Sevgilinden ayrıldın diyelim, acılar çekiyorsun. Tek istediğin alıp başını gitmek. Atlıyorsun arabaya, açıyorsun ağlak ağlak şarkıları, kendini yüksek dozda Funda Arar klibinde gibi hissetmeye hazırlanırken, dıtt bir korna sesi. Trafik tıkanmış, yan tarafta olan adam burnunu karıştırıyor. Arka tarafta kocaman bir tır seni sıkıştırmaya çalışıyor. Su satmaya çalışan çocuklar ve bir gıdım ilerlemeyen trafik derken, klip yalan oluyor tabii.
Sevgilin kırk yılın başı, baş başa romantik bir yemek teklifiyle geliyor. Artık evlenme teklifi mi yapacak ne yapacaksa orasını bilemem. Gidiyorsunuz, zar zor bi’ yer seçiyorsunuz. Adam bir anda mekanın önünde 7-8 tur atmaya başlıyor. Boş park yeri bulmak için uğraşıyor. ‘Şu lanet arabayı ver valeye!’ diye artık bağırıyorsun. Yok neymiş, içinde şirket laptopu varmış. İşte arabanın 10 bin bakımı daha yapılmamış. Bu valeler hor kullanıyormuş. İki dakika sabretsen bir yere park edecekmiş bla bla bla. Ya da ilk görüşte aşık olasınız var. İstiklal Caddesi’nde olmayacaksın da nerede olacaksın diye düşünüyorsun. Caddenin ortasında hayatının aşkıyla tam göz göze gelecekken, tam bütün evren bunun için uğraşmışken, bir 72 kişilik irili ufaklı Arap turist ailesi senin üstünden geçiyor. Yere yığılmışken, oradan çantanı alıp kaçan çocukları görüyorsun. Hayatının aşkı ise onu şahit yazacaklar, başına bir şey gelecek, karakolda sürünecek diye seni görmezden gelip gidiyor. Sevgilin senle barışmak için romantik komedi filmlerinde olan detayları kullanmak istiyor. Olmaz ya, hadi oldu diyelim. Balkonunun önüne geliyor, artık o 500 katlı apartmanlardan birinde oturuyorsan da megafonla sesleniyor. Aşağıda işte balonlar, bilmem neler. Senden özür kıyamet, gözyaşları sel... Hoop baban çıkıyor arkandan, ‘kim bu dallama, anası babası ne iş yapar, bizi rezil etti gidip bi’ vurayım şu it oğlunu!’ Ya da alt komşunun oğlu telefonla çocuğun videosunu çekti, Youtube’da ‘Gerizekalının aşk itirafı afsfdfd :D:P’ diye yayınladı. Altına dayadılar binlerce küfürü. Tam birine aşık olacakmışsın gibi oluyor. İyi biri, yakışıklı, işi güzel, komik vs vs. Sonra nerede oturduğunu öğreniyorsun. O Anadolu Yakası’nda sen Avrupa. Ayrı dünyanın insanıyız diye vazgeçmek zorunda kalıyorsun. Bir de bu yaştan sonra mesafeli ilişki mi yaşayacaksın! Seni eve bırakması bir dert, bir yerde buluşmanız ayrı dert. Telefonda aşk yaşamak kadar sıkıcı bir olay yok zaten, at gitsin.
Türkiye’nin en büyük şehrinde yaşıyorsun, hatta dünya sıralamasında üstlerde yer alıyor. Ama gel gör haftalık iznin sadece bir gün. İş çalışma saatlerin en iyi ihtimalle ortalama 9-10 saat. Boş vakit denilen şey büyük yalan. Etkinlikler, kendini geliştirme ohooo kim ölmüş sen bulasın. Kendine mi vakit ayırasın, sevgili mi kovalayasın, evde gelip yan gelip yatar mısın orası senin bileceğin iş. İklimlere dayalı romantizm eşiği var bir de tabii. Aslında İstanbul bunun için biçilmiş kaftan. Sabah günlük güneşlik bir çıkıyorsun, gece sanki ekvatordan dönüyormuşçasına şehir sular seller içinde. Hani o arada manitayla bir yağmur altı romantizmine girelim desen-onu da hiç anlamamışımdır; çipil çipil üstüne su yağmasından insan neden hazzeder?- 10 dakika sonra mantar gibi türeyen şemsiyeciler etrafına doluşuverir. ‘İstemiyorum kardeşim!’ dedikçe üstüne gelirler. Onlardan kurtulduğun vakit, bu kez şemsiyeyle gezenler, kafa derinizi oymak, gözlerinizi yerinden çıkarmak suretiyle sürekli dibinizde yürürler. Zaten manitanın gözü sürekli üstünde olacak. Şimdi tişört ıslandı, memeler baş kaldırdı. Sapı var sapığı var, onlara gün doğmasın diye adam radarları açıp dolaşacak. Sonra bu işin hasta olması, hastaneye gitmesi. Orada zulümlerin en büyüğünü çektiğin yetmiyor. Bir de rapor almana rağmen işe dönmek zorunda olman falan filan derken olmadı bu iş. Yani demem odur ki, İstanbul romantik bir şehir değil. Üniversite şehri de değil mesela, inanılmaz pahalı. Aile için de uygun değil, çok büyük, çok karışık ve güvensiz. Ee ne var bu şehirde de buradayım, buradayız ya da buraya gelmek için uğraşıyoruz vallahi bilmiyorum. Bilmediğim gibi işin kötüsü seviyorum da. Sana kötü davranan sevgili gibi yani; bir umudun var ‘o da beni sevecek’ kim bilir belki diye...