Yaz geliyor ya, her yerde ama her yerde sürekli birileri şok diyetlerden bahsediyor.
O kadar yaralayıcı ve tehlikeli geliyor ki bunlar bana.
O yüzden utana sıkıla bunu yazmak istedim.
Kolay yazdığımı, paylaştığımı sanmayın sakın bu yazıları.
Ama fotoşoplanmış, sizin sağlığınız üzerinden prim yapan hayatlara bakarak kendi hayatınızı riske atmayın demek istiyorum.
İmkanı olup cillop bedenlere kavuşup sonra da bunu rol model olarak veya hatta ‘gel sana da yaptırayım’ diyerek paylaşım yapan sosyal medya ortamındaki bazı ünlü kişilere bakıp endişe ediyorum.
İnsanı hassas yerinden vuran, kısa vadeli olup uzun vadede sağlığınızla oynayabilecek çok fazla bilgi kirliliği yaratan soytarı var resmen, uyarmak istiyorum.
Diyet kelimesinden fenalık geldi içime.
O amaçla kendi hikayemi yazıyorum.
Bu fotoğraf Mart 2010’da çekildi.
İlk 10 km koşum sonrası.
Bu fotoğrafta bugünkü halimden tam 6.8 kilo daha
zayıfım. 50 kiloyum.
Bugünse 56.8 kiloyum.
Bazen 58’e çıkıyorum, sonra 56.8’e iniyorum. Ve hala daha o nokta sekizi yazdığıma, söylediğime, taktığıma, önemsediğime inanamıyorum.
Ben bu kilo olaylarını çok zor atlatmış bir insanım.
BU atlatmış halim yani.
Bu fotoğrafın çekildiği 2010 Mart’ından bugüne, yani Mayıs 2016’ya kadar 6.8 kilo aldım.
Oysa bana bakan herkes, sürekli çok zayıfladın diyor.
Hayır zayıflamadım, tersine kilo aldım dediğimde ise, benim ‘aman canım saçmalıyor, mütevazılık filan ediyor, yine kafası kiloya takık ondan böyle diyor, hale bak oysa kuş gibi’ gibi cümleler ya yüzüme söyleniyor ya da ben gözlerinden okuyorum ya da arkamdan konuşuluyor, bir şekilde kulağıma geliyor.
Buna da ayrıca sinir oluyorum.
Bu fotoğrafta yüzüm gözüm neden şiş biliyor musunuz?
Neden kilom azken fazla görünüyor?
Yüreğimdeki yüklerden.
Gönlümün acısından.
Kendim gibi olamadığımdan. Yaşadığım bin tane saçmalık dolu kişisel, çevresel baskılar yüzünden.
Bir şeyler bana ters geldiğinde itiraz ettiğimde ortama uymadığından. İçim öfke ve sinirle dolup doktorların adına manik dediği şekilde çok konuşup bir gülüp bir ağladığımdan…
Ki bence duyguları öyle yaşayan bir çocuk doğdum ben. Dengesizlik değildi benim duygusal dalgalanmalarım, ben böyleyim!
Heyecanlı, duygusal, hislerimi dolu dolu yaşayan biri.
Ama işte garip görünebiliyor bunlar standartlara göre. Ve senin de onlar gibi olmanın doğru olduğu söylendiği, idare etmen gerektiği, sevmesen de yapmak zorunda, uymak zorunda olduğun şeyler olduğu için adına ‘depresyon’ denen şeye giriyorsun. Veriyorlar ilaçları. Alıyorsun. Aldıkça şişiyorsun.
Ben depresyonda değildim oysa.
“Sadece bu içinde bulunduğum durumda içime sinmeyen bir şey var. Canım başka bir şeyler istiyor.
Başka şeyleri seviyorum. Bu yaşadığım şekilde yaşamak istemiyorum” dediğimde, sanki ayrık otu gibi zararlıymışçasına sakinleşmem gerektiğinden ya çok mutsuz, halsiz, isteksiz, ağlak filan oldum diye tabii ki ilaç aldırılıyordum.
Ne çok doktor gezdim, gördüm, denedim. Kendime çare bulmak için. Belki de ‘kızım kalbinin sesini dinle, o zaman iyi olacaksın’ desin biri diye bekledim.
İyi hissetmek için ne gerekirse yapmak istedim.
İstediğim şeyler yerine ilaçları yedim.
İlaçlar en başta iyi geldi.
Kafam çalışmaya başladı. Bir mutlu haller, idare etmeler, batan şeyleri görmemeler. Oysa batan şeyler aynı, ama işte uyuşmuşsun artık. Kime ne.
Tam bırakacaktım ilacı, bu sefer de sen böyle iyisin,aman bırakma cümleleri.
‘İyi de ben daha iyiyim’ desem de;
‘Aaaaa yok iyisin; ama bırakırsan kötü olacaksın’ dendi. Hani bu kanun kural ya. Kim nasıl bu kadar eminse buna…
Ben de devam ettim.
Sonra... Bir şey oldu, spora başladım. Eski Yonca gibi. Kendim gibi.
Bu fotoda gördüğünüz o ilk 10 km’yi TEGV için koştum bitirdim. Gözümdeki şişlikler boşalmaya başladı. Rahat rahat ağladım. Boşaldım.
Ağlama diyene, ‘git işine, canım ağlamak istiyor ne
var bunda, ağlamadım mı boğazım ağrıyor, içimden geleni konuşmadım mı ciğerlerim su topluyor, nefes alamıyor zatürre oluyorum, bana ağlama sus demeyin’ dedim.
Aşağıdaki fotoğrafta aşağıdakinden daha kilolu duruyorum farkında mısınız?
Oysa rakamsal olarak daha az kiloyum.
Bu 2 foto arasındaki fark ne biliyor musunuz?
Hayır! Diyet değil.
Sanılanın aksine birinciden
ikinciye alınmış bir 6.8 kilo var üstelik. Ama görüntü öyle değil işte di mi?
Aradaki fark spor ve beslenme!
Ben o kızımın doğum gününde çekilen 50 kilo olduğum fotoğraftan bu yana çok daha sağlıklı oldum! Güçlendim.
Yemek yeme huzurumu, özgürlüğümü, dozajımı, dengemi geri kazandım.
Eskisi kadar korkarak yemiyorum.
Kilo aldığım zamanlarda neden aldığımı biliyorum. Nasıl ve ne kadar zamanda verebileceğimi de biliyorum.
Şok mok yaparak değil. Boğazımdan içeri ne girdiğine, ne kadar girdiğine bakarak ve sporumu hiçbir şekilde bırakmayarak...
Ama en önemli meselem kilo alsam da versem de bedenim bütün bu süreçler
içinde hep sağlıklı şeylerle dolu.
Hasta olmuyorum.
Kendime sorduğum soru hep şu:
Yonca aç mısın? Yorgun musun?
Canın mı sıkkın?
Aç değilsem kendime tok karna bir şeyler yemeye gerek yok ki telkini
Yorgunsam, dinlenme ihtiyacımı abur cuburla kapatamayacağım bir ihtiyaç, gidip yatıp dinlenmem gerek telkini
Canım sıkkınken de, abuk subuk yeme krizi geçirerek bir yere varamayacağımı, onun yerine arkadaşımla ağlamak mı ağlamak, müzikle rahatlamak mı rahatlamak, çıkıp yürümek mi yürüyüp sakinleme telkini yapıyorum.
Arkadaşlar rakamlar, görüntüler boş!
Kendine üç gram yemek yedirip aç kalır, 33 kilo kalır, incecik zayıf olursun. Görüntü fit gibi durur ama sen içten çürüyorsundur. Bedenine ne besin verdiğin, onu neyle beslediğin önemli. Arabana benzin yerine çay koysan gider mi? Hayır. E sen de
kendine ne veriyorsun bir bak.
Veya çocuğuna yapar mısın kendine yaptığını?
Tartılar, görüntüler değil mesele.
Fit görünmekle, sağlıklı olmak, sağlıklı beslenmek, hareket etmek arasında dağlar kadar fark var.
Fit görünüp içeriden çöküyor olmak var...
Yaşlanacağız. Kaçış yok.
Ama sağlıkla yaşlanmak diye bir şey var.
Ben altı yılda altı kilo kadar aldım, ama aslında olmam gereken kilodan çok olmam gereken sağlıklı yapıya kavuştum.
Spor yaptıkça, ki inanın bana spor deyince tonlarca para dökmek de gerekmiyor asla. Giyin çık, yürümek mi, yürü. Arada koşasın geldiyse koş. İlla marka marka giyinmen de gerekmiyor.
Dünyanın en basit, en sade sporu olan koşmak bile ne hale getirildi şaşkınlık içindeyim.
Ne yiyorum?
Ben topraktan, ağaçlardan, denizden gelenlerle besleniyorum. İşlenmiş gıdalardan uzak duruyorum.
Dr. Nurhayat Gül’den öğrendiklerimi hayatıma yerleştirdim. Elimden geldiğince sürekli bu düzeni devam ettiriyorum. Evimizde yemek pişiyor.
Anneannem usulü.
Evet canım çekiyor rakımı da içiyorum.
Çikolata krizi de geliyor bu dünya düzeninde.
Kendimi bıraktığım, feci moralsiz de olduğum çok.
Ama bir tek şeyi bırakmıyorum, o da spor.
Uzun vadede rakamlar inse çıksa da insan bedenini sağlıklı, kasları sağlam ve güçlü bir hale getiren, hem görüntüsünü hem de ruhunu gerçekten kalıcı değiştiren tek şey spor. Haftada altı gün bir şekilde en az 40 dakika olmak üzere illa hareket ediyorum.
BU işlerin şoku moku yok...
Zaman alıyor. Çalışmak gerekiyor.
Hem bu kadar kötü gıda pompalanan ortamda yaşamak hem de bu iş, güç, stres ortamında parasal sorunlar içinde spor yapmak, hepsi zor işler biliyorum.
Büyük çaba, azim, emek ve sabır gerekiyor.
Benim altı yıllık yolculuktan anladığım bu.
Gidip kendime estetik yaptırabilecek yapıda tip değilim, olamadım.
Fotoşoplarla yaşayarak ne kendimi ne de başkasını kandırmayı da sevmiyorum.
Filtrelere de gıcığım var. Kendimi o filtrede gördükten sonra aynada gördüğüm gerçek
Yonca’ya haksızlık yapmak çok ağır, çok saçma, çok ürkütücü geliyor bana. Etraf bunca iki yüzlülük doluyken kendime karşı 2yüzlü olmak, feci geliyor bana.
Kendinize bu dünyanın manyak görüntü takıntısı yüzünden, işin çoğu zaman gerçeğini anlatmayan reklam kokan hareketler yüzünden boşuna acı çektirmeyin...
Şu hayata bir kere geldik.
Sağlıkla yaşayalım, yaşlanalım...
Kendimizi olduğumuz gibi sevelim.
Bir gecede doğmadık. Bir gecede büyümedik... Bir gecede şoklanıp inceleceğiz diye ölüp gitmeyelim.
Yonca ‘İsyan’