Sözlük anlamına bakınca “kişide korku, kızgınlık, kıskançlık, üzüntü, sevinç, sevgi gibi duygusal nedenlere bağlı olarak kendini gösteren güçlü ve geçici duygu yoğunlaşması durumu” olduğunu görüyoruz.
Ama aslında heyecan nedir hepimiz biliyoruz…
Heyecan Türkiye’de yaşamaktır!
Bir arkadaşım turist olarak gittiği İzlanda’da bir cafede, yan masadaki kadının okuduğu gazetenin ana sayfasında (öyle küçük falan da değil) kendisine çok benzeyen birini görüyor. Hadi canım derken yaklaşınca bunun bir benzerlik olmadığını fark ediyor. Sonunda anlıyor ki İzlanda’nın en önemli gazetesinin ana sayfasında, olabildiğince büyük bir resmi olan kişi ta kendisi!!!
Resmin konu olduğu mühim haberin konusu ise; “Balina mevsimi başladı, vatana millet hayırlı olsun”!
Düşünsenize Türkiye’de olsa, bir gazetenin ilk sayfasında koskocaman bir resminizin olması için ne olmuş olması gerekir? Oooooooo Allah korusun diyelim!
İlk kez bir Avrupa ülkesine gittiğimde, tek araba olmayan yolda, yirmi kişinin ışıkta beklemesi, bir kişinin de “kardeşim bu yol boş niye bekliyoruz” isyanıyla kendini yola atmayışı bana çook ama çok garip gelmişti. İçimdeki Türk kanı kaynıyordu “bekleme geç, bekleme geç” diye. Ama elin memleketi, vardır bir bildikleri diyerek bekleyenlerin arasına karıştım. Yabancısın ya bir eziklik geliyor insanın üstüne :) Alışıyorsun bir süre sonra. Böyle uyuşmuş gibi. Boş yolda ışığı beklemek, yaya geçidi olmayan yerde karşıya geçmeyi bırak ayağını yola değdirmemek, hayvanat bahçesinin sulama problemine üzülmek, bir komşu kavgasını günlerce konuşmak…
Medeniyetin üst seviyede olduğu Kuzey Avrupa ülkelerinin, intihar oranı en yüksek olan yerler olmasını sıkılmalarına, kalbi hızlı attıracak bir olay olmayınca da yaşamın anlamsız gelmesine bağlayan araştırmalar var.
Eğer ki intihar etmemişlerse de dünyanın en uzun yaşayanı yine onlar.
Bizde öyle mi? Ölmediğimiz her yeni güne şükrederek yatağa giriyoruz neredeyse. “Ölmek” doğal bir eylem, yemek yemek gibi, uyumak gibi… Sıradan, monoton.
Öldü mü? Aaa, Allah rahmet eylesin, o zaman rennk o zaman danss!
Oysa mesela sakin İsveç’ten gelen son habere bir bakalım: Ülkede devlet üç yıl sürecek bir araştırma başlatmış. Bu araştırmanın amacı, vatandaşlarının azalan cinsel ilişki oranının sebeplerini bulmakmış. Bir hükümet için zorlu bir iş olsa gerek (!) Kolay gele!
Tüm bunların getirisi olarak hep bir gitme lafı var ya çoğumuzun ağzında, hayallerinde. Başaranları fena halde kıskanıyoruz, birbirimize hikayelerini anlatıyoruz, Facebook’ta like’lıyoruz falan. Ama içten içe biliyoruz aslında biz yapamayız. Ya da çok azımız başarabilir bunu biliyorsunuz değil mi?
Kanımız deli akıyor bizim. Bu heyecanla yoğrulduk. Her güne yeni bir olayla uyanmaya alıştık. Korna çalamazsak trafikte fenalıklar gelir bize. Sollayacak araç bulamazsak velev ki bulduk, alacağımız cezayı bildiğimizden sollayamazsak darlanırız.
İsviçre’de bir arkadaşım akşam saat 10’dan sonra sifon çekmenin yasak olduğu bir yerde yaşıyordu. Algılayamadım ben, hala aklıma gelir bu garip yasak! Onlara göre medeni, bana göre eni konu garip. Elin İsviçre’sinde leğen de yoktur ki doldurup tuvalete dökesin :) Yahu tuvalet bu, tuvalet!
Yani demem o ki biz yolumuzu kendimiz buluruz, trafikte de hayatta da.
Bugüne dek olan biten her ama her şeyi bir kenara koyalım becerebilirsek bir anlığına (ki hafızası kuvvetli bir insan için bu çok zor, çok acı biriktirdik her birimiz) korkunç olaylar yaşadık 15 Temmuz gecesi. Çok değil bir hafta sonra çıstak çıstak beach’ler Sebastian dozunu bulmuştu!
Bu iyi mi kötü mü tartışılır, o bir başka yazıya konu olur. Ancak burada varmak istediğim nokta şudur sevgili okur, biz heyecana alışık insanlarız. Yaşadıklarımızdan kaç senaryo 007 çıkar. Hiçbir konuda olamasa dahi bu konuda haddinden fazla olgunlaştık. Ya Avrupa bize ya da biz onlara fazla geliriz. En iyisi Avrupa ziyaretlerini turist olarak keyifle yapıp, “buraları bırakıp gitmeyi” sadece sohbet ve hayallerde yaşatmak. Aynen filmi çekilen kitaplar gibi. Bazı şeyleri sadece hayal etmek güzeldir, gerçeğe dönüşmesi mutlu etmez hayali kadar, aynı tadı vermez.
Ben yaşadığımız onca acıya, döktüğümüz gözyaşına, kahretmeye rağmen umudumu korumayı, onu beslemeyi seçenlerdenim ayrıca da. Güzel günler göreceğimize inanıyorum, güneşli günler...
Türkiye’de “avlanma yasağı bitti, haydi balık avına” manşetli gazeteleri görmek imkansız biliyorum ama bu kadar heyecan da bünyeye fazla artık! Heyecana alışığız dediysek de bu kadarı boyumuzu aştı.
Heyecan dozumuzun normal seviyelere indiği, medeniyet dozunun birkaç çıt arttığı günleri görelim, barışalım, sarılalım birbirimize, kimse ölmesin artık yoktan yere. Yoksa buralar cennet!
Bunun için gereken tek şeyin birlik olmak olduğunun bugünlerde biraz biraz farkına varıyoruz gibi ve üstelik “biz birlikte çok ama çok güzeliz”!
Sizce de öyle değil mi?
Sevgiler,
Deniz Çakmakcı