Kendine has bir kadın

İlk sinema filmi ile Altın Portakal alan, zor ile kariyerine başlamayı şans sayan, ‘Toplamda kaç para kazanırım?, ‘Ne kadar follower’ım olur?’ gibi hesaplara girmeden, ‘ne istiyorum?’un üzerinden adımlarını atan, ‘Aşıksam her şeyi yapabilirim’ diyen eğlenceli bir kadın o. Tülin Özen, sadece Ufak Tefek Cinayetler’in Arzu’su olarak değil, kendine özgü tavırlarıyla da gönlümüzde yer edinmeyi başarıyor.

Röportaj: Filiz Şeref
Fotoğraf: Semih Kanmaz
Moda Editörü: Pınar Aytaş
Saç: Mehmet Menteş
Makyaj: Ece Karagülle
Mudo Concept’e teşekkür ederiz.

Zor bir rolle kariyerine başladığı için kendini şanslı sayıyor. Elektrik mühendisliği okurken sahnenin mıknatısına kapılıyor. Planlı ve programlı bir hayat yaşamıyor. Modayı takip etmediği için kendini sıkıcı buluyor. Sizi çok seviyoruz dediklerinde ise üzerine alınmıyor. Tülin Özen özetle ve kısaca böyle bir kadın işte. Aynı zamanda iyi bir oyuncu olsa da insanlara karşı oynamaktan hiç hoşlanmıyor.

Tabii ki hepsi için genellenemez ama oyuncu dediğiniz insanın size de oynamadığından emin olmak istiyorsunuz röportajı ve çekimi gerçekleştirirken. Sırf röportaj yapacaksınız diye iyi geçinenleri, yanlış kişinin yapacağını sanıp gerçekte röportajı yapacak olana kötü davrananı görünce biraz tereddütlü yaklaşabiliyorsunuz haliyle oyunculara. Tülin Özen bunlardan tamamen uzak biri. Daha size karşıdan yaklaşırken değişik bir bakışı olduğunu hissediyorsunuz. Sakin mi, ürkek mi, mesafeli mi anlamakta güçlük çekiyorsunuz başta! Hah, mesafeli zaten bingo kelimemiz ona dair; ama mesafeli olduğundan değil, insanların onun yaklaşımını öyle anlamlandırmasından. Oysa Tülin Özen beş dakikada birini sevmek zorunda hissetmiyor kendini, ya da bir görüşte sevilmezse bunu normal karşılıyor... Dürüst diyelim mi? Ya da gerçek! İnsanlara yaklaşım şekline ‘mesafe’ kelimesini hiç iliştirmemesi bundan belki de! Değişik bakışı sadece gözlerinde değil aslına bakarsanız, zihinsel ve ruhsal olarak da bakış açısının farklı olduğunu hissediyorsunuz onu tanıdıkça.

Meleğin Düşüşü, Beyaz Gelincik, Pek Yakında, Muhteşem Yüzyıl gibi dizi ve filmlerde izlerken zaten kendisini ayrı bir yere koymamız gerektiğini hissetmiştik elbette, ama Arzu karakteri onu parlatan ışık oldu. Öyleyse, bu özel kadını yakından tanımanın, anlamanın ve çözmenin tam zamanı! Onun huzur veren evrenine davetimizi geri çevirmeyin.



Hayatınızda yakaladığınız ve değerlendirdiğiniz en büyük şansın ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Herhalde ilk filmim Meleğin Düşüşü. Semih Kaplanoğlu çok zor bir yönetmen gerçekten. Onunla birlikte çalışıp ayakta durabilmek, onunla beraber çalışıp nefes almayı başarabilmek, sonrasında iyi olduğu söylenen bir şey yapıyor olabilmek... Büyük bir başarıydı benim için. Başarı değil işti aslında. Şimdi farkına varıyorum. O dönem, bütün filmler, bütün yönetmenler o kadar zor zannediyordum ayrıca. Sonra olmadığını gördüm.

Zorlanarak işe başlamak, rahat şekilde işe başlamaktan daha sağlam bir başarı getiriyor olabilir mi?
İlk deneyimim gerçekten zordu; yönetmen zor, karakter zor, ilk seferinde başrol oynamak zor. Devamını tutturmak zor. Bu işle ilgili bütün zorluklar bir anda başıma geldi ve hiçbir deneyimim yoktu. Çok zorlandığım bir şeydi ama evet, bu bir şanstı, en büyük şansımdı.

Oyunculuk, hayatınızda ne zaman bir kariyer planlamasına dönüştü?
Aslında hiçbir zaman hayallerim arasında oyunculuk olmadı. Ortaokuldayken bir gün arkadaşlarımız tiyatro yapmak istedi, bir tane de dünya tatlısı öğretmen geldi ve yaptığımız iş hoşuma gitti. O dönemler insanın kendini tanıma süreci; ergensin, isyanın var ama neye isyan ediyorsun o da belli değil. Sen kimsin, o belli değil. Nasıl biri olacaksın, belli değil. Tabii ki de çok iyi geldi bana o dönem tiyatro ve o zaman oyunculuğu çok sevdim. Ama sonra yine sayısal bölümde okudum. Bizim evde de böyle bir ilgi alanı yoktu zaten. Oyunculuk yapılacak bir şey miydi, onu bilmiyordum bile. Uzağımdaydı oldukça. Sonra İTÜ’yü kazandım, elektrik mühendisliği okumaya başladım. Üniversitenin tiyatro kulübüne katılmak istedim. Sonrasında derslere katılmayıp sürekli kendimi tiyatro yaparken buldum. Bir kariyer planı olarak, meslek olarak ‘oyunculuk yaparım, bu işten para kazanırım’ gibi şey halen yoktu ama. Üniversitede okurken, tiyatrodan para kazanacağımı hiç düşünmüyordum.



Peki kırılma noktası, dönüm noktası ne oldu?
İTÜ’den ayrılmaya karar verip tiyatro bölümüne geçmek oldu. Benim için zor ve risk taşıyan bir karardı ama Yeditepe Üniversitesi’ni kazanınca oyunculuk zaten artık kesinleşti. Meleğin Düşüşü ve o rolle Altın Portakal ödülü almam ise etrafımdakiler, ailem ve benim için ikinci bir kırılma noktası tabii ki..

Beklenmedik bir şey olmalı bu durumda ödül almak...
Bu film yarışmaya gider, bana da ödül gelir diye aklımın ucundan bile geçmemişti. Dünyamda öyle bir şey yoktu zaten, bunun için hiç beklemiyordum. Antalya’ya da ödül almak için gitmedim yine. Hatta oyuncu seçmelerine girdiğim kıyafetle gitmiştim. Bir filmde çok iyi bir rolüm vardı, çok zor bir yönetmenle çalışmıştım; tek ilgilendiğim buydu. Zaten film çekildikten sonra unuttum ben o filmde oynadığımı, tuhaftı yani. Ben zaten şuursuz bir tipim. Hesaplı biri değilimdir. Kariyer planı da yapmadım bugüne kadar haliyle. Hala da yapmıyorum, yapmam da.

Akışına bırakıp, hayat bildiği gibi gelsin şeklinde mi yaşıyorsunuz?
Türkiye’de olmakla ilgili olabilir bu düşüncem. Çok planlı programlı yaşayan birisi olamıyorum.

Hırsları, büyük hayalleri olan biri değilsiniz yani...
Evet, kendimi Oscar alırken hayal etmiyorum mesela. Sadece o sırada bir şey yapıyorsam, onu en iyi şekilde yapmayı istiyorum. Sorumluluklarımı bilirim. Ekstra bir hırsım yoktur.

Şimdi bir dizi ile gündemde olsanız da siz aslında çok iyi bir sinema oyuncususunuz. Tiyatro zaten geçmişten bugüne hayatınızın bir parçası olmuş. Her alanda oyunculuğunuzu var edebilmenizde nasıl bir sır yatıyor?
Ben dizi de, tiyatro da, sinema da yaptım. Popüleri de yaptım, bağımsız olanı da yaptım, hiç izlenmeyenini de milyonlarca insan tarafından izleneni de yaptım. Evet bu anlamda çok fazla oyuncunun başına gelen bir şey değil bu. ‘Toplamda kaç para kazanırım?, ‘Ne kadar follower’ım olur?’ gibi hesaplara girmeden, ‘ne istiyorum?’un üzerinden gitmek gerekiyor hayatta belki de.



Sinema sizin için nerede duruyor?
Sinemanın da güzeli ve kötüsü var. Yani şimdi bir sürü oyuncuya soruyorlar ve onlar da, ‘En büyük hayalim sinema filminde oynamak’ diyor. Oynadığı diziden daha kötü sinema filminde oynayanlar var oysa. Pek çok dizinin ilk bölümü o filmden daha iyi belki. Müzikalde oynamak istiyorum diyorlar da, hangi müzikal? Şu anda Türkiye’de keşke oynasam diyeceğin bir müzikal bile yok. Bunlar çok klişe cümleler.

Yıllardır sizi izliyoruz ama sanki hiç Ufak Tefek Cinayetler’de olduğu kadar sizi konuşmadık. Arzu karakterinin sizi heyecanlandıran yanı ne oldu?
Arzu’nun daha görmediğimiz, yaşayacağı bir süreç var. Yaşayacak olduğu şey beni esas heyecanlandıran, tamam o zaman dedirten... Kadınlar arasında tuhaf bir yerde duruyor. Bütün kadınlar kendi açısından tuhaf bir yerde duruyor gerçi. Hangisi önerilseydi heyecanlanabileceğim roller bir taraftan da. Çünkü anlam vermesi zor bir ilişkileri, arkadaşlıkları var. İçine çok tuhaf kadınlık halleri, kadınlık taktikleri giriyor, aynı zamanda saflıkları var. Arzu’da da bunlar var. Anne olmak var. Arkadaş olmak var. Birinin karısı olmak var. Aldatılmak var. Hesap sormaya çalışmak var. Kendi ayağının üzerinde durmaya çalışmak var. Yıkılmak var. ‘Toparlanır mıyım?’ demek var. ‘Ama çocuklarım var’ demek var. Bir sürü sorusu olan bir karakter, o yönden beni heyecanlandırıyor.

Sizin nasıl bir arkadaş grubunuz var?
Bornova Anadolu Lisesi’nden kalan arkadaşlarım var benim ama ne yazık ki görüşemiyoruz. Tabii bizim böyle sakat bir ilişkimiz yoktu. Çok çocukluktan beri arkadaş olunca olmaz diyecektim ama buradakiler de çocukluktan arkadaş olmuşlar; nasıl bu hale geldiler anlamıyorum gerçekten! En son birbirlerini zehirleyecekler mi acaba diye izliyorduk.



Kadınlar çeşitli durumlarda oldukça garip kimliklere bürünebiliyorlar. Artık hormonlar mı desek, hırslar mı, özgüvensizlik mi, toplumsal ya da kişisel sorunlar mı; insan anlam veremiyor ve bilemiyor...
Kadın olmak bir sürü dengeyi beraberinde getiriyor herhalde. İçinde küslükler, kırgınlıklar... Erkekler çok daha düz. Karşıdan bakanın tahmin edemeyeceği şekilde tripler atabiliyoruz biz. Ama birbirimizi daha çok anlıyoruz. Erkeklerin ilişkileri daha kaba; ‘Asker arkadaşım ne derse yaparım, öl dese ölürüm’ gibi.

Tülin Özen nasıl bir kadın? Sizi en iyi tanımlayan kelimelerin neler olduğunu düşünüyorsunuz?
Mesafeli hissi yaratıyorum sanıyorum insanlarda. Bu bence tamamen sıfır mesafeli olmamdan kaynaklı aslında. Böyle hem uzak hem yakın tuhaf bir yerde tutuyorum mesafemi. Tanıştığım insanı kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk, Türk, yabancı diye ayırmadan, sosyal sınıfını takmadan konuşan biriyim.

Bir de, ünlü biri var yanımızda hissini yaratmamaya çalışıyorsunuz sanki bilinçli bir şekilde...
Bu hiç aklıma gelmiyor biliyor musun? Bununla hayat geçiremem yani. Gerçek bir şey değil bu! ‘Sizi çok seviyoruz’ diyen bir sürü insan var; oysa gerçek beni tanımıyorlar. Buna nasıl inanabilirsin ki? Ne bilebilirler ki benim hakkımda dizideki karakterimi izleyip? Şimdi siz, ‘sizi çok seviyoruz’u kendi üstünüze alınamazsınız. Yani o sevdikleri, televizyonda karşılaştıkları ben. Yıllar geçtikçe, hani ‘magazinde ters bir hareketinizi görmedik, size güveniyoruz’ filan denebilir belki. Ancak ilk işinde çok sevildiğini zanneden bir sürü insan var! Nasıl sevilebilirsin?

Yani ünlü olmanın psikolojinizi değiştirmesine izin vermemeye dikkat mi ediyorsunuz?
Evet. Çünkü tanıdıkları insan ben değilim. O konuyu sıfırlayarak başladım ben aklımda... Ya da öyle olması gerektiğini yoksa sonra üzüleceğimi hissettim. Bir yalana inanırsan, üzülürsün! Beyaz Gelincik bittiğinde, bir sene sonra o dönem kadar tanımıyorlardı beni mesela. Buna bozulacak mıyım? Bozulmamalıyım! Yeni biri gelir, onu tanırlar, sonra o da gider...



Nasıl bir aileydi sizinki? Nasıl bir ortamda büyüdünüz, o günlerden bugüne neler yansıdı?
Bizim ailede hakikaten sınıf farkı, cinsiyet farkı, kim başarılı kim başarısız, kim zengin kim fakir, hangi akrabamızı daha çok sevsek, yakınında dursak gibi hesaplar hiçbir zaman olmadı. Bende bu yüzden bunun arızası var! İnsanların mesafeli diye düşündüğü şey de aslında bu. Çünkü ben tanıştığımın beşinci dakikasında bana en büyük derdini anlatıp ağlayan insanları da biliyorum. Yani nasıl mesafeli olabilirim ki, değilim! Ben mesafeli değilim, siz çok sıcaklık bekliyorsunuz. Tanışır tanışmaz çok sevmeyi ya da çok sevilmeyi bekliyorsunuz. Ben mesela onu da beklemiyorum, bir süre bana gıcık olabilir insan. Çünkü beni daha tanımıyor. Kendime güvenim oradan kaynaklanıyor. Tanıdıkça anlayacaktır; benim bir zararım yok, karşımdakini de düşünüyorum. Ama bunu beş dakika içinde göstermem gerekmiyor yani.

Aşkla ilişkiniz, aşka bakış açınız, aşkın açılımı  sizde nasıl?
Hiçbir şeyden korkmama hissi getiriyor bana. Eğer herhangi birine veya bir şeye aşıksan, bu her şeyi yapabilme gücünü getiriyor. Bendeki en büyük yansıması bu, aşk kelimesinin. Aşk her şeyi yapabilme gücü veriyor. Sevdiğin erkek için her şeyi yapabiliyor musun? Her şeyi yapabilirim ben aşıksam. Bu delilikten falan değil. Şu anda biterse de okeydir, güzel geçmiştir. Çünkü çok güzel bir şey yaşadım. Bence bunu diyebilmek lazım.

Aşka bakışın yaş aldıkça değiştiğini düşünüyor musunuz?
Mesela 20’lerde hiç düşünmedim aşk ne diye! Aşık mıydım, onu da bilmiyorum. Daha sonraları düşündüm ben aşk ne diye; mesela işimi aşkla yapıyorum dediğimde ne kast ediyorum acaba aslında? Bana ekstradan verdiği şey ne? Bir sürü arkadaşımı çok seviyorum ve bir sürüsü için bir sürü şey yapabilirim mesela. Ama ilişkide başka; aşk gerçekten her şeyi yapabilme gücü veriyormuş gibi hissediyorum.

Peki oyunculukta başlangıçtan bugüne nasıl geçişler yaşadınız?
Başlangıçta; heyecanlanır, duygulanır ve yıpranırsam seyirci de aynı şeyleri hisseder diye düşünüyordum. Sonradan fark ettim ki, seyircinin bir şeyi anladığı yer, senin anlattığın yer aslında. ‘Kız ne güzel oynadı’ değil de, ‘O kadın niye gitti de bilmem ne yaptı?’ dedirtebiliyorsam, bence oyunculuk orada! Sen başka birini anlattığını düşünürsen, sen değil başka biri doğuyor, oluyor, yaşıyor. Yani ‘Arzu bakalım ne yapacak?’ dedirtebiliyor musun hakikaten? Senin ismin mi öne çıkıyor, yoksa Arzu’nun ismi mi öne çıkıyor? Ben mesela Arzu’nun ismi öne çıksın diye yapıyorum bu işi. Arzu’ya gıcık olsunlar, Arzu’yu sevsinler, Arzu’yu anlasınlar diye. Çünkü ‘Tülin ne güzel oynuyor’ bu işin mevzusu değil. Benim için heyecan verici kısmı o değil. Çünkü yarın biri gelir, başka tarz oynar ve sen hooop eski oyuncu olursun. Ama birini anlatıyorsan olmazsın. Hele birini gençlere anlatıyorsan, hiçbir zaman olmazsın.

Zamanda yolculuk yapma şansınız olsa, hangi yıla gitmek isterdiniz?
Galiba hiç öyle bir zaman yolculuğu hayalim yok. Bence kadınların esas hayali kıyafet üzerine oluyor. Hangi dönem kıyafetini giymek isterlerse, o döneme gitmek istiyor olabilirler.



Ben sizin yerinize geçip Mehmet Günsür’le Beyaz Gelincik’te oynamak isteyebilirdim mesela...
O bir sürü insanın hayali. O dönem bir sürü arkadaşım bana gıcıktı mesela.

Bir de insan hiç mi değişmez...
Hakikaten; pis Mehmet ya hiç değişmiyor cidden. İnanılmaz tatlı biridir gerçekten. Tamam Mehmet Günsür çok yakışıklı, çok tatlı falan ama tanıştıktan sonra bayağı dünyalı değilmiş gibi bir his veriyor insana; o ve ailesi. Ailesi de inanılmazdır. Ailesini tanıdığınız zaman ‘tamam’ diyorsunuz. Bu aileden geldiği için böyle. Benim suratımda uçuk çıkınca şaşırmıştı bir kere. ‘O nasıl bir şey ya, uçuk da mı çıkmadı, o kadar mı mükemmelsin ya. Biz insanlarda çıkıyor yani!’ olmuştum.

Modayla olan ilişkiniz ne boyutta?
O konularda bayağı sıkıcı bir tipim.

Chanel, Dior, Gucci kelimeleri ile karşılaşınca ne beliriyor aklınızda?
Vitrinlerine bakınca, tek ürün mü satıyorlar bu koca dükkanda, ne var ki acaba içeride dediğim, hala da kapılarından girmediğim ama mesela tanıtımlarını falan inanılmaz beğendiğim markalar. Fotoğraf çekimleri, katalogları, reklamları inanılmaz. Ancak bana, vitrindeki çanta için evimi satıp oraya bırakmam gerekir gibi geliyor...

Nasıl bir tarzınız var? Nasıl giyinmekten hoşlanıyorsunuz?
Hep aynı şeyleri giyiyorum. Aynı pantolon, benzer tişörtler, mümkünse yazısız benzer kazaklar. Çok sıkıcı yani. Gerçekten moda tutkunu biri için sıkıcıyım.

Siz mutluysanız sorun yok bence.
Evet. Çok iyiyim bu şekilde. Her gün bugün ne giysem diye düşünen bir insan olsaydım çok mutsuz olacaktım. Zaten kendim için böyle davranıyorum bir taraftan da. Yoksa insan ötekinden mutlu olacaksa ona zaman ayırır. Biraz kafasını yorar. Ve becerebilir yani.

Peki güzellik algınız nasıl şekillenmiş durumda? Güzel olmak, güzel kalmak üzerine bir kaygınız var mı? Sabah kalkınca güzel hissetmezseniz kötü hisseder misiniz mesela?
Kendimi kötü hissediyor oluyorum tabii. Uyandığında kendini tahmin etmeye çalışıyorsun ve gördüğün şey senin tahmininden daha kötüyse, ‘a bir şey olmuş bana, kilo mu aldım, hasta mıyım acaba?’ gibi bir süreci getiriyor bu durum. Kendinin en iyisini görmek istiyorsun her zaman. Bir de şu dönem kendime uzun uzun bakmayı gerektiriyor. İki saat kendini ekranda izliyorsun. Bir sürü insan bir sürü şey söylüyor senin hakkında, ama işte bunlar da öğreniliyor zaman içinde; herkes seni beğenecek diye bir şey yok! Güzelliği bir yere kadar takabilirsin çünkü senden güzeli var. Yani ne yaparsan yap, esmersen senden güzel bir sarışın ya da kızıl var ya da daha güzel bir esmer. Senden uzun boylusu var, daha iyi vücutlusu var. Hepsi var yani! Neye, ne kadar takabilirsin ki? Ya da ne kadar güzel olabilirsin ki? Zaten zaman geçiyor ve tabii ki de genç biri senden daha güzel oluyor. Haliyle güzel değil, özel olmak çok önemli bence. Kendine yapabileceğin tek şey özel biri olmak. Herkes gibi düşünen herkes gibi davranan biri olmak değil, kendi fikrinin sahibi biri olmak önemli. Bunun gerçekten fark edilen bir şey olduğunu düşünüyorum. Ve senin sadece bunu ilerletme şansın var. Yani çok rahatsız oluyorsan botoks yaptırabilirsin ama ilk etapta yapabileceğin şey özel biri olmak. Kendin için, mesleğin için, ülken için.

Sağlıklı beslenmek ve spor yapmak hayat rutininiz içinde var olan şeyler değil mi?
Kendimi bildim bileli koşuyorum. Benim annem, babam da koşar; hatta saatlerce koşuyorlar. Sağlıklı besleniyorum, o da yine ailemden gelen bir özellik. Yani pilavın en lezzetsizi halen bizim evde yapılıyor. Yağsız, tuzsuz, lezzetsiz. Doğrusunu yapmış aslında annem. Gazlı içecek mesela sevmez, eve de alınmadı hiç. Kızartma yapılmazdı. Çalıştığı için annem hafta sonundan dolaba zeytinyağlıları hazırlardı, onları yerdik.

Pınar Altuğ ve Yağmur Atacan'ın kızları Su 15 yaşına girdi! Eşi ve kızlarıyla Mauritius'a giden Sinem Kobal'dan yeni kareler İşte Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin Osman'ı Emir Berke Zincidi 90'lı yılların yakışıklısıydı... İşte Kaan Girgin'in son hali... 'Kızılcık Şerbeti'nden yeni 2. fragman: Daha önce tanışmış mıydık Demet Şener: Sevgilime gönülden bağlıyım, evlilik şart değil