Üstelik çoktan seçmeli, mantık yürütülecek cevapları da yok. Öncelikle şunu söylemeliyim ki, bizde yalan söylemek sadece erkeklere özgü bir şey değil. Bizde yalan söylemek bir nevi gelenek.
Örnek mi istiyorsunuz? Daha çocukken, ‘Müsaitseniz akşama annemler size gelecek’ diye soran arkadaşınıza anneniz, ‘Aa, çok isterdik ama akşam biz evde yokuz, kayınbirader rahatsızmış ona geçmiş olsuna gidiyoruz, inşallah başka akşam’ dediğinde karşısına dikilip ‘Kim hasta, ne geçmiş olsunu, bir yere gittiğiniz yok’ dediniz mi?
Hatta, ‘E pes valla anne, iki saniyede bu kadar profesyonel yalan söylemek için telefon dolandırıcısı olmak lazım’ gibi bir cümle kurabildiniz mi? Kurduysanız da, “Oğlum, öyle denir, ayıp olmasın diye ‘yorgunuz, bu akşam sizi çekecek halimiz yok’ denmez” diye cevabınızı almışsınızdır. ‘Ayıp olmasın, kimse kırılmasın, herkesi idare edelim’ anlayışı bizi yalancı yaptı. Şuraya yazıyorum.
İkincisi, bizde çocukların doğru söylemesi hoş karşılanmaz. Doğru derken kendi inandığı doğrudan söz ediyorum tabii.
Çocuk dediğin, anne-babasının, akrabaların, komşuların, büyüklerin dediklerini tekrarlayacak, inansa da inanmasa da ona uygun davranacak...
Bütün kızlar, ‘Ben arkadaşıma ders çalışmaya gidiyorum’ yalanını söylememiş midir? Anne genelde bu hikayeyi yutmaz; çünkü kendisi de büyük ihtimalle söylemiştir ama yutar görünür. Niye? Yüz göz olmamak için.
Şimdi sen kıza, ‘Canım git erkek arkadaşınla istediğini yap, ne yalan atıyorsun’ desen, suyunu çıkartır, her gün gitmeye kalkışır değil mi? Öğretmen sınıfta bir fikir öne sürdü diyelim. Siz de tersini düşünüyorsunuz. Söylemek işinize gelir mi? Gelmez.
Niye? Adamın elindesin bir biçimde, yarın öbür gün canına okumayacağını bilemezsin. Kalabalık bir ortamda tamamen size aykırı saçmalıklar konuşulurken, ‘Ne anlatıyorsunuz kardeşim böyle değil şöyle’ deseniz, genel kabul görmüş bir görüşün aksini söyleseniz ‘Ukala herif, küstah, kendini beğenmiş’ derler. Ben şahsen ayıp olmasın diye taksi şoförünün manasız fikirlerini ‘Yaa tabii, haklısın’ diyerek iki saat dinlediğimi bilirim.
Bir keresinde New York’ta birkaç arkadaşın kaldığı bir öğrenci evinde akşam yemek yapalım dedik. Kalanlardan sadece biri Amerikalı. Onu da davet ettik. Çocuk, ‘Benim yarın sınavım var, odamda çalışacağım’ diyerek gelmedi.
Hakkında yapılan yorumlar şöyle oldu; ‘Abi bu herifi atalım ya, bir arkadaşımız gelmiş parti veriyoruz davet edende kabahat...’, ‘Çalışacakmış, ne çalışacaksın, sanki bizim sınavımız yok, kaba adamlar bunlar...’ Halbuki biz olsak ne deriz, ‘Aa, tüh çok gelmek isterdim ama anneme gitmem lazım, artık başka sefere...’
Misafirlikte beğenmediğiniz yemeği ille yiyip, üstüne bir de, ‘Şekerim ellerine sağlık, şahane olmuş’ deyip eve dönünce, ‘Amaan, yazık adama vallahi, kadın fasulye pişirmeyi bilmiyor ayol’ diye dedikodusunu yapan da biziz tabii. Memlekette, ‘Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar’ diye boşuna söylenmemiş. Çok doğrucu oldun mu başına gelmeyen kalmaz.
En yakınların bile, ‘Canım sen de bir doğrudur tutturmuşsun, sana ne, sen mi kurtaracaksın memleketi?’ diye söylenirler.
Şimdi gelin de bu durumda, yetişmiş bir neslin kadın-erkek meselesinde yalan söylememesini isteyin.
Hepimiz dürüstlükten bahsedip dururuz ama aslında dürüstlükten pek hoşlanmayız. Birisi gelip bizi eleştirdiği anda ilk aklımıza gelen, ‘Beni kıskandı, çekemiyor’ gibi şeyler olur.
Nerede yağlama, yıkama olayı varsa, o zaman hoşumuza gider. Gelelim erkeklerin kadınlara neden yalan söylediği konusuna.
Her erkek bir biçimde hayat içinde öğrenir ki bir kadına bir şeyi dosdoğru söylemenin faydası değil sayısız zararı vardır.
Bazı konular vardır ki, bunları doğru söylediniz mi kaba, terbiyesiz, saygısız olursunuz.
Örnek, ‘Hayatım bu elbise nasıl olmuş, çok güzel değil mi?’ diye soran bir kadına ‘Yahu sen 1.50 boyundasın, elbise maksi, içinde kaybolmuşsun’ deseniz, bittiniz.
Bazı konular vardır ki, bunları da doğru söyleseniz aleyhinizde hayat boyu kullanılacak delil olur. Örnek, ‘Senin bu eski kız arkadaşın da sahiden çirkinmiş’ dendiği zaman, ‘Yoo kız güzellik yarışmasında ikinci olmuştu, güzel kızdır’ derseniz, işte o an giyotine doğru gittiğinizin resmidir. Bazı durumlar vardır ki, doğruyu söylemek sizi uzun ve asla altından kalkamayacağınız bir tartışmaya sürükleyecektir.
Örnek, ‘Hayatım dün akşam Ahmet’le yemekteydik ya, onun bir kız arkadaşı geldi, çok hoş bir kızdı, aynı zamanda ressammış sanattan bahsettik bütün gece’ türü bir cümle kurarsanız, bir daha yıllar sonra bir müzeye gittiğinizde bile natürmortlar burnunuzdan gelir.
O zaman ne yapar adam, ‘Dün sen sadece Ahmet’le mi yemek yedin?’ sorusuna, ‘Eveeet, niye ki?’ diye cevap verir.
Ve genellikle erkekler biraz budala olduğundan, sorunun geliş şeklinden durumu anlayamazlar. ‘Sen dün sadece Ahmet’le mi yemek yedin?’ sorusu, ya zarf atmak tabir ettiğimiz bir blöftür ya da masadaki kadın biri tarafından görülmüş, bilgisi alınmıştır.
Ve ardından bu salak yalan yüzünden, belki birkaç saat, belki ömür boyu sürecek bir ‘Sen zaten bana hep yalan söylüyorsun, bunu neden yapıyorsun, ben bunu hak ettim mi’ süreci başlayacaktır.
Hayatımda 1-2 tane akıllı adam tanıdım. Bunlar, karşı taraftan saldırı gelmeden önlem alan tiplerdi. Örneğin, kızın yüzünün asıklığından başına geleceği anlayıp karşı saldırıya geçip, olmadık bir şeyden maraza çıkartan tipler.
Yani düşmanı kendi silahıyla vur mantığı. “Selma, sen geçen gün Ayşe’yle Akmerkez’e gitmiştin değil mi?”
“Evet, niye sordun?”
“Yalnız o gün ben seni aradığımda telefonu açmadın, iki saat boyunca Akmerkez’de Ayşe’yle mi oturdunuz?”
“Şarjım bitmişti, Ayşe de susmak bilmedi, o yüzden oturduk...”
“Yaa demek şarjın bitmişti. Ben iki saat ortadan kaybolsam, ‘şarjım bitti’ desem acaba sen inanır mısın? Hem nedense senin bu şarjın beni aradığın zaman hiç bitmiyor da, böyle zamanlarda bitiyor...”
Neyse ki tahminim, benim bu yazıları erkekler pek okumuyordur.