Hakan Kurtaş
Şükran Ovalı'yla büyük aşk yaşayan 'Aşk' dizisinin yakışıklısı Hakan Kurtaş, Ayşe Arman'a konuştu: "Aşka inancım tam"
Oyunculuk her şey mi demek senin için? Öncelikler sırasında en üstte mi?
Hayır, tabii ki. Hiçbir şeyi gerektiğinden fazla önemsememek gerekiyor. Oyunculuk sadece, samimi ve gerçek yapıldığında, hayatı bize anlatabilmek için bir araç. Aslolan hayattır.
“Tiyatro öldü ve bitti” deniyor ama siz başka bir soluk getirdiniz. Bununla ilgili söyleyeceklerin neler?
Eğer adam gibi yapılırsa, prodüksiyon iyiyse, hikaye sağlamsa insanları uçurabilir. Son dönemde kurulan genç tiyatro toplulukları muazzam mesela. Tiyatroda inandığınız hikayeye, inandığınız insanlar ve inandığınız durumlarla, ufacık bir alan bile yetebiliyor artık. Çok büyük prodüksiyonlara gerek yok. Bu konuda ben çok heyecanlıyım. Çok güzel şeyler olacak diye düşünüyorum.
Sen hayatta neye inanırsın?
Neye mi inanırım? Tek gerçeğin ölüm olduğuna inanırım. O yüzden de ‘an’ların çok değerli olduğunu, geçen hiçbir anın geri gelmeyeceğini bilirim. Ve her anın keyfini çıkarmaya çalışırım.
Şükran Ovalı’yla nasıl tanıştınız?
Oyunuma geldi. Oyun çıkışında tanıştık, sohbet ettik. Hani öyle karşılaşma anları vardır ki, size rağmen bir şey başlar ve bunu iki taraf da net bir şekilde hisseder. Bizimki de öyle oldu. Tanıştık, bir süre arkadaştık, sonra sevgili olduk. Ve 2.5 senedir hiç ayrılmadık!
Ne güzel!
Evet, ben de çok mutluyum. Kendimi de çok şanslı hissediyorum. Şükran gibi bir kadına aşık olduğum, hayatı onunla paylaştığım için. Birlikte yeni şeyler keşfediyoruz, birlikte eğleniyoruz, bir sürü şey öğreniyoruz, gelişiyoruz. Çok iyi geldi bu aşk bize. Pek çok insandan farklı olarak aşka inancım tam.
Birlikte mi yaşıyorsunuz?
Evet.
O da sana, senin ona olduğun kadar aşık mı?
Evet. Son derece dürüst ve samimiyiz birbirimize karşı. Hiçbir konuda yarışta da değiliz. Birbirimize baktığımızda içimizi görebiliyoruz.
Nasıl besliyorsunuz birbirinizi?
Müzik, okuduğumuz kitaplar, seyahat, oyunculuk adına şeyler, sinema, tiyatro… Ve saatlerce sohbet ediyoruz. Gece kulüplerine gitme huyumuz yok. Ama sokakları seviyoruz. Çünkü
sokaklar yaşıyor. Ama bar-mar açmıyor bizi…
Neden? Fotoğraf çekecekler diye mi?
Alakası yok! İstanbul gece hayatı, insanların toplanıp birbirlerine baktığı ve birbirini yargıladığı yerler. Keyifli gelmiyor böyle şeyler!
Ne yapıyorsunuz peki?
Arkadaşlarımızla takılıyoruz, birlikte yemek yiyoruz. Sohbet ediyoruz, müzik dinliyoruz…
Sen, çok yönlü bir adamsın. Aynı zamanda karikatür çiziyorsun ve gitar çalıyorsun...
Evet, kendimi bildim bileli gitar çalıyorum. Karikatüre ilgime gelince; babam, Gırgır’ın tüm sayılarını biriktiren bir adam. Onun sayesinde çizerleri izler oldum, özendiğim çizerleri
taklit ederek karikatüre başladım. Sonradan kendi çizgimin, hikayemin peşine düştüm. Karikatür, dünyanın en müthiş şeylerinden biri. Bomboş sayfaya çizdiğiniz 2-3 adam konuşuyor. Onlara baktıkça heyecanlanıyorsun. Bunu paylaşmak istiyorsun. Bursa’dayken, postaneye gidip mektup yoluyla dergilerle paylaşıyordum. İstanbul’a gelince, boş günlerimde dergiye gidip çizmeye başladım. Çizimlerim, amatör köşesinde yayınlandı; ki aynı zamanda haftanın dört günü tiyatro oyunu oynuyordum…
Okulda okurken, bir taraftan da oyunculuğa başlamıştın yani…
Evet. Dördüncü sınıfta mezuniyet oyunu oynadım. Arkadaşlarımla bir şeyler yaratmaya başladım. Yine o sene, ‘Avaz Avaz’ diye bir oyun yazdım. O arada da, ‘Aralık Hareketi’ diye bir
grup kurmuştuk, okulda ve Kumbaracı 50’de de oynadık. Bu grup hala devam ediyor ama çekimlerden dolayı çok görüşemiyoruz. Aramızda tiyatro yapan, dizi yapanlar var. Yine dördüncü sınıftayken, haftanın dört günü ‘Antrakrat’ diye bir oyuna başladım.
Orada herkes sana aşık olmuş…
Güzel övgüler aldım. Televizyon piyasasıyla tanıştığım yer de orasıdır. Teklifler o oyundan sonra başladı.
“Aman dizi sektörüne hemen girmeyeyim, bozulurum! Ben tiyatro tarafında durayım” gibi tereddütlerin oldu mu?
Tereddütler oluyor. Ama çok da net gerçekler var!
Ne gibi?
Oyuncu olarak beslenmek istiyorsun. Aklına gelen bir kitabı, ne kadar pahalı olursa olsun satın alabilmek istiyorsun. Ya da bir albümün bir konser kaydını, bir yönetmenin film setini. Bunlar için de para gerekiyor.
Para için mi dizilerde oynuyorsun yani?
Sevdiğim için de oynuyorum ama evet, para da bir etken. İstanbul’da istediğin gibi yaşayabilmek, istediğin şeyleri elde edebilmek, dilediğin yere seyahat edebilmek, kendini geliştirebilmek ve özgür olabilmek için evet, paraya ihtiyacın var.
Çok gençsin ama çok başarılısın. Ailenin tepkisi ne?
Çok mutlular, çünkü onlar beni tiyatroda da izleme şansına eriştiler. Sinemada da gördüler. Şimdi de televizyonda görüyorlar. Gurur duyduklarını düşünüyorum.
Üçünü nasıl kıyaslıyorsun? Sinema, tiyatro, dizi…
Bu, kendinizi nasıl var ettiğinizle ilgili bir şey. Üçü de, sokakta top oynarken paslaşan çocuk gibiler, hangisinin hangi anda gol atabileceğini fark edemiyorsun. Ama tabii ki tiyatronun
bendeki yeri bambaşka. Sahne anlık bir şey, geçen hiçbir saniyesi bir daha geri gelmeyecek, “Kestik, durduk, bittik… Hadi bir daha alıyoruz!” denilemeyecek, akıp giden ve her zaman da öyle olacak bir şey. O yüzden tiyatro ve sahne bambaşka; kutsal. Sinema ise farklı hallere de girebilecek, kalıcı bir şey. Hikayenin, samimi ve gerçekçi olması durumunda çok büyüleyici bir hal alıyor. Beni de çok heyecanlandırıyor. Diziye gelince, farklı kapılar açabiliyor. Televizyon ise, insanların hayatına düğmeye bastıkları anda giriyor. Normalde karşılaşamayacağınız insanlarla orada karşılaşabiliyorsunuz. Televizyonun bu tarafını seviyorum. Ama bu üçünün, kesinlikle dengesinin sağlanması gerektiğini düşünüyorum.
Röportaj: Ayşe Arman
Fotoğraflar: Cem Talu
Prodüksiyon: Eda Şentürk
Styling: Asena Sarıbatur
Saç ve Makyaj: Mehmet Yürekli
Birdenbire hayatımıza girdi… Bir anda herkes onu konuşmaya başladı. Hakan Kurtaş, henüz 25 yaşında. Geleceğin önemli oyuncularından biri olacağı kesin. Daha şimdiden ‘umut vadeden oyuncu’ ödülüne ulaşmış durumda. Okullu bir oyuncu, konservatuvar mezunu. Ama aynı zamanda müzisyen, aynı zamanda sportmen. Karikatür de çiziyor. Çok yönlü bir arkadaş yani! Ve aşık… 2.5 yıldır Şükran Ovalı’yla birlikte… Hadi okuyalım, Hakan’ı tanıyalım…
Hakan Kurtaş… Son zamanlarda herkes seni konuşuyor, senden söz ediyor. Sen kimsin, nesin? Nereden çıktın?
(Gülüyor) İzmir’den çıktım!
Hadi anlat, nasıl bir çocukluk, nasıl bir aile?
Mutlu bir aile… Babam çocuk hastalıkları uzmanı, annem de bankacı. Gerçi sonra annem o alandaki kariyerini bıraktı; resim okudu ve resim öğretmeni oldu. Özgürdür bizim ailede herkes, bireydir. Üç erkek kardeşiz. Aslen İzmirliyim. İzmir’de doğuyorum, babamın tayini üzerine Bursa’ya taşınıyoruz, liseyi orada okuyorum…
Oyunculuk?
Lise 1’de, kendimi şu hayatta ifade edebileceğim yegane şeyin oyunculuk olduğuna karar verdim. Hala bu duygudayım.
Çocukluğa dair renkler, kokular, dokular...
Güzeldi her şey! Üç erkek kardeşin en büyüğüyüm. Ortancayla aramda dokuz yaş var. Yani bir dönemde, tek çocuk gibi yaşadım. O hissi de, ağabeylik hissini de, abinin abisi olma hissini de biliyorum. Üçümüz arkadaş gibiyiz zaten. En küçükle aramda 14 yaş var.
Evlilik için erken mi? Yoksa düşünmüyor musunuz?
Bunlar bence çok güzel hayaller. Bu konuyla ilgili olumsuz bir düşüncemiz yok. Zaman gösterir, zamanla her şey şekillenir.
25 yaşındaki başka bir adama sorsam, “İşim olmaz. Ne evliliği bu yaşta!” derdi. Sen öyle demedin!
Şükran’la güzel bir şey yaşıyoruz. Benim için çok değerli. Hala birbirimizi keşfediyoruz…
Ama gündeminizde değil sanırım?
Zaman zaman oluyor, zaman zaman olmuyor. Hayalinizi kurduğunuz şeyle ilgili. Hayalini kurduğunuz şey geldiyse, taşlar yerine oturuyor.
2014 için nelerin hayalini kuruyorsun?
İnsanlardaki ‘merhamet’ ve ‘utanma’ duygusunun gelişmesini diliyorum. Bizi daha iyi insanlar yapacak duygular onlar. Tabii ki huzurlu ve özgür bir ülke de hayal ediyorum.
Herkes seni, Aras Bulut İynemli’ye benzetiyor. Bu senin için can sıkıcı bir durum mu?
Yoo, insan insana benzer! Gerçi bizde de böyle bir hastalık var. Birilerini birilerine benzetme hastalığı…
Siz hiç karşılaştınız mı?
Hayır, karşılaşmadık. Çok da takılmamak gerekiyor bu tür durumlara.
Oyunculuk tarzınızı da benzetiyorlar…
Valla, o kadar detaylı dinlemedim o mevzuları ben. Çok ilgilenmiyorum beni kime benzettikleriyle…
Robert Pattinson’a da benzetiyorlar…
Evet, onu da duydum. Robert bu konuda ne düşünüyor ben onu merak ediyorum!
Son olarak, genç kızlar sana ölüp bitiyor, Şükran kıskanıyor mu?
Yok canım. Çok güzel hallediyoruz biz o meseleleri. Tabii ki aşkın içinde kıskançlık oluyor ama ilginin kaynağını bildiğinde sorun teşkil etmiyor. Şükran da oyuncu, ona ölüp
bitenler de var. Anlayışla karşılıyorum. O ilgiyi neyin yarattığını bilince sorun yok. Kriz yaratacak bir hale gelmiyor.Annenle babanınki aşk evliliği mi?
Evet. Babam, Bursa’da Uludağ Üniversitesi’nde tıp üzerine, annem de bankacılık üzerine eğitim alırken oluyor her şey. Birbirleriyle, yüzlerinde maskeler, eskrim yaparken tanışıyorlar.
Yapma ya!
Evet. Sonra maskelerini çıkarıp, sohbet ediyorlar. Benim de sevdiğim bir hikayedir; bir süre flört ediyorlar, birbirlerine aşık oluyorlar, sonra da evleniyorlar.
Sen daha çok hangisine benziyorsun?
İkisinden de aldığım özellikler var. Fırlama yanım annem ve dayıma benziyor. Mantığımı kullanmam ise, babama…
Bir ara basketbola da sardırıyorsun…
Evet. Bir dönem, çok yoğun spor yaptım. Kişiliğimin başka bir yönünü de görmüş oldum. Rekabeti de seviyormuşum. Tabii sporun acımasızlığını da fark ettim. Ufak bir sakatlıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Kendinizi hep kollamanız gerekiyor. Yıldız takıma kadar basketbol oynadım…
Sonra neden basketbolu bıraktın da, oyuncu olmaya karar verdin? Yeteri kadar iyi bir sporcu mu değildin?
Hayır, tam tersine, iyi bir basketbolcuydum ama hayalim bu değildi. Çemberden topu atmak veya arkadaşlarınızla birlikte maçı kazanmak, evet çok yoğun duygular hissettirebiliyor size. Ama yine de beni kesmedi.
Oyunculukta seni baştan çıkaran ve cezbeden şey neydi?
Dünyada henüz anlatılmamış milyarlarca hikaye var. Canlandırdığım karakterin hakkını vermek, anlatmak, bana inanılmaz bir haz veriyor. Hele ki hikayeye inanıyor ve anlatmak
istiyorsam. Oyunculukla ilgili beni baştan çıkaran da bu…
O yüzden de İstanbul’a geldin ve Mimar Sinan Üniversitesi’nde oyunculuk okudun…
Evet. Ben oyunculukta, okullu-okulsuz ayrımı yapmıyorum. Bu işin eğitimini almadığı halde, muhteşem oyunculuk yapanlar var. Ama kendim için konuşursam, okulun bana çok faydası
oldu. Bir kere, içimdeki yetenekleri çıkaran, beni yönlendiren pek çok değerli hocayla tanıştım. Okulda dört senede aldığım eğitimi, kendi başıma öğrenmem çok daha uzun zaman
alırdı. Böyle düşünüyorum ve kendimi şanslı hissediyorum. Okul, bir ok gibi sizi geriyor. Ve sonra, son hızla hayata fırlatıyor.
Hayır, tabii ki. Hiçbir şeyi gerektiğinden fazla önemsememek gerekiyor. Oyunculuk sadece, samimi ve gerçek yapıldığında, hayatı bize anlatabilmek için bir araç. Aslolan hayattır.
“Tiyatro öldü ve bitti” deniyor ama siz başka bir soluk getirdiniz. Bununla ilgili söyleyeceklerin neler?
Eğer adam gibi yapılırsa, prodüksiyon iyiyse, hikaye sağlamsa insanları uçurabilir. Son dönemde kurulan genç tiyatro toplulukları muazzam mesela. Tiyatroda inandığınız hikayeye, inandığınız insanlar ve inandığınız durumlarla, ufacık bir alan bile yetebiliyor artık. Çok büyük prodüksiyonlara gerek yok. Bu konuda ben çok heyecanlıyım. Çok güzel şeyler olacak diye düşünüyorum.
Sen hayatta neye inanırsın?
Neye mi inanırım? Tek gerçeğin ölüm olduğuna inanırım. O yüzden de ‘an’ların çok değerli olduğunu, geçen hiçbir anın geri gelmeyeceğini bilirim. Ve her anın keyfini çıkarmaya çalışırım.
Şükran Ovalı’yla nasıl tanıştınız?
Oyunuma geldi. Oyun çıkışında tanıştık, sohbet ettik. Hani öyle karşılaşma anları vardır ki, size rağmen bir şey başlar ve bunu iki taraf da net bir şekilde hisseder. Bizimki de öyle oldu. Tanıştık, bir süre arkadaştık, sonra sevgili olduk. Ve 2.5 senedir hiç ayrılmadık!
Ne güzel!
Evet, ben de çok mutluyum. Kendimi de çok şanslı hissediyorum. Şükran gibi bir kadına aşık olduğum, hayatı onunla paylaştığım için. Birlikte yeni şeyler keşfediyoruz, birlikte eğleniyoruz, bir sürü şey öğreniyoruz, gelişiyoruz. Çok iyi geldi bu aşk bize. Pek çok insandan farklı olarak aşka inancım tam.
Birlikte mi yaşıyorsunuz?
Evet.
O da sana, senin ona olduğun kadar aşık mı?
Evet. Son derece dürüst ve samimiyiz birbirimize karşı. Hiçbir konuda yarışta da değiliz. Birbirimize baktığımızda içimizi görebiliyoruz.
Nasıl besliyorsunuz birbirinizi?
Müzik, okuduğumuz kitaplar, seyahat, oyunculuk adına şeyler, sinema, tiyatro… Ve saatlerce sohbet ediyoruz. Gece kulüplerine gitme huyumuz yok. Ama sokakları seviyoruz. Çünkü
sokaklar yaşıyor. Ama bar-mar açmıyor bizi…
Neden? Fotoğraf çekecekler diye mi?
Alakası yok! İstanbul gece hayatı, insanların toplanıp birbirlerine baktığı ve birbirini yargıladığı yerler. Keyifli gelmiyor böyle şeyler!
Ne yapıyorsunuz peki?
Arkadaşlarımızla takılıyoruz, birlikte yemek yiyoruz. Sohbet ediyoruz, müzik dinliyoruz…
Sen, çok yönlü bir adamsın. Aynı zamanda karikatür çiziyorsun ve gitar çalıyorsun...
Evet, kendimi bildim bileli gitar çalıyorum. Karikatüre ilgime gelince; babam, Gırgır’ın tüm sayılarını biriktiren bir adam. Onun sayesinde çizerleri izler oldum, özendiğim çizerleri
taklit ederek karikatüre başladım. Sonradan kendi çizgimin, hikayemin peşine düştüm. Karikatür, dünyanın en müthiş şeylerinden biri. Bomboş sayfaya çizdiğiniz 2-3 adam konuşuyor. Onlara baktıkça heyecanlanıyorsun. Bunu paylaşmak istiyorsun. Bursa’dayken, postaneye gidip mektup yoluyla dergilerle paylaşıyordum. İstanbul’a gelince, boş günlerimde dergiye gidip çizmeye başladım. Çizimlerim, amatör köşesinde yayınlandı; ki aynı zamanda haftanın dört günü tiyatro oyunu oynuyordum…
Okulda okurken, bir taraftan da oyunculuğa başlamıştın yani…
Evet. Dördüncü sınıfta mezuniyet oyunu oynadım. Arkadaşlarımla bir şeyler yaratmaya başladım. Yine o sene, ‘Avaz Avaz’ diye bir oyun yazdım. O arada da, ‘Aralık Hareketi’ diye bir
grup kurmuştuk, okulda ve Kumbaracı 50’de de oynadık. Bu grup hala devam ediyor ama çekimlerden dolayı çok görüşemiyoruz. Aramızda tiyatro yapan, dizi yapanlar var. Yine dördüncü sınıftayken, haftanın dört günü ‘Antrakrat’ diye bir oyuna başladım.
Orada herkes sana aşık olmuş…
Güzel övgüler aldım. Televizyon piyasasıyla tanıştığım yer de orasıdır. Teklifler o oyundan sonra başladı.
“Aman dizi sektörüne hemen girmeyeyim, bozulurum! Ben tiyatro tarafında durayım” gibi tereddütlerin oldu mu?
Tereddütler oluyor. Ama çok da net gerçekler var!
Ne gibi?
Oyuncu olarak beslenmek istiyorsun. Aklına gelen bir kitabı, ne kadar pahalı olursa olsun satın alabilmek istiyorsun. Ya da bir albümün bir konser kaydını, bir yönetmenin film setini. Bunlar için de para gerekiyor.
Para için mi dizilerde oynuyorsun yani?
Sevdiğim için de oynuyorum ama evet, para da bir etken. İstanbul’da istediğin gibi yaşayabilmek, istediğin şeyleri elde edebilmek, dilediğin yere seyahat edebilmek, kendini geliştirebilmek ve özgür olabilmek için evet, paraya ihtiyacın var.
Çok gençsin ama çok başarılısın. Ailenin tepkisi ne?
Çok mutlular, çünkü onlar beni tiyatroda da izleme şansına eriştiler. Sinemada da gördüler. Şimdi de televizyonda görüyorlar. Gurur duyduklarını düşünüyorum.
Üçünü nasıl kıyaslıyorsun? Sinema, tiyatro, dizi…
Bu, kendinizi nasıl var ettiğinizle ilgili bir şey. Üçü de, sokakta top oynarken paslaşan çocuk gibiler, hangisinin hangi anda gol atabileceğini fark edemiyorsun. Ama tabii ki tiyatronun
bendeki yeri bambaşka. Sahne anlık bir şey, geçen hiçbir saniyesi bir daha geri gelmeyecek, “Kestik, durduk, bittik… Hadi bir daha alıyoruz!” denilemeyecek, akıp giden ve her zaman da öyle olacak bir şey. O yüzden tiyatro ve sahne bambaşka; kutsal. Sinema ise farklı hallere de girebilecek, kalıcı bir şey. Hikayenin, samimi ve gerçekçi olması durumunda çok büyüleyici bir hal alıyor. Beni de çok heyecanlandırıyor. Diziye gelince, farklı kapılar açabiliyor. Televizyon ise, insanların hayatına düğmeye bastıkları anda giriyor. Normalde karşılaşamayacağınız insanlarla orada karşılaşabiliyorsunuz. Televizyonun bu tarafını seviyorum. Ama bu üçünün, kesinlikle dengesinin sağlanması gerektiğini düşünüyorum.
Röportaj: Ayşe Arman
Fotoğraflar: Cem Talu
Prodüksiyon: Eda Şentürk
Styling: Asena Sarıbatur
Saç ve Makyaj: Mehmet Yürekli
Birdenbire hayatımıza girdi… Bir anda herkes onu konuşmaya başladı. Hakan Kurtaş, henüz 25 yaşında. Geleceğin önemli oyuncularından biri olacağı kesin. Daha şimdiden ‘umut vadeden oyuncu’ ödülüne ulaşmış durumda. Okullu bir oyuncu, konservatuvar mezunu. Ama aynı zamanda müzisyen, aynı zamanda sportmen. Karikatür de çiziyor. Çok yönlü bir arkadaş yani! Ve aşık… 2.5 yıldır Şükran Ovalı’yla birlikte… Hadi okuyalım, Hakan’ı tanıyalım…
Hakan Kurtaş… Son zamanlarda herkes seni konuşuyor, senden söz ediyor. Sen kimsin, nesin? Nereden çıktın?
(Gülüyor) İzmir’den çıktım!
Hadi anlat, nasıl bir çocukluk, nasıl bir aile?
Mutlu bir aile… Babam çocuk hastalıkları uzmanı, annem de bankacı. Gerçi sonra annem o alandaki kariyerini bıraktı; resim okudu ve resim öğretmeni oldu. Özgürdür bizim ailede herkes, bireydir. Üç erkek kardeşiz. Aslen İzmirliyim. İzmir’de doğuyorum, babamın tayini üzerine Bursa’ya taşınıyoruz, liseyi orada okuyorum…
Oyunculuk?
Lise 1’de, kendimi şu hayatta ifade edebileceğim yegane şeyin oyunculuk olduğuna karar verdim. Hala bu duygudayım.
Çocukluğa dair renkler, kokular, dokular...
Güzeldi her şey! Üç erkek kardeşin en büyüğüyüm. Ortancayla aramda dokuz yaş var. Yani bir dönemde, tek çocuk gibi yaşadım. O hissi de, ağabeylik hissini de, abinin abisi olma hissini de biliyorum. Üçümüz arkadaş gibiyiz zaten. En küçükle aramda 14 yaş var.
Evlilik için erken mi? Yoksa düşünmüyor musunuz?
Bunlar bence çok güzel hayaller. Bu konuyla ilgili olumsuz bir düşüncemiz yok. Zaman gösterir, zamanla her şey şekillenir.
25 yaşındaki başka bir adama sorsam, “İşim olmaz. Ne evliliği bu yaşta!” derdi. Sen öyle demedin!
Şükran’la güzel bir şey yaşıyoruz. Benim için çok değerli. Hala birbirimizi keşfediyoruz…
Ama gündeminizde değil sanırım?
Zaman zaman oluyor, zaman zaman olmuyor. Hayalinizi kurduğunuz şeyle ilgili. Hayalini kurduğunuz şey geldiyse, taşlar yerine oturuyor.
2014 için nelerin hayalini kuruyorsun?
İnsanlardaki ‘merhamet’ ve ‘utanma’ duygusunun gelişmesini diliyorum. Bizi daha iyi insanlar yapacak duygular onlar. Tabii ki huzurlu ve özgür bir ülke de hayal ediyorum.
Herkes seni, Aras Bulut İynemli’ye benzetiyor. Bu senin için can sıkıcı bir durum mu?
Yoo, insan insana benzer! Gerçi bizde de böyle bir hastalık var. Birilerini birilerine benzetme hastalığı…
Siz hiç karşılaştınız mı?
Hayır, karşılaşmadık. Çok da takılmamak gerekiyor bu tür durumlara.
Oyunculuk tarzınızı da benzetiyorlar…
Valla, o kadar detaylı dinlemedim o mevzuları ben. Çok ilgilenmiyorum beni kime benzettikleriyle…
Robert Pattinson’a da benzetiyorlar…
Evet, onu da duydum. Robert bu konuda ne düşünüyor ben onu merak ediyorum!
Son olarak, genç kızlar sana ölüp bitiyor, Şükran kıskanıyor mu?
Yok canım. Çok güzel hallediyoruz biz o meseleleri. Tabii ki aşkın içinde kıskançlık oluyor ama ilginin kaynağını bildiğinde sorun teşkil etmiyor. Şükran da oyuncu, ona ölüp
bitenler de var. Anlayışla karşılıyorum. O ilgiyi neyin yarattığını bilince sorun yok. Kriz yaratacak bir hale gelmiyor.Annenle babanınki aşk evliliği mi?
Evet. Babam, Bursa’da Uludağ Üniversitesi’nde tıp üzerine, annem de bankacılık üzerine eğitim alırken oluyor her şey. Birbirleriyle, yüzlerinde maskeler, eskrim yaparken tanışıyorlar.
Yapma ya!
Evet. Sonra maskelerini çıkarıp, sohbet ediyorlar. Benim de sevdiğim bir hikayedir; bir süre flört ediyorlar, birbirlerine aşık oluyorlar, sonra da evleniyorlar.
Sen daha çok hangisine benziyorsun?
İkisinden de aldığım özellikler var. Fırlama yanım annem ve dayıma benziyor. Mantığımı kullanmam ise, babama…
Bir ara basketbola da sardırıyorsun…
Evet. Bir dönem, çok yoğun spor yaptım. Kişiliğimin başka bir yönünü de görmüş oldum. Rekabeti de seviyormuşum. Tabii sporun acımasızlığını da fark ettim. Ufak bir sakatlıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Kendinizi hep kollamanız gerekiyor. Yıldız takıma kadar basketbol oynadım…
Sonra neden basketbolu bıraktın da, oyuncu olmaya karar verdin? Yeteri kadar iyi bir sporcu mu değildin?
Hayır, tam tersine, iyi bir basketbolcuydum ama hayalim bu değildi. Çemberden topu atmak veya arkadaşlarınızla birlikte maçı kazanmak, evet çok yoğun duygular hissettirebiliyor size. Ama yine de beni kesmedi.
Oyunculukta seni baştan çıkaran ve cezbeden şey neydi?
Dünyada henüz anlatılmamış milyarlarca hikaye var. Canlandırdığım karakterin hakkını vermek, anlatmak, bana inanılmaz bir haz veriyor. Hele ki hikayeye inanıyor ve anlatmak
istiyorsam. Oyunculukla ilgili beni baştan çıkaran da bu…
O yüzden de İstanbul’a geldin ve Mimar Sinan Üniversitesi’nde oyunculuk okudun…
Evet. Ben oyunculukta, okullu-okulsuz ayrımı yapmıyorum. Bu işin eğitimini almadığı halde, muhteşem oyunculuk yapanlar var. Ama kendim için konuşursam, okulun bana çok faydası
oldu. Bir kere, içimdeki yetenekleri çıkaran, beni yönlendiren pek çok değerli hocayla tanıştım. Okulda dört senede aldığım eğitimi, kendi başıma öğrenmem çok daha uzun zaman
alırdı. Böyle düşünüyorum ve kendimi şanslı hissediyorum. Okul, bir ok gibi sizi geriyor. Ve sonra, son hızla hayata fırlatıyor.