“Kimi zaman bir taraf sessizce, kendiliğinden, bir süreliğine de olsa bütün hayatını vermeyi kabullenir.
Öyle ki, bir köle-sahip ilişkisi gibi, öteki taraf da onun bu kabullenişini doğal saymaya başlar.”
” Birini çok sevdiğiniz için onun bütün hayatını istemeye hakkınız var mıdır? Çoğumuz bu soruya hemen ‘hayır’ desek de aslında öyle istiyoruz. Çünkü aşığın gözünde, aşık olunan kişinin onunla olan hayatı dışında bir dünya kabul edilemez...
Tartışmalarda çoğu zaman birinin kendi özel alanını koruma çabası, ‘gizli bir hayatı’ olduğuna dair delil sayılır. Gizli bir hayat aslında bir başkası ya da başkaları olduğu kuşkusunu dile getirir. Ama gerçekte, birine sonsuzca sahip olmaya bizi yönelten bu duygunun başka her şeyi silme çabasıdır. Yalnızca sevgilinin arkadaşları, eski sevgilisi, potansiyel tehlikeler değil, iş hayatı, ailesi, tek başına evinde oturması bile giderek eleştirilen bir şeye dönüşür. ‘Demek beni görmek istemiyor’ duygusu belirir, ‘sen beni benim sevdiğim kadar sevmiyorsun’ cümlesine kadar gider. Onu tanıyana kadar son derece sıradan yaptığınız her şey yeni bir süzgeçten geçmektedir şimdi. Arkadaşlarınızla sinemaya gitmenizden, aklınıza esip bir yerlerde tatil yapmaya kadar... Kimi zevkleriniz, keyifleriniz, hayatınızdan asla çıkmaz sandığınız dostlarınız, bir yemeği, bir filmi, bir şarkıyı beğenmeniz bile artık gözden geçirilecektir... Belki geçmişte kimsenin telefonuna, mektubuna, defterine göz ucuyla bile bakmamıştınız. Ama şimdi sevgilinizin bunları size göstermemesi sizi çileden çıkartıyor değil mi?
Her ne kadar aşkın sayısız tanımı yapılıp, herkes için ortak nitelikleri, özellikleri, görünümleri yazılıp çizilse de faydasızdır. Çünkü her insan için, her iki kişi için üstelik her keresinde farklıdır. Ondan, hiçbir zaman içine düşmeyiz sandığımız saçmalıklara düşüp, hiç söylemeyiz sandığımız şeyleri söylememiz... Ondan, kimseden istemeyeceğimiz şeyleri istemeye başlamamız... Ondan, her zaman bize yol gösteren mantığımızı bir kenara bırakıp içimizden gelen ve bizi garip bir biçimde esir alan delice sesleri dinlememiz...
Kimi zaman bir taraf sessizce, kendiliğinden, bir süreliğine de olsa bütün hayatını vermeyi kabullenir. Öyle ki, bir köle-sahip ilişkisi gibi, öteki taraf da onun bu kabullenişini doğal kitabı okuduktan kısa süre sonra tümüyle kendi dünyasında yaşayan, şiirlerine Gramofonların, taş plakların döneminde yaşamadım. resimlerin içinde mutlaka bir yerlerde bir gramofon vardır. nedeniyle, çocukluğumdan beri müzik kutuları, en küçüğünden görkemlisine hep ilgimi çekti. Gittiğim yerlerde şarkısı çalıyordu kiminde Chopin’in Nocturne’leri...NİSAN 2012 elele 159 saymaya başlar.
Bazen aşırı sevmenin bir belirtisidir bu, bazen de aslında kişinin içindeki bir boyun eğme isteğinin yerini bulması... Nelere katlandığınıza, neleri görmezden geldiğinize, kendinizi nasıl böylesine sıfırladığınıza siz de şaşarsınız. Anlatsanız başkalarına, aptallığınızı yüzünüze vurmadan duramazlar ama yine de söz dinlemezsiniz. Bir tür bilinç kaybı halinde, yalnızca o duyguyu yaşamak için her şeye razı olma halindesinizdir çünkü. Aşkın pek az bilinen gizli dehlizlerine girmenin verdiği heyecan, tutkunun sonsuz bir aşağılanmaya kadar varan çekici çağrısı denetim mekanizmanızı altüst etmiştir bile. O zaman karşınızdakinin bütün hayatınızı istemesine sesiniz çıkmaz. Gönüllüsünüzdür hayatınızı vermeye...
Kimi zamansa, aşıkların her ikisi de güçlü bir kişilik çatışmasının ortasında buluverir kendisini... Artık neredeyse en küçük, en basit bir söz, bir arkadaşınız söylese son derece rahat kabul edeceğiniz, gülüp geçeceğiniz bir söz bile size batmaya başlar. Sanki karşıdakinin her yaptığı size karşı bir haksızlıktır. Düşüncesizlik, duygusuzluk, kabalıktır. Kavgalar giderek çığırından çıkar, artık söylediklerinizi kontrol edemez hale gelirsiniz, ne olacaksa olsun diyerek çılgına dönersiniz... Nereye kadar? Bunu artık siz de bilemezsiniz...
Kimi zaman bu benlik saplantısı aslında belki de kendini tümüyle, her şeyi unutarak ona bırakma isteğine karşı direnme, kendini koruma çabasıdır. Eğer sizden istedikleri varsa, karşılığında o da bir şeyler yapmalıdır değil mi? Siz ne fedakarlıklar gösterdiniz, hayatınızdaki pek çok şeyden vazgeçtiniz ama daha geçen akşam kendi arkadaşlarıyla eğlenmeye giderken sizi götürmeyi aklından bile geçirmedi... Her şey eşit şartlarda mı olmalıdır? Ama olmaz.
Çoğu zaman aşıklar arasında böyle bir eşitlik yoktur çünkü. Belki bazen bir süreliğine varsa da o denge de zamanla bozulacaktır. Biri mutlaka daha çok sever. Hem gidemez insan hem gidemez insan hem de bu durumu kabullenemez. İnsanı yiyip bitiren, uykularını kaçıran, yaptığı her şeyde bir biçimde karşısına çıkıp huzurunu bozan bir şeydir bu.
Kim bilir, belki de hepimiz birinin bizi, kendisiniz tümüyle teslim edecek, kendisinden vazgeçecek kadar sevmesini isteriz. Ama pek az kişi, kendisini bu durumda bulmak ister. İsteriz ki, o da aynı bizim gibi sevsin, bizim gibi hissetsin... Bizim onun için düşündüklerimizi, duyduklarımızı bizim için aynen duysun, düşünsün. Bambaşka kurulmuş hayatlar, birbirinden bazen uçurumlarla ayrılmış geçmişler, çok farklı anılar, çatışan karakterler, değişik çevreler, yetişme biçimleri, eğitim, aile, bizim bile farkında olmadığımız şeylerle dolu bilinçaltı... Bizi bir araya getiren, bir anda bu beklenmedik duyguyu oluşturan bunların belki de çok uzağında bir şeydir ama o duyguyu ayağı yere basar bir ilişki haline getirmeye çalıştığımızda hepsi birden devreye girer.
Sonuçta, bize benzersiz bir yaşama coşkusu veren bu duygu, bizi üzen, zaman kaybettiren, içimize kapanmamıza yol açan ezici bir durum yaratır. Bir seçim yapma durumu mudur, kendi hayatımızla bir başkasının istekleri arasında bizi bu kadar bunaltan? Ama yine de her şeye rağmen, sormak gereken soru şudur: Kimse için hayatınızdan vazgeçmek gerekir mi? Cevabınız evet bile olsa, bu mümkün müdür?