Güç onda artık!
Fi’deki Sadık Murat Kolhan karakteriyle akıllara kazınan başarılı oyuncu Osman Sonant'a dair gizem kapılarını 30 soruda aralıyoruz.
Röportaj: Ece Üremez
Fotoğraf: Erman İştahlı
Aklından taşan gözlerinden okunuyor. Adımları adeta yerde yankı yapıyor. Hem hayatta hem oyunculukta ‘gerçek’ insan bulmak hazine keşfetmek kadar ‘gerçek dışı’ bir hal almışken, Osman Sonant bunun aksini sadece var olarak kanıtlıyor.
Tam beklemekten vazgeçiyorduk ki girdi kapıdan içeri...
3-5 bölümü zar zor devirip apar topar kaldırılan diziler devrinde ilaç gibi gelen Fi’nin çekimleri malum son hız devam ettiğinden, nam-ı diğer Sadık Murat Kolhan’ı setten koparıp bizim sete getirmek kolay olmadı elbet. Ancak o günün kendi içinde sakladığı bir metafor vardı; tam diziler bitti derken Fi de aynen böyle girdi hayatımızdan içeri, aniden. Tıpkı, izleyiciler ‘Ah, nerede o eski oyuncular’ şeklinde nükseden nostaljik yakınmalar kıvamına gelmişken, yerden yükselen Osman Sonant gibi... Çok kitap okuyanlara olur bu, gerçek hayatın içinde bir roman karakteriyle tanışma beklentisi... Osman Sonant’ın canlı versiyonunu görmek de duruşu, ses tonu, yürüyüşü ve bakışları ile başlı başına özenle yazılmış çizilmiş bir karakterle karşılaştığıma ikna olmamı sağladı. Geri planda durmayı ve kalmayı seçerek esas adam olabilmek, hayatta her işin hakkını ve beklenenden fazlasını vermek, kendini her defasında sıfırdan yaratmak en açık söylem şekliyle her babayiğidin harcı değil. Osman Sonant has ve öz oyunculardan. Hikayesinin başlangıcını merak edenlere ise kısa bir özet geçeyim; lise son sınıfa giderken derslerden kaçmak için girdiği tiyatro kulübüyle yola çıkıp onun deyimiyle ‘işi sonradan ciddiye bindiren’ ve bugün mesleğine olan sevgisi, saygısı ve tutkusu ile canlandırdığı karakterleri besleyerek güçlendiren güçlü bir oyuncu. Sektöre adım attığı ilk günden itibaren, sadece fiziksel güzellik ile kolay yoldan şöhreti yakalayan güruhun aksine bu işin ustalık, emek ve özsaygı gerektiren bir iş olduğu bilinciyle ilerliyor. Leyla ile Mecnun ve Beş Kardeş gibi çok seyredilen dizilerin yanı sıra Pandora’nın Kutusu gibi bol ödüllü ya da Kırık Kalpler Bankası gibi ses getiren festival filmlerinde yer alan başarılı oyuncu eskiye de özlem duymuyor değil. Zira bugün onu tiyatroya dair en çok heyecanlandıranın, bir gün tekrar yapmak isteyebileceği duygusu olduğunu söylüyor. Tüm bunlar bir yana, Osman Sonant, karizmatik kelimesinin ayaklanmış, vücut bulmuş hali adeta. Bazı insanlar vardır ya onları sadece izlemek istersiniz, neyi neden ve nasıl yaptığını asla sorgulamadan, her sözünü ve her hareketini koşulsuz kabul ettiğiniz, tek bir bakışıyla isterse size dünyaları verip isterse de o dünyaları sizden olduğu gibi geri alabilecek güce sahip o insanlar... Fi’yi izlerken Sadık Murat Kolhan için bunları düşünmüştüm belki ama Osman Sonant ile tanışınca da aynen bunları düşünmeye devam ettim. Üstelik fazlası da var; o gerçekten güler yüzlü ve eğlenceli biri. Enteresan olan içtenliği her halinden okunan bir adamın esprili ve komik yanına da oldukça hızlı alışıyor olmanız. Hatta gülümsemesinin insan üzerinde öyle bir etkisi var ki, sanki hiç beklenmedik bir doğa olayına tanıklık ettiğinizi hissediyorsunuz. Elbette bunun en büyük nedeni, keskin ve gizemli bakışları ile gülen bir yüzün yarattığı tezat diyebiliriz. Son olarak, kendisinin evli ve Mercan adında dünyalar tatlısı bir kız çocuğu sahibi olması da güven emsali oluşturan adımlarının arkasındaki gücü anlatmaya yetiyor. Anlayacağınız, o gün kendisini beklediğimize fazlasıyla değdi. İşte, bu gerçeğin en sağlam kanıtları...
1- Uzun zamandır diziler gerçekten can çekişiyor, üç bölüm sonra kaldırılanlar bile oluyor. Sizce, Fi hangi yönlerden izleyiciyi bu kadar kendine çekmeyi başardı?
Bence, Fi’nin bu kadar ilgi çekmesinin en önemli sebeplerinden biri, televizyonda görmeye alışmadığımız bazı karakterleri hikayesinde barındırması. Ayrıca görüntü, sanat çalışması ve reji dili, hikayeye cuk uyan oyuncu seçimleri, otosansürsüz bir anlatım biçimi, aşksa aşk, erotizmse erotizm, içkiyse içki, tutkuysa tutku, nefretse nefret ve detaylar… Şeytan ayrıntıda gizlidir!
2- Sadece internet üzerinde yayınlanacak bir dizi projesinde yer almak konusunda tereddütünüz ya da çekinceleriniz oldu mu?
Aslında televizyona olacak deselerdi daha çok tereddüt ederdim çünkü televizyonların durumu malum. Burada daha özgür bir ortam var ve herkes mobilde yaşıyor artık. Sabit bir saat ve bir kanal sınırlayıcı oluyor. Bu değişim işimize geldi bizim, tabletinden, telefonundan bizi izleyen babaanne fotoğrafları dahi gördüm. İş kulaktan kulağa yayıldı ki bu tanıtımın en güçlü şekli zaten.
3- Dizideki tüm karakterler, bazı yönleriyle çok uç da olsalar, puzzle gibi bir bütünün parçalarını oluşturuyorlar aslında. Peki, Sadık Murat Kolhan’ın bu denklemdeki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dediğiniz gibi, bütün karakterler çok uçta duyguları olan karakterler ve bu, bütün oyuncu arkadaşlarım için de benim için de çok büyük bir oyun keyfi anlamına geliyor. SMK, sıradan bir iş adamı ya da medya patronu değil; o da aşkın, tutkunun ve kendine has bir hayat matematiğinin peşinde. Gücüyle yapamayacağı şey yok ama gücü değil zekası ve duygularıyla yapmak istiyor yapacağını. Karanlık bir tarafı var bir de tabii ki ve o karanlık taraf beni çok cezbediyor çünkü alacalı bir karanlık onunki. Işık nerede başlıyor, gölge nerede giriyor çıkıyor belli değil. O yüzden puzzle’ın ortalarında, hem her rengi ve deseni içeren hem de ayırt edilmeyen bir parça.
4- Karaktere hazırlanırken üç kitabı da okudunuz mu? Sadık Murat Kolhan’ın en etkileyici ve en zayıf taraflarının neler olduğunu düşünüyorsunuz?
Valla okuyamadım daha hepsini, sadece bir özet okudum ve karakterle ilgili bilgi aldım. Dizi bitince okuyacağım o yüzden çok az bilgim var kitaptaki akışa dair. Bu da karakteri kurmak konusunda daha çok heyecan veriyor bana. SMK’nın en etkileyici yönü, fotoğrafa en geniş haliyle bakıp geneli görme becerisi, pratik zekası, olgunluğu ama buna rağmen Özge’ye karşı tuhaf zaafı, bunun farkında olması ve buna zaman zaman teslim olmayı göze alması bence…
5- Dengenizi çabuk kaybeder misiniz? Canınızı sıkan olaylara çabuk sinirlenir ya da tepki verir misiniz?
Çabuk sinirlendiğim zamanlar oluyor maalesef, duygusal kontrolümü kaybettiğim de oluyor. Üstünde çalıştığım bir konu bu, tam anlamıyla çözebilmiş değilim ama umudum var.
6- Sektöre ilk adımı tiyatroyla attığınızı biliyorum. Peki, günümüzde tiyatronun hala önemini koruduğuna, toplumu eğitme görevini taşıdığına inanıyor musunuz?
Bence tiyatronun eğitmekten ziyade farkındalık yaratmak gibi bir fonksiyonu var. Eğitim görevi bence hiçbir zaman yoktu ve olmamalı da ama farkındalık yaratıp bakış açısı kazandırabilir. Fakat asıl görevi eğlendirmek ve hikaye anlatmaktır. Eğlenceden kastım kişiye göre değişir, ruhsal ve derinlerde bir entelektüel eğlence olabildiği gibi anıra anıra güldüren ya da şarıl şarıl ağlatan bir eğlence de olabilir bu. Türkiye’de ise şu an her türlü ihtiyaca yönelik tiyatro yapılmakta ve meraklısı hiç de az değil.
7- Bugüne kadar mesleğinize dair aldığınız en iyi tavsiye neydi?
Konservatuvardaki hocam Engin Uludağ’ın tavsiyesi, bir rolü kabul edip etmemek üzerine yaptığı tatlı bir tavsiye… Demişti ki; ‘Evlenip yuva kurmayacaksın rolle, oyna gitsin.’
8- Nasıl bir ailede büyüdünüz ve yetiştiniz?
Kalabalık ve orta halli bir ailenin en küçük ferdi olarak büyüdüm, imtiyazlı ve torpilli bir çocukluk ama zorlukları da olan bir çocukluk. Uzun hikaye... Neyse sonra büyüdük işte.
9- Çocukken oyuncu olmanın hayalini kurar mıydınız?
Çocukken oyuncu olmanın hayalini kurmadım hiç, lise sonda başladı bütün hikaye. Okul tiyatrosunda derslerden muaf olunuyordu kulüp çalışması olduğu zaman, kim istemez ki? İş sonradan ciddiye bindi, ben de anlamadım.
10- Kendinizi bir roman karakteri olarak nasıl anlatmaya başlardınız?
Bir gün gözlerini açtı ve bedeninde yalnız olmadığını fark etti!
11- Sinemada ilk kez izlediğiniz filmi hatırlıyor musunuz? Neler hissetmiştiniz?
İlk Geleceğe Dönüş 1’i izlediğimi hatırlıyorum. 7-8 yaşındaydım. Çıkar çıkmaz uçan kaykay istemiştim ailemden. Sonra üzülmeyeyim diye kaykay aldılar bir tane. İlk bindiğimde sokaktaki ağaca tosladım daha da binmedim. O günden beri bin 500 kez izlemişimdir, benim rehabilitasyon filmimdir. Geçen Autoshow’da sergilendi filmde kullanılan araba, fotoğrafını çekmişler çekiciyle fuara götürülürken. Kim derdi ki ‘DeLorean’ bir gün Cevizlibağ’dan geçecek.
12- En çok hayran olduğunuz, aynı zamanda size ilham veren kişi kim?
Zor soru, yani bir kişiye indirgemek zor ama en çok rahmetli babam desem yalan olmaz.
13- Nasıl durumların yaratıcılığınızı olumsuz etkileyebileceğini düşünüyorsunuz?
Zaman kısıtlılığı benim için yaratıcılığıma en olumsuz etkiyi yapan olgu. Kısa bir zaman ve hazırlıksızlık, yaratım süreci için çok sıkıntı yaratıyor. O yüzden biraz da olsa zamana ihtiyacım var. Zaman olmayınca doğaçlama ve üstünde düşünmeden verdiğim kararlardan çabuk pişman oluyorum; yaptığım işin sonuçlarını da beğenmiyorum. Ne olur biraz zaman...
14- Neyi elde etmek uğruna her şeyi göze alırsınız?
Evrenin işleyişinin bilgisini! Bu makro cevap; mikro versiyonu ise insan gibi anılmak için her şeyi göze alırım.
15- Mutluluğu elde etmenin kolay mı zor mu olduğunu düşünüyorsunuz?
Nasıl mutlu olduğumuza bağlı, ben zor mutlu olan bir adamım. Neden bilmiyorum ama çocukluğumdan beri böyleyim. Mutlu olmak zor zanaat.
16- Aşk olmadan da yaşanır mı?
Mümkün değil!
17- Kadınlara dair sizi en çok ve hep şaşırtan ne oldu?
Onları hep çözdüğümü zannedip çözemediğimi anlıyorum, umudum var ama gerçekçi değil.
18- Eşinizle ilk tanıştığınızda sizi en çok etkileyen ne olmuştu?
Gözleri…
19- Fi’de izlediğimiz gibi, aşık olduğunuzda kıskanç ve sahiplenici bir yapıya bürünür müsünüz?
Gerçek aşkta kıskançlık olmaz bence.
20- Evlenmek ve aile kurmak neler öğretti size?
Paylaşmayı, sorumluluk almayı, adam olmayı.
21- Baba olduktan sonra kendinizde fark ettiğiniz en büyük değişiklik ne oldu?
Babamı anladım!
22- Daha ileriki yaşlarınızı nasıl hayal ediyorsunuz?
Yaşlandıkça kendimle daha çok barışıyorum, o yüzden ne yalan söyleyeyim hoşuma gidiyor yılların geçmesi. Tam bir barışıklık hayal ediyorum kendimle.
23- Ölümsüz olmak ister miydiniz?
Ölümsüzüm zaten.
24- Yapmaktan suçluluk duyduğunuz halde vazgeçemediğiniz alışkanlığınız nedir?
Sigara içmek.
25- Bugünlerde içinde olduğumuz düzene dair kabul edemedikleriniz neler?
Kavramların ve değerlerin altüst olduğunu görmek ve görüş farklılıklarına kimsenin tahammülünün kalmadığını görmek beni çok rahatsız ediyor.
26- Bu hayat ne olmadan çekilmez?
Sağlık!
27- İstanbul’da yaşamaktan mutlu musunuz? İleriye yönelik başka bir ülke ya da şehirde yaşama planlarınız var mı?
Tabii ki var, biz insan değil miyiz? Daha sakin bir şehirde, daha çok yeşil ve daha güzel bir hava hayalimiz var, kısmet… İzmir civarı kuvvetle muhtemel.
28 Titiz ve düzenli misiniz? Evde sizi en kızdıracak hareket ne olur?
Yani çok titiz ve düzenli sayılmam ama zaten çocuklu evde de düzen zor be kardeşim!
29 Yatakta kahvaltı eder misiniz?
Getiren olunca ediyoruz tabii ki.
30 Size dair hiç bilmediğimiz ne söyleyebilirsiniz?
Çok güzel fal bakarım!