GEÇEN GÜN HARLI HARLI BİR ŞEYLER KONUŞAN ARKADAŞLARIMIN YANINA SÜZÜLEYİM DEDİM. Arkadaşlarımdan biri ‘dedikodu’ kelimesinin patentini alıp üzerinde hak iddia edecek kadar laf taşıma meraklısı olduğu için yine bir şeyler anlattığına eminim aslında. Hepinizin hayatında dedikoducu bir arkadaş vardır canım, Meraklı Melahat lafı gökten inmedi ya! İkilinin yanına yaklaşıp ne konuştuklarını sorduğumda dedikodu seven taraf, “Sorma, dedikodu yapanları konuşuyoruz, bilip bilmeden bir şeyler anlatıyorlar ortada” diye yanıtladı beni. Ben ‘Filancanın elbisesi hakkında konuşuyoruz, hiç üstüne yakışmış mı Allah aşkına’ gibi bir cümle beklediğimden, verdikleri cevaba o kadar şaşırdım ki, karşılık bile veremedim yani. Demek ki artık öyle bir hal almış ki, dedikodu yapmayı yaşam biçimi olarak seçenler bile dedikodudan illallah getirmiş. ‘E peki kim dinliyor bu Serdar Ortaç’ı?’ misali bir soru atmam gerekirse ortaya, kim seviyor peki bu dedikoduyu? Dedikodu deyince de gerçekleşen bir olayı kendi bakış açınla başkalarına anlatmaktan bahsediyoruz tabii ki. Olay anında oradaysan yaşadın, herkese bu kadim bilgileri aktarabilirsin! Ama o olay oraya nasıl geldi, öncesinde ne oldu, taraflar nasıl o hale geldi gibi bilgilere sahip olmadan anlattığın için zaten adı dedikodu oluyor. Yani olayın aslını astarını değil de kendi bakış açını yansıtmış oluyorsun sadece. Hani yakın arkadaş hikayelerini başkalarına taşımanın tamamen görgü ile alakası var ve kabul edersiniz ki görgü kurallarının herkesin orijinal paketinde olmasını beklemek de bir hayal. Ama hayat birilerinin dedikodusunu yaptıkça senin için iyice çekilmez hale geliyorsa dönüp bir kez olsun kendine bak be kardeşim. Televizyonda çıkan her güzel kadına bir kulp takıyorsan gittikçe genişleyen kalçan için başka bir suçlu aramayacaksın. Çocukken okuduğumuz yalan söyledikçe burnu uzayan Pinokyo’dan hiç mi bir şey kapmadın? Aşık olan arkadaşının arkasından sevgilisini eleştirirsen geceleri eve yalnız döneceksin tabii, karma boşuna mı var? Koskoca Angelina Jolie bile karmanın gazabıyla aldatılmış, sana uğramayacak mı sanıyorsun! 21 günde beynini programlayıp şeker, sigara bırakmaya çalışanlar gibi 21 gün dedikodusuz olsa bir insan, nereye varır acaba? Merak ettim şimdi. Merakım sonuca dair değil tabii, dedikodu sevenlerin 21 gün dedikodusuz durup duramayacağı hakkında…
BOTOKSU NASIL BİLİRDİNİZ?
Yaşlanma etkilerini geriye döndürmek için botokstan yararlanmak günümüz şartlarında hem erkeklerin hem de kadınların vazgeçemediği özelliklerden. Terleme etkilerini azaltmak için koltuk altına yapıldığını da duymuştum ama açıkçası geceleri çenesini sıkanlar için de harika bir çözüm olduğunu bilmiyordum. Konu hakkında detay almak için Nişantaşı’ndaki muayenehanesine başvurduğum Op. Dr. Serdar Bora Bayraktaroğlu, botoksun bilinmeyen yönlerinden bahsetti. Çene botoksu ile uykuda dişlerini gıcırdatan kişilerin bu sorunları çözülüyormuş hakikaten. Konuşmamız sırasında laf lafı açtı ve botoks ile ince bacaklara sahip olmanın da mümkün olduğunu öğrendim, bence çok kişinin ilgisini çekecektir! Doğuştan ya da sonrasında aşırı spor yapmaktan kaynaklı kalın baldır kaslarına karşı botoks kullanılabiliyormuş. “Erkeksi bacak etkisinden kurtulmak ve yumuşak hatlara sahip olmak için kasları inceltmenin en pratik yolu bacak botoksudur” diyen doktor, botoksun sadece yüzde uygulanır bir metot olmadığını öğretmiş oldu.
AH O BLOOMSBURY GÜNLERİ
Koku denince ilk akla gelen markalardan biri Jo Malone. Parfümdü, mumdu, banyo ürünüydü darken bu işte o kadar yaratıcılar ki dükkanlarına gitmek bile ayrı bir keyif. Şimdi de yazar Virginia Woolf ve ressamlar Duncan Grant-Vabessa Bell gibi ünlü kişiliklerin dahil olduğu Bloomsbury, komin grubunun birlikte yaşadığı bohem hayattan etkilenip bir set çıkarmışlar. Aykırı kişilikleriyle dikkat çeken bu sanatçıların parfümleri kendilerine yakışır bir şekilde ortaya çıkmış. Whiskey&Cedarwood, Tobacco&Mandarin ve Leather&Artemisia gibi çeşitleri olan yeni parfüm serisinin viskili olanı enteresan olmasına rağmen ben yine de içinde turunçgiller olan Tobacco&Mandarin olanı favorim ilan ettim bile.
DOKTOR YARDIMIYLA BOYUT ATLAMA
Dünya üzerindeki ve çevremdeki kavgalar arttıkça dünyaya karşı sorgulamalarım artıyor. Hani insanları sorgulamak zor… Bir şeyin nedenini nazikçe sorsan bile bir yerinden “Sana ne lan” sesi yükselebiliyor insanoğlunun. İnsanlar konuşarak anlaşır, sözünü çürütmek için çalışıyor gibiyiz. Ben de bu yüzden giderek sessizleşen bir hayat yaşamayı seçerken, kişisel araştırmalarım karşıma homeopatiyi getirdi. Yakın bir arkadaşımın denediği ve tedavisinden çok memnun kaldığı seanslar üzerine konu beni de çekiyor ve Dr. Levent Buda’yı buluyorum. Soyadının verdiği rahatlıkla randevuma giderken bir doktor muayenehanesine değil de sırlarla dolu kitapları inceleyeceğim bir kütüphaneye gidiyorum sanki. Gitmeden Google araştırmalarımı yapmış, homeopatinin yaşam gücünü dengeleyerek vücudun kendini doğal olarak iyileştirmesine yardım eden bir alternatif tedavi sistemi olduğunu öğrenmişim. Konuya dair ilk fakültenin İngiltere’de açıldığını öğrenince güvenim de merakım da arttı. Kraliçe Elizabeth o yüzden bu kadar dinç, diyorum içimden. Avrupalı insanların yüzde 58’i tedavi için homeopatiye başvururken ben kendimi ayakta uyuyor hissettim. Uygulama yetkisi sadece doktorlarda olduğu için, bilime güvenmeyeceksin de neye güveneceksin... Hele ki işin içinde bitkiler varsa benim oyum homeopatiye. Çünkü şahsen doğaya, bilimden daha çok güveniyorum. Dr. Buda’nın Fulya’daki muayenehanesine girince onun rahatlatıcı enerjisinin içine de alınmış buluyorsunuz. Bana yönelttiği ‘Kaymak sever misin?’, ‘Terin nasıl kokar?’, ‘Uykun bölünür mü?’ gibi sorulardan ulaştığımız yer beni çok etkiledi. Hani yıldız haritamıza bakan bir astroloğun hayatımız hakkında söylediklerine şaşırıp kalıyoruz ya, karşınızda fikir yürüten kişi doktor olunca bu şaşırmalar göğe ulaşıyor işte. Soru-yanıt şeklindeki muayenenin sonunda ulaştığımız sonuç benim için tatmin ediciydi. Sorunumun kaynağına inip ona uygun homeopatik ilaçları kullanmamı öğütledi Doktor Buda. Ben açıkçası geceleri çenemi kilitlemekten ve giderek ipin ucunun kaçtığı ülkesel gerilimin, üzerimdeki stres etkileri sorunuyla kendisine başvurmuştum. Haftada bir alınacak ilaçlar ve kendi yazdığı ‘Bir Tedavi Sanatı Homeopati’ isimli kitabıyla uğurladı beni. Homeopati deneyimlerimi paylaşmaya devam edeceğim. Ne kadar çok etkilendiğim anlaşılıyordur herhalde…
TÜYLÜ TERLİK MODASI
Tüylü terlik imgesi Türk filmlerinin vazgeçilmezlerinden biriyken şimdi kadınların en önemli aksesuarlarından oldu ya, işimiz iş. Önce Puma’nın özel koleksiyonunda görmüştüm, sonra Givenchy yaptı. Brother Vellies’inkiler de çok başarılıydı darken şimdi de UGG! İçinde bebek mavisi, siyah ve grinin de bulunduğu altı farklı renk seçeneği ile piyasaya sürülen terlikler, Rihanna’nın Puma için çizdikleri ya da Riccardo Tisci’nin Givenchy için yaptıklarıyla nasıl savaşacak bilmiyorum ama bu sene sokakların tüylü terlikten geçilmeyeceği kesinleşti.
KİMONONU KAP PİSTE GEL!
Evinde kimono giyenler bu Japon adetinin ne kadar rahat bir hisse sahip olduğunu bilir. Ben şahsen bilmiyordum ama bir parti sayesinde öğrenmiş oldum. DJ ve parti programlayıcısı Semih Akay bir süredir mekanlarda Kimono Partisi yapıyor. İlk önce hastası olduğu felsefik Doğu kültürüne saran, sonra Japonya, Hong Kong gibi alemlere tatile gitmeye başlayan Semih, yurda dönüşte topladığı kimonolarla parti yapmaya başladı. Ya evinizden kendi kimonuzu getiriyorsunuz ya da Semih’in Japonya’dan taşıdıklarından üzerinize geçirip dans ediyorsunuz. Ortamdaki herkes renkli kimonolarla dolaşınca ortaya çıkan görüntü de kostümlü bir partiye dönüyor doğal olarak. İlk önce ne alaka diye içinizden geçiriyorsunuz ama taşıması çok rahat olan kimonoyu üzerinize geçirip dolandıkça durum hoşunuza gidiyor. Hatta insanların o kadar çok ilgisini çekti ki mekanlardaki eventlerinin yanına bir de Shuumatsu adında mini bir festival düzenlendi. Kimono gecelerinin devamı 12 Nisan’da 5 Cocktails&More’da yapılacak. Deşarj olmak için Cadılar Bayramı’nı beklemeye gerek yok.
ROL MODEL OLARAK HAKAN SABANCI
Mart ayının en güzel davetlerinden biri Arzu Sabancı for Koton için yapılan yemekli toplantıydı. Pera Palace’ın efsanevi Agatha Salonu’nda bizi bekleyen Arzu Sabancı ve Gülden Yılmaz bizi çok güzel ağırladı. Gecenin benim için en şaşırtıcı anı Hakan Sabancı’nın yıllardır akşam 7.00 sonrası yemek yemediğini öğrendiğim an oldu. O gece konuklara ikram edilen aşırı lezzetli lazanyadan bir çatal bile almadı. Annesinin hatırına o günlük beslenme stilini bozup sadece ana yemekle takıldı. Doktorların araştırma sonuçlarına göre akşam 7.00’den sonra yemek yememeli, çünkü vücut ancak o zaman kendini dinlendirip tansiyonu düşürmeye vakit bulabiliyor. Bu eğitime anca 40’lı yaşlardan sonra geçiliyor ama 26 yaşındaki Hakan Sabancı bu bilince ulaşmış bile. İleri görüşünü kıskandım doğrusu.