Geçmiş ‘iyi ki’lerle dolu...

‘Melekler Korusun’la girdi hayatımıza. Evimizin sevimli, güzel kızı olarak benimsedik onu hepimiz. Ekranda geçirdiği zaman içinde evrildi, güzelleşti, büyüdü… Özge Özpirinçci’nin değişen, dönüşen hayatına ve bu ay vizyona giren filmi ‘Karışık Kaset’e daha yakından baktık.

Kendiniz için yaşıyorsunuz diyebilir miyiz?
Aynen. Kendim için yaşıyorum.  

Peki, geriye dönüp baktığınızda ‘keşke’ler mi taşıyorsunuz yoksa her şey hayatın size sunduğu bir deneyim mi?

Kesinlikle birer deneyim. Benim ‘keşke’lerim kısa vadeli oluyor. Mesela bir şeyi yapıyorum sonra ‘keşke yapmasaydım’ diyorum ama sonunda ‘iyi ki yapmışım’a geliyorum. O aradaki süreçte verdiğim kararla, durumla ilgili bir duygu hissetmiyorum. ‘Keşke yapsaydım’ demek bana göre değil. Bunu diyeceğime mutlaka onu yaparım. O yüzden geçmişe baktığımda ‘keşke’lerden ziyade hep ‘iyi ki’ler görüyorum.

Zamanın size öğrettiği en değerli şey ne?
Sabretmek. Çünkü ben gerçekten sabır konusunda çok özürlü bir insanım. Sabretmek, sabırlı olmak... Hiç sahip olmadığım bir erdem ve evet, bence gerçekten sabır bir erdem.

Kahve içmenizden sokakta yürümenize kadar her şeyiniz haber oluyor. Bu durum sizi yoruyor mu?
Evet. Benim hayatım basına neden bu kadar enteresan görünüyor bilmiyorum. Arnavutköy’de kahve içmemin neresi haber? Magazin seviyesi artık bu mu? Her adımı, her söylemimi, yaptığım her şeyi dikkatli yapmak zorunda kalıyorum. Bu çok yorucu ve mesai isteyen bir durum. İnsanı kısıtlıyor. Bir yandan oyuncusun, mentalite olarak çok özgür olman gerekirken bir anda kendini kısıtlıyorsun, kapatıyorsun, kapana kısılmış hissediyorsun.

İnsanların yaşadıklarınız üzerinden sürekli bir şeyler söylemesi ne kadar umurunuzda?
Bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye... Yoksa herkes, her şeyle ilgili yorum yapma hakkına sahip. Bunun adı 2014 Türkiye’sinde hala sahibiz diye umut ettiğim konuşma özgürlüğü. Gerçekten herkes istediğini söyleyebilir, istediğini söylüyor da ama benim için önemli olan benim değer verdiğim insanların söyledikleri. Yoksa herkes seni yıkmaya çalışıyor. İşin komik tarafı insanlar beni çok iyi tanıdığını zannediyor ama benimle ilgili hiçbir şey bilmiyorlar. Ben onların televizyonda, sinemada gördüğü kadarım. Bir eleştiri yapmadan önce bir kere daha düşünseler keşke. Senin hiç tanımadığın biri seninle ilgili saptamalarda bulunsa ve bunlar senin hayat görüşünle tamamen zıt olsa sen ne hissederdin? Çok basit bir şey istediğim; empati.

Peki sizin yaptığınız tüm yapıcı açıklamalara rağmen, Twitter’da gündem oldunuz. Bir mağdur kadın portresi çiziliyor…
Çok enteresan bir durum aslında bana da arkadaşlarım söyledi ‘Kızım Twitter’da gündem olmuşsun’ diye. ‘Ne oldu yine!’ diye panik oldum birden. Gerçekten benim için önem taşımayan durumlar bunlar ama karşılıklı saygı duymak gerekiyor. Ben bu saygıyı duyuyorum ve bu konuyla ilgili hiçbir şey konuşmamayı tercih ediyorum artık. Ne söylesem yanlış anlaşılıyor.  


Aşk nerede?
Aşk her yerde.

Özge’ye yakın mı uzak mı?

Bence aşk her zaman, her durumda en yakınında tutman gereken duygu. O da olmazsa vay halimize! Niye aşktan vazgeçeyim ki? Niye herhangi bir insan aşktan vazgeçsin? 90 yaşındaki nineler, amcalar aşık oluyor. O kadar güzel bir duygu ki aşk. Bir yandan her şeyi anlamsız yapıyor, diğer yandan her şeyi anlamlı kılıyor. “Allah’ım şu güzel bulutlara bak” bile diyebiliyorsun.

Aşkla kolayca yüz göz olabilen bir  tip misiniz?

Aşkı sadece karşı cinse hissedilen duygu olarak kısıtlamıyorum aslında. Mesela şu anda içtiğimiz kokteyle de aşığım. O yüzden röportaj için buraya gelmek istedim. Benim için aşk duygusu öyle tek bir kalıba sığdırılabilecek bir şey değil. Bazı insanların uyuz olduğu tipleme vardır ya, sabahları uyandığında etrafa neşe saçan, yeni bir güne uyandığı için mutlu olan, işte ben o insanım. Yaşamaya aşığım. Gece ne yaşarsam yaşayayım sabah kalktığımda “Oh be sağlıklıyım, mutluyum” derim. Şükretmeyi annemden öğrendim.   

Sinirlendiğinizde sakinleşmek için ne yaparsınız?
Kesinlikle konuşmayı denerim ama karşımdaki hiçbir şekilde diyalog kuramıyorsa, ağlayarak uzaklaşırım. Üzüldüğümde değil, sinirlendiğimde ağlarım. Yürümek de iyi geliyor. Bir kere Rumeli Hisarı’ndan Cihangir’e kadar yürümüştüm! Ertesi gün bacaklarım tutmuyordu. 3-4 tane beni mutlu eden romantik komedi ve animasyon filmi var onları izlerim.

Affetmek sizin için ne kadar kolay ya da zor?

Bir laf var; ‘Beni bir kere kandırırsan sana ayıp ama iki kere kandırırsan bana ayıp.’ O yüzden genelde affederim ama öyle bir noktaya gelirim ki bazen her şeyi bıçak gibi keser atarım. Küçüklüğümden beri böyleyim. Annem bu konuda beni çok uyardı; her şeyi alttan alıyorsun, herkesi tepene çıkarıyorsun, sonra oradan aşağı bir anda bırakıyorsun diye. Bu karşımdaki insan için de yanlış bir tutum. O dönemde karşımdakilerle konuşmayı, kendimi ifade etmeyi pek beceremiyordum. Artık biraz daha beceriyorum ama tahammülüm azaldı. Belki yaşadıklarımdan, belki yaşımdan, belki hayatın beni getirdiği noktadan dolayı ama bu şeklinden mutluyum. Affetmek bir erdem. Karşımdaki gerçekten yaptığının hata olduğunu biliyorsa, özür diliyorsa, ‘beni affet’ diyecek erdeme sahipse ben de affetme erdemine sahibim. Ancak bir kere yaptığı hatayı tekrar yapıyorsa o zaman affedemem.  

En büyük zaafınız ne?

Hayvanlarla ilgili bir durum olduğunda ya da büyük bir haksızlık olduğunda o benim en büyük zaafıma dönüşüyor. O zaman gerçekten bambaşka bir insan oluyorum. Fındıklı Parkı’nda 15-16 yaşlarında bir çocuk bir sokak kedisine tekme attı. Biz de çekimdeydik. O an neler olduğunu ben hatırlamıyorum. Sonra setteki arkadaşlar anlattı. Bir anda çocuğun boğazına yapışmışım. Kendini koruyamayan canlılara yapılan zulüm beni çileden çıkarıyor. Sevdiğim bir insanı üzerseniz de karşınızda hiç görmek istemeyeceğiniz bir Özge görürsünüz. Savaş giysilerimi giymeye vaktim olmadan saldırırım.


Peki, ‘Karışık Kaset’ nasıl bir film?
‘Karışık Kaset’in senaryosunu okudum ve Mehmet Tunç’la tanıştım. Sarp Apak zaten sevdiğim ve beraber oynama fikrinden çok heyecan duyduğum bir oyuncu arkadaşım. Bunun üzerine ‘neden olmasın, yazı daha güzel değerlendiremem’ dedim ve kabul ettim. Uygar Şirin’in bir romanı aslında ‘Karışık Kaset’. 1990, 2000 ve 2010’u kapsayan yirmi yıllık bir aşk hikayesi. 90’larda çocuk olup bu filmi izleyecek olanlar varsa çok şey bulacak kendinden.

Seyirci filmi izledikten sonra salondan nasıl ayrılacak?
 
‘İyi ki gelmişiz’ diyecekler! Sarp’ı ve beni ilk kez beraber izleyecekler. Üstelik alışık olmadıkları bir durumda görecekler. Kendi hayatlarından pek çok şey bulacaklar. Fonda çok güzel şarkılar dinleyecekler.

Filmde sizi en çok etkileyen replik hangisi oldu?  
Fragmanda Sarp “Nasıl oluyor da oluyor? 10 yıl görüşmüyoruz sonra 10 dakika görüşüyoruz ve bu oluyor” diyor! Gerçekten böyle insanlar var hayatımızda. Böyle insanların hayatımızdaki değerini bilmeliyiz ve elbette aradığımız şeyin.

İçinizde kalan yaşayamadığınız bir aşk var mı?
Küçüklüğümden beri hoşlanıyorsam hoşlandığım çocuğa bunu net belli edebilen tiplerdendim. Ama biri kaldı. 10 sene önce falandı... Bir arkadaşımın arkadaşıydı ve yurt dışındaydım o zamanlar. İki günlüğüne gelmiştim sonra tekrar bir kurs için iki hafta yurt dışına çıkacaktım. Çocuğu gördüm, beğendim ve o gün çok çirkindim, ergen çirkinliğinde! Arkadaşıma “Çok beğendim bu çocuk senin arkadaşın mı?” diye sordum, tanıştık sohbet ettik sonra o “Ben Özge’den vazgeçtim” demiş. Hiçbir şey yaşamadık. Bu benim içime bir oturdu anlatamam! Şu anda pişman mı acaba bir sorsun kendine. Şaka bir yana o gerçekten aklımda kalan anılarımdan bir tanesi oldu.

Çok yakın arkadaşlıkların aşka dönüşebileceğine inanır mısınız?
Biraz aşkın tanımıyla da ilgili bu. Aşk çok uzun vadeli bir duygu değil. İlk görüşte aşk var, sonradan fark ettiğin aşk var. Yani aşkın farklı kolları var. Çok yakın arkadaşlıklar aşka dönüşebiliyor elbette. Burnunun dibinde ama reddediyorsun çünkü arkadaşlığının bozulmasından korkuyorsun. ‘Biz iyiyiz böyle aslında’ diyorsun. Onun da bence kırılma noktası fiziksel çekime karşı koyamama anı. Reddediyorsun, reddediyorsun bir noktadan sonra eli değiyor, kolu çarpıyor ‘yeter benden sonra tufan’ deyip yapışıyorsun dudaklarına.


En çok hangi huyunuzu törpülemeye çalışıyorsunuz?
Sabırsız olduğum için her şeyi kendim yapıyorum. Mesela çekimde saçım mı bozulmuş tamam ben düzeltirim, eteği ben hallederim. Her şeyi hemen ben halledebilirim! Her şeyi halledip, sonra da “Neden her şeyi ben yapıyorum” diye söylenip duruyorum. Yapacaksan şikayet etme ya da şikayet edeceksen yapma…

Hayatta hangi insan karakterine katlanamazsınız?

Aptal insana! Hele hem aptal hem de her şeyi bildiğini zannediyorsa… Bilgisi olmadan fikri olan insanlar bunlar... Bu durumda 5-10 dakika sinirleniyor sonra “Bana ne ya değer mi yani buna sinirlenmeye?” deyip uzaklaşıyorum oradan çünkü uzaklaşmazsam savaşacağım biliyorum.

Yönetim bilimleri okuduktan sonra, oyunculuk hayatınıza nasıl girdi?

Her zaman oyunculukla, sahneyle ilgili bir şeyler yapmak istedim. Üniversiteye girmeden önce babama oyuncu olmak istediğimi söyledim, o da çok ciddiye almadı. Ben de çok zorlamadım açıkçası. Okulun son senesinde kuzenim vasıtasıyla bir ajansa kayıt oldum. Kafamda okulu bitirip New York’a abimin yanına gitmek vardı. Master’a gidip orada keşfedilmeyi bekleyecektim. Öyle çaresiz bir plan yani. Ajans vasıtasıyla 20-30 tane reklam filmi için deneme çekimi yaptım, hiç pes etmedim. Okulum Gebze tarafındaydı ve ben her çekim için Şişli’ye gidip geliyordum. O yola çıkmak ve geri dönmek benim için çok heyecanlı ve keyifliydi. Bir taraftan hiç umursamıyordum, diğer taraftan ‘olsa ne güzel olur’ diye içimden geçiriyordum. Yani hayatımı buna bağlamadım, hayatımın merkezi buymuş gibi hareket etmedim ama her şey çok güzel oldu. Çıktığım yolla, geldiğim yer arasında geçen zaman gerçekten gurur verici benim için. Dediğim gibi hiçbir şeyden pişman değilim, çok güzel insanlarla oynadım. Kısaca benim oyunculuğa başlamam biraz organik gelişti. Yüzde 40 yetenek, yüzde 20 doğru zamanlama, kalanı da şans.

Kış ayları için yeni projeler var mı gündeminizde?

Henüz yok. Şu anda yeni bir sinema filmi için görüşmelerim devam ediyor, olursa ilkbaharda çekimleri olacak. Onun dışında bir Amerika seyahatim olacak. Mete Sözer’le ‘Kayıp’ isminde bir kısa film çekmiştik. Mete onu festivallere gönderdi ve çok fazla ödül aldık. O yüzden Amerika’ya çağırıyor “Seni tanıştırmam gereken insanlar var” diye. Orada işler nasıl yürüyor görmek için çok amaçlı bir seyahat yapacağım. Gerçi bizim işin sağı solu belli olmuyor. Şimdi böyle konuşuyorum, gelecek ay bir bakmışsın bir dizide haftanın altı günü, günün 20 saati çalışıyor olabilirim.

Ülkenin hali ortada ya hainsin ya kahraman! Siz nerede durmaya çalışıyorsunuz?
Dediğin gibi ya hainsin ya kahraman ama kime göre, neye göre? İnsanlık kavramını düşünüp hareket ettiğinde hepiniz hainsiniz, hepimiz hainiz! Çünkü kimi yapıyor, kimi görüyor, kimi susuyor, kimi hareket ediyor ama ilk ‘otur bakayım sen aşağı’ lafında ‘tamam oturdum’ diyor. Kiminin ruhu savaşçı ama kendi hayat standartlarını düşürmek istemediği için yapamıyor. Böyle dediğime bakmayın, ben de bu gruplardan birindeyim. Gezi Parkı’nda gerçekten hepimiz dünyayı değiştirebileceğimize inandık, hepimiz el ele barışla kenetlendik. Tam oldu dediğimiz noktada işler daha da kötüye gitmeye başladı. Ve ben artık bu konularla ilgili fikir sahibi olacak kadar bilgi sahibi olmadığımı düşünüyorum. Siyaseti yakından takip etmiyorum, çünkü anlamıyorum, liderlerin konuşmalarını gerçekten anlamıyorum. Ortada belli bir resim varken, bunu en alt tabakadaki insan görüyorken devletin başındaki insanların, devlet büyüklerinin hiçbir şey yok gibi konuşması ‘acaba halüsinasyon mu görüyorum?’ dedirtiyor bana.  Yazı: Sinem Gürleyük
Fotoğraf: Serhat Hayri/Studio Plus

Bazı insanlar içindeki çocuğu kime gösterip kime göstermeyeceği konusunda kararsızdır. Onu anlayabilecek birileri var mı etrafında? Enerjisine ayak uydurabilecek birileri? Bundan emin olmadan çıkarmaz içinde sakladığı çocuğu ortaya. Özge Özpirinçci tam da böyle bir kadın. İçindeki çocuk temkinli ama çok eğlenceli. Hemen çıkmıyor ortaya. Biraz vakit geçirip enerjisi tutuyorsa, afacan yaramaz kız çocuğuru çıkarıyor karşınıza. Gerektiği yerde de bir anda onu içeri çekip, mantıklı tek kaş havada Özge’yi sürebiliyor ortaya. Özge’nin içindeki çocuğu bütün ekip olarak gördük. Pek çoğumuz meslek hayatımızın en rahat ve eğlenceli çekimini yaptı. Tek kaşı havada koruma kalkanına bürünen Özge’yi ise röportajda gördüm. Konu özel hayata, aşka geldiğinde bir anda yüzü değişiyor, artık kimseyle bu konuları konuşmak istemiyor. Paylaşmak istemediğinden değil, her söylediğinin başka yerlere çekilmesinden usanmış. Yoksa aşka küsecek en son insanın o olduğunu söyleyebilirim. Zaten hayatta yaşadığı hiçbir şeyden pişman olmadığını, geriye dönüp baktığında her zaman ‘iyi ki’ler taşıdığının altını defalarca çizdi röportaj esnasında. “Benim ‘keşke’lerim kısa vadeli oluyor. Mesela bir şeyi yapıyorum sonra ‘keşke yapmasaydım’ diyorum ama sonunda ‘iyi ki yapmışım’a geliyorum. O aradaki süreçte verdiğim kararla, durumla ilgili bir duygu hissetmiyorum. Sadece aradan uzun bir zaman geçtikten sonra ‘iyi ki yapmışım onu’ diyorum” diye anlatıyor şu anda durduğu noktayı. Bunda yeni filmi ‘Karışık Kaset’in de etkisinin büyük olduğunu söyleyebilirim. Konu filme geldiğinde, elleriyle, kollarıyla, mimikleriyle heyecanlanarak anlattı her detayı. Sarp Apak’la ilk kez kamera karşısına geçen ve ilk kez romantik komedi filminde rol alan Özge Özpirinçci’nin herkese sinemaya “İyi ki gelmişiz dedirtecek” diyerek anlatmaya başladığı filmi 21 Kasım’da vizyonda.

Hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz şu anda?
Hayatım günden güne açık pembeye doğru gidiyor. Zor bir dönem geçirdim. Her şey üst üste gelirken artık dayanamayacağını düşünürsün ve sonra bir anda aslında yaşadığın her şeyin bir nedenden dolayı olduğunu ve seni daha umut dolu bir noktaya taşıdığını görürsün… İşte tam böyle oldu. Elbette dünyanın ve ülkenin gündemine baktığınızda bizim için umut ekmek kırıntısı gibi şu anda ama yakınımdaki insanlarla olan iletişimimi, hayata bakış açımı ve yaşama sevincimi etkileyen şeyler bunlar değil. Yani beni ve çevremdeki insanları umutsuz yapması gerekirken bizi daha güçlü kılıyor, savaşçı ruhumuzu perçinliyor.

Kendiniz için en çok neler yapıyorsunuz  bu aralar?
Spora kafayı takmış durumdayım. Pilates yapıyorum, koşuyorum, yürüyorum, bisiklete biniyorum, hafta sonu nereye kaçıp at binebilirim diye araştırıyorum, uzun zamandır okumak istediğim ya da izlemek istediğim kitaplara, filmlere, aileme vakit ayırıyorum. Yeni projeler üretme safhasındayım, kafamda planlar var. Bir kısa film mesela.

Pınar Altuğ ve Yağmur Atacan'ın kızları Su 15 yaşına girdi! Eşi ve kızlarıyla Mauritius'a giden Sinem Kobal'dan yeni kareler İşte Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin Osman'ı Emir Berke Zincidi 90'lı yılların yakışıklısıydı... İşte Kaan Girgin'in son hali... 'Kızılcık Şerbeti'nden yeni 2. fragman: Daha önce tanışmış mıydık Demet Şener: Sevgilime gönülden bağlıyım, evlilik şart değil