Duyduğun an ‘mutluluk mu dilesem, adamın cesedini yakıp, evin bodrumuna mı saklasam’ arasında gidip geliyorsun. Olayı duyma anı çok önemli bir mevzu. ‘Bir şeyler duydum ama ne kadarı doğru bilmiyorum...’ diye cümleye giren bir arkadaş varsa, o arkadaş gibi arkadaştır işte! Bir de yıllardır tek kelime etmediğin, uzaktan bir tanıdığının, gözlerinin içine baka baka, yüzündeki acıyı izleyip zevk almak için, ‘evleniyorlarmış’ diye bir başlar, sizi ağlatana kadar devam ettirir: ‘Ya herkes sizi çok yakıştırıyordu, nasıl gitti başkasıyla evlendi?’, ‘Şimdi çocukları da olur bunların’, ‘Ama baksana şu fotoğrafta nasıl mutlu çıkmış’, ‘Ay bu seni bu kızla aldatmıştı bir de!’, ‘Elindeki bıçakla ne yapacaksın?’
Adamı oradan buradan hala gizlice takip ediyorsan işin daha zor. Bu tip sapıklıkların en kötü yanı, hala üzerinde hakkın var zannediyorsun. İlişkinin bittiğini kabullenememiş oluyorsun. Sevgili buldu ağzını açmadın, onunla tatile gitti sesini çıkarmadın, ailesiyle yemek yedi alttan aldın. Ama bu fazla oldu!
Evleneceklerini duyduğun gün, yatmadan önce anıları düşünüp biraz ağladıktan sonra nikah günü kızı terk edip sana döndüğünün hayallerini kuruyorsun. Sosyal mecralarda paylaştığı her şeyde sanki senin izin varmış gibi hissediyorsun. Ben bu kadar özlüyorsam eşek değil ya o da özlüyordur diye umut ediyorsun. Özlemiyor ama özlese elin kızıyla işi ne?
Bir de bu adamlar evlenmeye karar verdikten sonra mutlaka eski sevgililerini yokluyorlar. Korkudan mı, panikten mi bilmiyorum ama hepsi mutlaka bi ‘Ne yapıyorsun, ne ediyorsun?’ diye arıyor. O zaman işte Allahhhh umudun zirvesindesin...
Kızla kendini kıyaslama durumu en acı veren taraf. Kız dünyalar güzeli olsa bile çirkin göreceksin. Çirkin bir kızla beraber olduğunu düşününce içimizin rahatlaması da dünyanın en saçma şeyi. Ben daha çok üzülüyorum o zaman, kim bilir nasıl sevmiş, nasıl benimsemiş bende eksik olan her şey kızda tammış diye daha da kahroluyorum. Bir noktadan sonra kızdan nefret etme olayın kıza hayranlık boyutuna ulaşıyor. Merak etme bir süre sonra yine zehirlemek istiyorsun...
Düğün gecesi yatağının üzeri cipsler, şaraplar, votkalar, çikolatalar, eski fotoğraflarla dolu oluyor. Facebook’u, Instagram’ı açıp, düğünden paylaşılan fotoğrafları saniye saniye takip ediyorsun. Her an arayacak diye bekliyorsun. Erken içmeye başlamışsan, oraya gidip kendini göstermeye çalışmak çok mantıklı geliyor. Sonra adamı öldürmek mantıklı geliyor, başlamışken bütün sülalesini taramalıyla tarayayım diyorsun. Ardından ortak arkadaşlarınızın düğünde zeybek oynadığını izliyorsun. Sizi tanıştıran, her anınızda size destek olan kızın, gelinle sarmaş solaş pozlarını görünce vurgun üstüne vurgun yiyorsun.
Diline gelmeyen kelimeler, kalbini acıtıyor. ‘Niye ben değil?’ diye içine gömülmek istiyorsun. Başka birini seveceğine inanmak istemiyorsun. ‘Nasıl ya, onu nasıl öpecek, onu nasıl uyandıracak, imkanı var mı el ele markette alışveriş nasıl yaparlar?’ diye kafayı yiyorsun... Herkes herkesi eşit sevemiyor maalesef. Sen ona yetsen, o sana yetemiyor. Bazen sevmek bile yetmiyor, mantık hep kalpten üstün çıkıyor. Düğün gecesinin sabahı hem onun için hem de senin için yeni bir hayat başlıyor. Artık beklediğin kimse yok, artık umut yok; yani artık soluk borunda nefes almanı engelleyen o kara his yok... Her işte bir hayır vardır derler ya, bunun da hayrı bu olsa gerek...