İçeride leydi, dışarıda Heidi…

Yaşam savaşının galibi: Asena

Maddi özgürlüğü olan, üniversite okumuş ve güçlü kadınlar aldatılınca diğerlerinden daha çok sarsılıyor çünkü kendine yediremiyor ve kendini suçluyor. Sen de böyle bir dönemden geçtin, bu durum paranoya yarattı mı?
Ben hiç aldatılmadım, bu soruya nereden geldik bilmiyorum.

Geçmişte yaşadığın şu malum ilişki sonrasında, 2005 yılında Müge Anlı’ya verdiğin bir röportajda, beyefendinin harem kurduğundan bahsetmişsin.
Bazı şeyler vardır, herkes bilir ama sen bilmezsin. Ya gözün açık değildir ya da görmek istemezsin. Yani o kadar güvenirsin ki her şeye kulak tıkarsın. Ama sonra kendiliğinden öğrenirsin ve gitmek istersin. Benim durumum buydu.

“Böyle davranmasaydın harcanırdım” diyor musun?
Bazı şeylerden korumuştur tabii. Yapayalnız iki kadın ayakta durabildi sonuçta. Ama bu korunmak sadece erkeklere karşı değil ki. Her türlü kötülüğe, sorumsuzluğa karşı korudu. Bende sporcu disiplini var. Her şeyi doğru ve düzgün yapmaya çalışırım. Ben de yerine göre seksi, zarif, kibar, şık bir kadın olabilirim.

Peki, “Böyle bir imajım olduğu için erkekler benden korktu, evlenemedim” diyor musun?
Tam tersine böyle olduğum için çok evlenme teklifi aldım. Arkadaşlarım, evlenseydin şimdiye kadar 15 çocuğun olurdu diye dalga geçiyorlar benle. Her erkek arkadaşım benimle evlenmek istedi. Neden? Çünkü o sert imaj dışarıda, evde öyle değil. Erkeğine düşkün, onun yemeği, içmesi, giyinmesiyle ilgilenen bir kadınım. Ama benim erkeğim de bana özenli, saygılı davranmıştır. İlişkimde ben haksızsam susarım, ondan da aynısını beklerim.

Röportajın başında, baskıcı erkek egemenliği yüzünden ‘ruhun örselendi mi’ diye sormuştum hatırlıyor musun?
İşte bak seni sen yapan şeyden dahi uzak kalmışsın...
Aynen öyle.

Peki, maddi olarak zorlanmadın mı?
Güzel giden şeyler, kötü gitmeye başladı, ama çabuk önlem aldım. Hani uçurumun kenarına gelirsin ya, tam düşecekken biri sizi tutar. Derler ya ‘dünyada bir tane olsun, ama dostun olsun!’ Ben çok şanslıyım birkaç tane var. Uçurumdan onlar kurtardı beni. Tabii ki, birkaç emeğim gitti. Ama çok şükür şimdi o yaraları tedavi etmeye, delikleri kapatmaya çalışıyorum. Kimseye muhtaç değilim.

Bu iki taraf için de geçerli. Bir noktadan sonra madem ki güzel bir şeye sahipsin, neden bunu yapmayayım diyorsun?
Bazen sahnede oldukça cüretkar elbiseler giyiyorsun. Hiç sevgilim rahatsız olur diye bir düşünce geçtiği olmuyor mu aklından?
Cüretkar derken, ben kostümde her zaman yenilikçi oldum. Elbise gibi dansöz kostümü giydim. Bir dönem assolistler, benim yüzümden giyecek kıyafet bulamıyordu. Rahat ve şık duracak her türlü kostümü denerim. Eski dansözlerin fotoğraflarına bakıyorum, onlarda giysi yok bile. Ben çıplak gibi duruyor olabilirim, ama tül var üstümde. Arap ülkelerindeki tarzı beğenmiyorum, daha modern elbiseler yaptırıyorum. Belli bir yere kadar dekolteyi seviyorum. Ten rengi bir tülün üstüne işlem yapılınca, tabii biraz seksi duruyor. Ben dans ederken, istediği açıyı yakalamak için uğraşan gazeteciler oluyor. Demin bahsettiğim kötü ruhlu insanlar bunu yapıyor. Frikik odaklı olduklarından, dans sırasında yakaladığı bir pozla, her yerini açan biri gibi lanse ediliyorsun. Tabii fizik de iyi olunca göze batıyor her şey. Fiziğim kötü olsa o cüretkarlık kimsenin dikkatini çekmezdi. Soruna geleyim, zaten bununla rahatsız olacak adam benimle birlikte olmasın.

Prof. Dr. Fatmagül Berktay’ın “Kadın hakları mücadelesi dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir zaman olmuş bitmiş bir şey değildir. Sürekli ve yeniden mücadele edip kazanmak zorundayız” sözü kulağıma küpedir. Sen savaşı kazandım diyebiliyor musun?
Benim mücadeleci bir ruhum var. Bu yönümü çok seviyorum. Kendimi çok iyi tanıyorum dolayısıyla nerede duracağımı, neye kızabileceğimi, nelere ‘evet’ ya da ‘hayır’ diyebileceğimi biliyorum. Yaşadıklarım olmasaydı belki bunların farkına varamayacaktım. Hem ailemden gelen hem de kendimi yetiştirdiğim ölçüde sağlam bir kişiliğim olması benim en büyük kazancım.

Bu senin için de geçerli, neden dünya starı değilsin?
Ben gidemedim. Herkesin bildiği sebeplerden dolayı o şansı kaçırdım. Sırtından birileri iple çeker ya, öyle oldu. Külkedisi’yim ben. 24.00’e kadar, yaptın yaptın. Yapamadın, kabağa dönüştün. O şans vardı bende, ama yapamadım. Şimdi Allah ikinci şans verir mi, onu bekleyip göreceğim. Bunun için çabalıyorum. Yurt dışında pek çok insana haber gönderdim. Birileri benim için uğraşıyor.Maço olmayan, sana saygı duyan ve seni seven bir eş bulma umudun yüzde kaç?
Çok. Ben istesem var. Şunu özellikle not düşmek istiyorum. Başkalarına göre ‘maço’; döven, vuran, kıran, kıro, kaba erkek! Ama gelgelelim bana babaannem şöyle anlattı; oturmasını bilen, kadına saygı duyan, bir bakışı ile onu harekete geçiren, ağır adamın kendisine maço derdi. Bizde beyefendinin tanımı maçodur. Mesela babam benim için maço bir erkektir. Dünyanın en kibar insanıdır. Kendisi askerdir, hayatında eşek kelimesi dahi kullanmamıştır. Ama maçodur, bir mekana girdiğini hemen hissettirir.

Peki, dünyada her altı dakikada bir kadın tecavüze, Türkiye’deyse her üç kadından biri şiddete uğrarken bu sorunlardan bihaber ya da duyarsız yaşayan hemcinslerimiz hakkında ne düşünüyorsun?
Benim bir dönemimde şiddete karşı mücadele edeceğiz diye herkes ayağa kalkmıştı. Ama arkası gelmedi. Mesela kırsal kesimde çocuk yaşta kızları evlendiriyorlar, ayrılma şansı yok. Bu kadınlara inanılmaz saygı duyuyorum. Öte yanda işi, tahsili olan ve ayakları yere basan kadınlar var. Bunlar şiddete uğruyor ama duruyor.

Kıskançlığından ve kaybetme korkusundan dolayı duruyor. Benim kadın arkadaşlarım “Sen nasıl böyle dik durabiliyorsun?”
diyor. Ne istediğimi ve kişilik olarak neyi kaldırabileceğimi bildiğimi, beni rahatsız eden bir şey olduğunda çekip gidebildiğimi söylüyorum. Önce dinliyor ve “Ya evet öyle olmak lazım!” diyorlar. Sonra bir bakıyorum ki şikayet ettiği adamdan hamile kalmış. Ben artık öğüt verme işini bıraktım.

2004’ten bu yana küskünlüğün vardı, ne zaman yeniden dans etme kararı aldın?
Ben dansa bu yıl geri döndüm. İnsanlar sürekli “Asena geri dön” diyordu. Tabii engeller devam ediyordu. Ekstralara gidiyordum, ama eskisi gibi değildi. Nefret gelmişti. İnsanların rakip çıkarması, aşağılaması, ismimi bitirmeye çalışması yüzünden işimden soğumuştum. Oysa ben hiçbir zaman Türkiye’nin en iyi dansçısıyım demedim. Dalga geçtiğim olmuştur, ama bu iddiayı hiç taşımadım. Benden daha güzeli, daha iyi oynayanı daha estetiği, daha seksisi, daha genci olabilir. Ama toplum bir şekilde beni kalbinde bir yere koymuş. Bunu değiştiremezsin. Sen artık benle uğraşma. Bana rakip çıkarmaya çalışma. Şu dönemde belki ses olarak çok daha iyisi vardır, ama bir Zeki Müren olabilir mi? Eskiden her dansözün stili kendine özeldi, kimse kimseye sataşmaz, birbirimize saygı duyardık. Hem herkesin Asena olması iyi bir şey değil ki, üretkenlik kalmaz!

Dayak yedin, hırpalandın, ruhun örselendi... Akıl ve ruh sağlığını yitirmiş olmadığından emin misin?
Yok, öyle bir şey olmadı. Benim çok sağlam bir duruşum var. Bu biraz babaannemden kaynaklanıyor. O beni duvar gibi yetiştirdi. Her gelen taşı çarpıp, geri göndermeyi öğretti bana. Çarptı ve gitti. Hiçbir zaman o taş benim duvarımı delmedi. Buna izin vermedim. Ben sabır ve iyiliğe çok inanan biriyim. Evrenin eninde sonunda kötü insanlara yaptığını ödeteceğine inanıyorum. Bir insan ne yaparsa kendisine yapar. Bense kendimi başarıya ve ayakta durmaya hazırlamıştım. Öyle de oldu. Benle uğraşan insana evren, doğru yolu gösterecektir. Ona, içindeki kötü tarafı hatırlatıp, “Kendine gel artık, vicdanını temizle!” diyecektir.

Seksi ve erkeksi; iki uçta yaşıyor gibisin. Dengeyi bulamadığın için mi, yoksa bilinçli olarak mı böyle bir imajın var?
Bu erkeksi imajdan hiç hoşlanmıyorum. Ben aslında aynaya bakan, güzel, seksi, alımlı bir kız olarak büyüdüm. Evin içinde böyleydim, ama babaannemle birlikte yalnız yaşadığımız için dışarıda serttik.

Haklı ya da haksız olduğun konusunda nesnel olabiliyor musun?
Tabii, ben onu değerlendirebiliyorum. Bunca yıllık deneyimlerim sonucu bunu kazandım. Eskiden çok farklıydım. Her konuda haklıyım sanır, bağırır, çağırırdım. Bilmediğim konuda dahi yorum yapardım. Sonra rezil olurdum tabii. Ama şimdi susmayı öğrendim. Dinleyip, bilgi edinirim. Yemekse yemeğini, kadınsa kadınlığını yapan; dışarı çıkıp gezebilen, sinemaya da maça da gidebilen kadın, erkeklerin hoşuna gidiyor. Ben böyle ilişkiler yaşadım. Benim kendime göre donanımlarım var; dört üçlük, dört ikilik diyelim. Bütün bu özellikler insanlarda evlenme isteği yaratıyor sanırım.

Güçlü bir kadın olabilmek uğruna en büyük fedakarlığın ne oldu?
Mesleğimden uzun zaman uzak kaldım. Bir de küçük yaşta çalışmaya başlamam ve herkese bakıyor olmam... Dansözlükle başlamadım ben, öncesinde çok yoğun bir iş hayatım vardı.

Erkeklerin dünyasında var olabilmek zordur, sen bu anlamda bir savaş vermedin mi?
Doğruysan ve işini iyi yapıyorsan her zaman varsın. Ama değilsen o sana bir şekilde kötü dönebiliyor. Ben yaşamımda erkeklerden değil, kadınlardan zarar gördüm. Bir erkek size kolay kolay zarar vermez. Evlendiğin, ilişkide olduğun kişilerle ya da patronunla kötü şeyler yaşarsın, o başka. Onların da arka planında bir kadın olabiliyor. Genel olarak yaşamımda belki bir kere bir erkekten zarar gördüm ama onun dışında her zaman yanımda oldular.

Bu rekabet duygusunu yaratan da ataerkil sistem, yani o baskıcı, erkek egemenliği değil midir?
Örneğin iş yaşamında erkek yöneticiler çoğunlukta, eşit ücret politikası yok. Kadınlar ne yazık ki öne çıkmak için hemcinsini harcıyor, dayanışma kurulamıyor. Atalarımız zamanında hiç böyle bir şey yokmuş. Kadın-erkek eşit, birbirine saygılı davranırmış. Ne olduysa sonradan oldu. Babaannem anlatırdı, dedemle kavga da etseler konuşarak barışırlarmış. Bir gün elini kaldırmamış dedem. Ki köylü kadındır benim babaannem. Ben bütün yaşlıları dinliyorum, modernlikten, çağdaşlıktan uzak olan dönemlerde hiç böyle şeyler duymadım. Birbirlerine ‘bey’, ‘hanım’ diye hitap ederlermiş. Bugün değişen ne, bence bunu araştırmak lazım! Şimdi bir kadın giyinirken bile hep hemcinsiyle rekabet içinde. Hep bir kıskançlık, çekememezlik söz konusu.

İzlenimler…
Ustura Nuriye’nin torunu o. Kolay değil; dayak da yese, vurulsa da ağa kadının yanında büyümüş bir kere. Ayakları yerle öpüşecek! Mahallede ona laf atanların kafasına atmak için biriktirdiği taşları cebinden hiç eksik etmemiş. O taşlarla kendine duvarlar ören, derken dansıyla duvarları paramparça eden bir kadın. İçinde narin bir leydi, dışarıda sanki Heidi! O kadar güçlü ki, yaşadıkları yüzünden ruhunun örselendiğini durup düşünmemiş bile! Ataerkil iktidarı hiç hesaba katmamış. Özgürlüğü uğruna çektiği sıkıntıları, varlık mücadelesini doğalı yapmış. Hiç öykünmüyor. Sekiz yıldır yaşadığı engeller, yitirdiği dünya kariyeri hayali, küstüğü mesleği dahil her şeyin eril hegemonya ile bağlantısı olduğunu söylediğim ana kadar direndi. Bir müddet sustu. Sonunda “Aynen öyle” dedi. Üstünde pek durmadı. Onu güçlü yapan da buydu sanırım.

İstanbul Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KSAUM) Müdürü Prof. Dr. Fatmagül Berktay, beni çok etkileyen akademisyenlerden biri. Bektay, 1980 sonrası gelişen feminist hareketin başarılı bir ismi. Bugün dergilerde özgür yazılar yazabiliyorsak bunu biraz da bu aktivist değerlere borçluyuz. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’ndeki odasında yaptığımız bir söyleşide: “Goethe, ‘Özgürlük, her kuşak tarafından yeniden kazanılmak durumunda olan bir şeydir’ der. Gerçekten çok doğru. Kadın hakları mücadelesi de dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir zaman olmuş bitmiş bir şey değildir. Sürekli ve yeniden mücadele edip kazanmak zorundayız” demişti. Asena ile söyleşi yapmaya karar verdiğimizde, aklıma Fatmagül Hoca’nın sözleri geldi. Bana göre Asena, büyük bedeller ödediği yaşam savaşından galip çıkan bir kadındı. Hiçleşmeyen bir kadın! Kazanç ve kayıplarının büyüklüğü altında, acaba kaç kadın böylesi bir direniş sergileyebilirdi?

Hakkında yapılan olumsuz eleştiriler seni incitir mi?
Eğer kötü niyetliyse incitir. Bir eleştiri yapıldığında onarıcı olmalı, yıkıcı değil. Benim iyiliğimi düşünen insan, beni kazanmaya çalışan insan böyle yapmaz zaten. Bazen başkaları için yapılan yorumları okurum. Bu kadar kötü niyetli yazılara neden engel olmuyorlar? Ben bunu hiçbir zaman yapamam. Hakkımda çıkan kötü eleştirileri okumuyorum zaten.

Şarkıcılık, televizyon hostesliği, buzda dans, modellik, Survivor ünlüsü olmak gibi pek çok şey denedin, asıl hayalin ne?
Hayalim dünya çapında bir dansçı olmak. Grammy ödüllerinde sahneye çıkıp, dans etmek isterdim. Yurt dışına açılmak için çok iyi bir teklif gelmişti zamanında, ama kullanamadım. İngiltere kraliçesi beni yeğeninin düğününe çağırmıştı, engellendiğim için gidemedim. Davetiyem bile gelmişti. Bir Türk kızı, bir sarayda, hem de aşağıda görülen bir mesleğe sahip olan bir kadın olarak orada ‘ben buyum’ diyecektim! Kraliçe falan umurumda değil, bir ideali başarmak isterdim.

Babaannen sağ mı?
Sağ tabii. Üç aylıktan itibaren yanında büyüdüm. O kadar değişik bir kadındır ki; dul olmasına ve oralarda dul kadına farklı bakılmasına rağmen herkes ona saygı duyardı. Korkudan evinin önünden geçemezlerdi. Herkes ona danışırdı; ağa gibi! Bıçkın, delikanlı biri gibi. Ustura Kemal var ya, benim babaannem öyleydi. Ustura Nuriye! Doğal olarak ben de öyle yetiştim. Mesela yolda çocuğun biri laf attı, “Al taşı kafasına fırlat” derdi. 18 yaşına kadar sürekli kalkanım varmışçasına yaşadım. Sert yanım bundan kaynaklanıyor. Bizim ineklerimiz vardı, süt sağar, odun kırar, bahçe beller, kuyudan su çekerdim. Beni Heidi gibi yetiştirdi. Bir de sporla uğraşıyordum. Ortaya erkeksi bir imaj çıktı. Ama ruh bambaşka! Babaannem dört kez evlendi. Çapkın bir kadındır. Erkeği, hamile kalmayı, çocukları seven bir kadın. Bizim insanlarımız neden böyle sert, bunun bir nedeni olmalı demeden, ‘erkeksi’ imajını hemen yapıştırıyor. Ondan sonra uğraş dur, kendini ifade etmeye çalış.

Başarılı bir dansçı olarak Türkiye’de sanatın durumunu nasıl değerlendiriyorsun?
Sanatçıların star, mega star, diva gibi adlandırıldığı bir dönemde, gazeteci bir abim bana Türkiye’nin starını sordu. Biraz da espri yaparak “Benim abi” dedim. “Nasıl?” dedi. Bir kağıda Sezen Aksu, Ebru Gündeş, Sibel Can, Tarkan vs. yazdırdım. “Şimdi yurt dışına gitsek, yabancı izleyicilerin karşısına bu isimler çıksa, en son da ben çıksam. Kim alkış alır? Fransa’ya da gitsem, Afrika’ya da kim dikkat çeker ve alkış alır?”; “Sen” dedi. Star ne demek, dünyada herkese kendini kabul ettiren ve dinletebilen demek. Onlar saygı duyduğumuz sanatçılarımız, ellerini öpüyor, önlerinde eğiliyorum. Ama star Madonna’dır, Celine Dion’dur, Frank Sinatra’dır. Bizim köylerimizde bile Michael Jackson bir şekilde bilinir.

Yuva kurmak, çocuk sahibi olmak gibi bir hayalin var mı?
Var, ama 1-2 sene sonra. Albümünü dinleyen bir Ekşi Sözlük yazarı senin için, “...oryantalliğe falan devam etsin lütfen. Bize Hande Yener’ler, Demet Akalın’lar yetiyor” diye yazmış. Sence şarkıcılık talihsiz bir deneyim miydi, yoksa acımasızca eleştirildiğini mi düşünüyorsun?
Yanlış zaman, yanlış dönem, yanlış şarkı, yanlış seçim. Dansa küstüğüm, çalışamadığım, nereye gidersem bir engelle karşılaştığım bir dönemdi. Yapacak bir şey aradım ve şarkıcılığı denedim. Şarkıcı olmak gibi bir hayalim yoktu. Ama benim dansöz olma gibi bir isteğim de yoktu. Ailede herkes sporcu olacağımı söylüyordu. Lise, üniversite bitti, bir baktım dans ediyorum. Böyle oynadığımı ben dahi bilmiyordum. İnsanlar bana değişik oynadığımı ve üzerinde durmamı söylediler. Şarkıcılığı dediğim gibi mecburiyetler sonucu yaptım ama gönlünde yatan aslan ne dersen? Tabii ki dans derim.

2004 yılında ‘aşka inanmam’ diye bir açıklama yapmışsın...
Benim aşk anlayışım farklı olduğu için aşka inanmam demiştim. Ben sevgiye inanırım. İlk karşılaştığında kalbinde bir şey hissedersin. O hissettiğin şey ‘işte bu benim adamım’ gibi güçlü bir duyguysa, o evleneceğin erkektir. Ben şimdiye kadar böyle bir şey yaşamadım. Aşka inanmam derken bunu anlatmaya çalışmıştım. Her ilişkim 3-4 yıl sürdü ve sevgiye dayalıydı. Ama bu anlamda bir aşk yoktu. Öyle olsa evlenirdim. Şu aralar böyle bir hissim var ama korkuyorum. Ne olacağını bilmiyorum ve korkuyorum.

Seni sadece dansınla değil, seksi pozlarla da tanıdık. Kadın bedeninin teşhir edilmesi değişmez bir kural mıdır?

Sadece kadınlar değil ki, bu erkekler için de geçerli. Maşallah David Beckham’ı iç çamaşırı reklamlarında görüyoruz. Brad Pitt sadece çok iyi rol yaptığı için mi kadınlar tarafından seviliyor? Hayır.

Pınar Altuğ ve Yağmur Atacan'ın kızları Su 15 yaşına girdi! Eşi ve kızlarıyla Mauritius'a giden Sinem Kobal'dan yeni kareler İşte Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin Osman'ı Emir Berke Zincidi 90'lı yılların yakışıklısıydı... İşte Kaan Girgin'in son hali... 'Kızılcık Şerbeti'nden yeni 2. fragman: Daha önce tanışmış mıydık Demet Şener: Sevgilime gönülden bağlıyım, evlilik şart değil