamayı hedefliyorlar, bu oyunu siz de izlemelisiniz…
“Sokağın köşesini dönüyordun, seni o zaman gördüm, yağmur yağıyor, üst baş sırılsıklam, saç baş perişan, olacağı bu tabii yersen o kadar yağmuru ama olsun dedim içimden” diye başlıyor. ‘Ormanlardan Hemen Önceki Gece’ ve tüm oyun tek bir cümle olarak devam ediyor. O kadar hızlı akıyor ki, şaşkınlık yaşıyoruz. Oyunu sormadan önce size tiyatroyu sormak istiyorum. Neden tiyatroya ihtiyaç duyuyor insanoğlu?
Çünkü yaşam yetmiyor. Yaşam çok nefes vermediği zaman tiyatroda nefes alıyoruz. Çünkü yaşam çoğu zaman gerçekleri söylemiyor ama tiyatro söylüyor. O yüzden tiyatroya ihtiyaç duyuyoruz, daha çok gerçeklere ihtiyaç duyduğumuz için…
Bence esas sorun insanların birbirlerini dinlememesi ve oyunda bu da anlatılıyor, kimse dinlemediği için “Arkadaaaaaş” diye seslenip anlatmak istiyor bu adam. Siz ne düşünüyorsunuz, dinlemeyi biliyor muyuz?
İşte o yüzden tiyatro yaşamsal… Birbirimizi dinlediğimiz için de önemli. Dinlemiyoruz… Her şey çok hızlı, her şey çok yüksek ritimde gidiyor. Böyle olunca duyguların derinliği azalıyor, tutkular azalıyor, her şey azalıyor. Ve birbirimizi dinlemeden çok hızlı geçiyor. Hemen sonuca yönelik bir yaşam söz konusu oluyor. Ve kimse kimseyi dinlemiyor. Ama gerçekten anlatacağı ve derin bir hikayesi olan insanlar o noktada yalnızlaşıyor ve yabancı hissediyorlar. Bu kötü bir şey. Dünyanın en zor şeyi, hikayesi olan bir insanın anlatacak kimsesi olmaması, dinleyecek kimsesi olmaması, bana çok dramatik geliyor.
Bu oyunu seçip sahneye koyarak ne anlatmak istediniz izleyiciye?
Hepimizin aynı olduğunu, her yerin aynı olduğunu… Sana tekme atmalarına izin verdiğin müddetçe nerede olduğunun önemi yok, her yerde yabancı olabileceğini, hangi ulustan olursan ol, birileri birilerine tekme atmak istiyorsa her yerde daha yabancısın. Senden farklı olana ateş etmemelisin, tekme atmamalısın, yumruk atmamalısın. Senden başka olanla birlikte dünyanın güzel olduğunu anlamalısın. Bütün bunları söyleyen bir metin. Çok da güzel söyleyen bir metindi, çok sevdik, o yüzden yaptık.
Oyununuzu merak edip izlemeye tiyatrocular da geliyor. Sıradan seyirci bir yana ama tiyatrocuların karşısında oynamak heyecanlandırıyor mu sizi?
Tabii ki heyecanlandırıyor. Benden çok büyük ve tecrübeli abiler de geliyor (gülüyor)… Ve bu beni çok heyecanlandırıyor. Ama bir yandan da orada olmaları, destek olmaları, gelip görmeleri, görmezden gelmeyip orada bulunmaları cesaretlendiriyor. Yalnız hissetmememe neden oluyor. O yüzden iyi ki varlar, iyi ki geliyorlar. Ben heyecanlanmaya razıyım, gelsinler tabii (gülüyor). Oyun sırasında müthiş bir performans sergiliyorsunuz.
Sahneye çıkmadan önce nasıl bir duygu içinde oluyorsunuz?
Teşekkür ederim öncelikle (gülüyor). Beden ritmim bir tuhaf oluyor. Nasıl anlatayım…
Tükenmişlik mi yoksa?
Yok, hayır tükenmişlik olmuyor. Hem çok yorgun hem çok enerjik oluyorum. Ciddi bir adrenalin salgılıyor vücut. Cumartesi oynuyorum en son, sonraki iki gün o adrenalin benimle birlikte olmaya devam ediyor. Şu an pek tarif edemiyorum ama başka bir ruh hali ve vücut enerjisi oluyor. Değişik, güzel bir hissi var. Oyunu annemle birlikte seyrettim. Alkışlar sönüp ışıklar söndüğünde annem ne dedi biliyor musunuz? “Ben bu çocuğa çok üzüldüm” dedi.
Aa, neden?
“Çok yoruldu! O kadar yerlere falan attı kendini, bu yorgunluk üç günde çıkmaz” dedi annem. (Kahkahalar) Yok, onun hazırlığını biz yaptık, merak etmesin. Ciddi bir kondisyon çalışması yaptıktan sonra başladık bu oyuna.
‘BU METİN BİZE DEĞİYOR ’
Her şeyi anlatmak isteyen yapayalnız bir adam, ikiyüzlü sisteme karşı sıktığı yumruklarından başka bir şeyi yok ve hayata başkaldırıyor… Canlandırdığınız karakterle Rıza Kocaoğlu arasında bir bağ var mı? Ya da oynadıktan sonra kuruldu mu bir bağ?
E, tabii… Oyunda anlatılan birçok şeyde kendi yaşantımdan izler bulduğum için de yaptık. Yönetmenlerim Okan ve Melis de, ben de “Bu metin bize değiyor” dediğimiz için yaptık. Yalnızlıkla ilgili bir dönemden geçerken denk gelmesi önemliydi. Kendimi çok yalnız hissettiğim bir zamana denk geldi. Kendinden başka olan her şeye ateş eden dünyaya tepkimi söylemek istiyorum, metin de bunu söylüyor. Bir arada olduğumuz zaman her şeyin daha güzel olduğunu ben de söylemek istiyorum, bu metin de bunu söylüyor. Birbirine değen, bana dokunan çok özelliği var metnin.
Oyununuzu izlediğim akşam salondan çıktıktan sonra izleyicilerden birinden “O kadar yalnız bir adam izledim ki, kalkıp sarılmak istedim. Geçecek geçecek, korkma ben buradayım demek istedim” cümlesini duydum. Siz inanıyor musunuz her şeyin geçeceğine, güzel güneşli günlerin geleceğine?
Ne güzel, umutlu çıkmaları çok güzel. Tabii ki inanıyorum. İnanmasam hiçbir şey yapmazdım. Ben bu yüzden tiyatro yapıyorum. Güzel, güneşli günlere hep birlikte ulaşıp, o güzel sofralara hep birlikte oturalım diye tiyatro yapıyorum. Çünkü ona oturamıyorsak bir sorun var demektir. O yüzden bir söz söylüyorum. Tiyatroyla bir şey söylüyorum ki oraya gidebilelim… Elbette inanıyorum, umudumu hiç kaybetmiyorum. Seyircinin böyle bir şey hissetmesi de doğru bir şey yaptığımı düşündürüyor bana (duraklıyor)... Evet, umut önemli. Umutsuz asla olmadım hiçbir zaman. Mutsuz olduğum zamanlar oldu ama umutsuz olduğum bir zaman dilimi hiç olmadı hayatımda. Hiçbir zaman da olmayacak. Çünkü çalışmadan, direnmeden sanat yapılmaz. Hayat da yaşanmaz. Bu yüzden hep çalışacağız, hep direneceğiz, hep bir umudumuz olacak. Zaten güzel şeyler olmuyor da değil. Bilim diye bir şey var. Sanat diye bir şey var. Ve bunlar hala var. Bu bile umutlu olmamız için yeterli.
Biraz önce hayatla dertlerinizden bahsettiniz. Hayatla derdiniz ne?
(Gülüyor) Asıl hayatın benimle derdi ne? Yeter artık (gülüyor). Bir sürü şey yaşıyoruz ve tek başımıza yaşamıyoruz. Ve zor günlerden geçtik. Yaş olarak da öyle bir geçiş ve büyüdüğümü hissettiğim şeylerin, bedenimde ve kişiliğimde izdüşümlerini görüyorum. Dert diye anlattığım şeylerden biri, o durumu algılamak, onunla baş etmek, onu adlandırıp sonra “Aa bu böyleymiiiiş”leri yaşamak gibi bir önceliğin olduğu bir dönem var. 35 yaşına gelmenin verdiği o algı süreci, bunu algılayabilme gibi zor gelen durumlar olabiliyor bazen. Yalnız kalmak, yalnızlaştırılmak… Güven sorunu ve korku rejimi durumu var dünyanın her yerinde… Bunlar da yük bindiriyor. Doğal olarak bunlar dert yaratıyor insanda. En sonunda; ben işimi yapacağım, işimi iyi yapacağım, insanlara karşı ne hissediyorsam onları anlatabileceğim metinlerle insanlarla bir araya geleceğim diyorsunuz. Umut da orada başlıyor.
Oyuncuya hep sorulan klasik soruyu soralım… ‘Kuzey Güney’, ‘Ezel’ ve şimdi de uzun süredir ‘Karadayı’da oynuyorsunuz. Kamera önü mü sahne tozu mu sizin için daha önemli?
Ya, benim için tabii ki tiyatro yapmak! En çok tiyatro yapmayı seviyorum. Tiyatro yaparken kendimi mutlu ve iyi hissediyorum. Ama öte yandan hiçbir yaptığım işi de küçümsemiyorum. Bu, bundan daha değersiz diye asla bakmıyorum. Hepsi benim söz söyleme alanlarım. Hepsinde sorumluluklarım var ve o sorumluluklarımı yerine getirmeye çalışıyorum. Ve bütün söz söyleme alanlarımı (röportajlar dahil) doğru değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.
‘MAGAZİNE KARŞI DEĞİLİM’
Karşı olduğunuzu biliyorum ama yine de biraz da magazin konuşmak istiyorum. Magazine neden karşısınız, neden sevmiyorsunuz?
Magazine karşı değilim. Yalana karşıyım ve üsluba karşıyım. Benim bir hayatım var. Siz gelip benim oyunumu izlediğiniz zaman nasıl bir hayat yaşadığımı, oradaki nefesten, kondisyondan görebiliyorsunuz. Ama siz görebiliyorsunuz, o arkadaşlar bilmiyor. Gösterdikleri açıyla benim aynı insan olmadığımı düşünüyorum. Böyle olunca bana yapılan bir haksızlık oluyor. Beni olmadığım biri gibi başkasına neden anlatıyorsunuz? Karşı olacağım bir şey varsa, o da bu olur. Çünkü ben sabahın köründe kalkıp sporunu yapan, sağlıklı beslenen, bitki çaylarıyla, çörek otu yağlarıyla, arı sütleriyle, doğa yürüyüşleriyle dinamik durmaya ve çalışmaya çalışan, setten provaya, provadan başka yere yetişmeye çalışan biriyim. Bu tempoda bir yaşam, sporcu gibi bir yaşam sürüyorum. Ama sürekli sokakta olan, orada burada gezen biri gibi gösterilirsem, kızıyorum… Bu sistemli mi yapılıyor diye düşünürüm. Güçlü sözler söyleyip başka bir şeyin altını çizmeye çalışırken içi boşaltmaya çabalanırsa, ben işte ona karşı olurum. Yoksa magazine karşı değilim, herkesin de mesleğine son derece saygı duyuyorum.