Fas'ta egzotik bir rüya gördüm
Gizemli masallarla en katı gerçeklerin buluştuğu bir köprü Fas.
İstanbul'dan ayrılalı henüz dörtbuçuk saat geçti ve işte kızıl şehir Marakeş'teyim. Uzaktan bana hep bir Doğu masalını anımsatırdı Fas. Ama uçaktan iner inmez çok daha fazlasını göreceğimi hissetmiştim... Sahra Çölü'nün en derin yalnızlığı vardı onda. Atlas Okyanusu'nun yaşam kadar derin dalgalarına kucak açıyordu. Rüzgarında ise hurma ağaçları zarif bir kadın gibi dans ediyordu!
Doğu'nun gizemli dünyasına açılan sihirli kapıyı aralıyorum. Marakeş, gün batımının hipnotize edici kırmızısını çalmış ve çıplak bedenine sarmış gibi; bütün binalar kızıl renkte. Yüzyıllardır Fas'ın killi topraklarıyla yapılan binaları hareketlendiren renk ise palmiyelerin ferahlatan yeşilliği. Faslılar'ın ellerinden düşürmediği nane çayı gibi. Kaldığım otelin önünden bir faytona biniyorum. Jemaa el-Fna ismini fısıldıyorum gece kadar karanlık iki yorgun ata ve beyaz sakallı, zeytin tenli arabacıya.
Belki de sadece kendime fısıldıyorum "Ölü Canlar Meydanı" anlamına gelen bu ismi. Marakeş gecesinin acı rüzgarında, insanların hayatlarını yüksek duvarlar arkasında yaşadıkları sokaklarda yankılanıyor nal sesleri. Burada hemen hemen her ev duvarlarla çevrili, duvarların arkasında ise bambaşka bir dünya gizli. Masum gülücükler de kederli gözyaşları da avlularda görülüyor, ancak. Tek şahit ise avluların ortasından başka gidecek yeri olmayan küçük çeşmeler. Geriye kalan sırlar da su damlalarıyla akıp gidiyor. Düşüncelerime dalıp gitmişken kendimi Jemaa el-Fna'da buluveriyorum. Fransızlar, buraya "Sonsuzluk Meydanı" adını vermişler. UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan bu meydan eskiden idamların gerçekleştirildiği meydanmış. İdam edilenlerin ruhları sanki hala geziyor burada; kimi kaybettiği aşkını arıyor, kimi suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışıyor. Hayallerimden çıkıp, meydana ürkek adımlarla giriyorum.
Fas'ta bir sarışın olmak kolay değil; laf atılma konusunda Türkiye'yi arar durumdayım. Sağımda bir kobra yılanı hasır sepetinden, tüm görkemi ile kıvrılarak çıkıyor, simsiyah elbisesi içinde eski bir Fas prensesi kadar asil. Solumda güreşen iki erkek, göğüs kısımları sürdükleri yağ ile etraftaki fenerleri kıskandırırcasına parlıyor. Nereye bakacağımı şaşırarak yürümeye devam ediyorum. Mobil bir dişçi lokal anestezi olmadan diş çekiyor; hasta halinden şikayetçi gözükmüyor, demek havaya yayılan tütsü kokuları işe yarıyor. Amuda kalkanların haykırışları, 1001 türlü yemek kokusuyla karışıyor, dilenciler ise birkaç dirhemin mücadelesinde. Rengarenk camlı fenerlerin ışığı bile buradaki yaşamlar kadar renkli olmasa gerek. Marakeş'teki Bahia Sarayı, görülmesi gereken bir başka yer. Kral Mohammed'in cariyeleri için özel olarak yaptırdığı sarayın bahçesi de Babil'in asma bahçelerini aratmıyor.
Doğu'nun gizemli dünyasına açılan sihirli kapıyı aralıyorum. Marakeş, gün batımının hipnotize edici kırmızısını çalmış ve çıplak bedenine sarmış gibi; bütün binalar kızıl renkte. Yüzyıllardır Fas'ın killi topraklarıyla yapılan binaları hareketlendiren renk ise palmiyelerin ferahlatan yeşilliği. Faslılar'ın ellerinden düşürmediği nane çayı gibi. Kaldığım otelin önünden bir faytona biniyorum. Jemaa el-Fna ismini fısıldıyorum gece kadar karanlık iki yorgun ata ve beyaz sakallı, zeytin tenli arabacıya.
Belki de sadece kendime fısıldıyorum "Ölü Canlar Meydanı" anlamına gelen bu ismi. Marakeş gecesinin acı rüzgarında, insanların hayatlarını yüksek duvarlar arkasında yaşadıkları sokaklarda yankılanıyor nal sesleri. Burada hemen hemen her ev duvarlarla çevrili, duvarların arkasında ise bambaşka bir dünya gizli. Masum gülücükler de kederli gözyaşları da avlularda görülüyor, ancak. Tek şahit ise avluların ortasından başka gidecek yeri olmayan küçük çeşmeler. Geriye kalan sırlar da su damlalarıyla akıp gidiyor. Düşüncelerime dalıp gitmişken kendimi Jemaa el-Fna'da buluveriyorum. Fransızlar, buraya "Sonsuzluk Meydanı" adını vermişler. UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan bu meydan eskiden idamların gerçekleştirildiği meydanmış. İdam edilenlerin ruhları sanki hala geziyor burada; kimi kaybettiği aşkını arıyor, kimi suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışıyor. Hayallerimden çıkıp, meydana ürkek adımlarla giriyorum.
Fas'ta bir sarışın olmak kolay değil; laf atılma konusunda Türkiye'yi arar durumdayım. Sağımda bir kobra yılanı hasır sepetinden, tüm görkemi ile kıvrılarak çıkıyor, simsiyah elbisesi içinde eski bir Fas prensesi kadar asil. Solumda güreşen iki erkek, göğüs kısımları sürdükleri yağ ile etraftaki fenerleri kıskandırırcasına parlıyor. Nereye bakacağımı şaşırarak yürümeye devam ediyorum. Mobil bir dişçi lokal anestezi olmadan diş çekiyor; hasta halinden şikayetçi gözükmüyor, demek havaya yayılan tütsü kokuları işe yarıyor. Amuda kalkanların haykırışları, 1001 türlü yemek kokusuyla karışıyor, dilenciler ise birkaç dirhemin mücadelesinde. Rengarenk camlı fenerlerin ışığı bile buradaki yaşamlar kadar renkli olmasa gerek. Marakeş'teki Bahia Sarayı, görülmesi gereken bir başka yer. Kral Mohammed'in cariyeleri için özel olarak yaptırdığı sarayın bahçesi de Babil'in asma bahçelerini aratmıyor.