Bazı kararları almak zordur... Mutsuz giden bir evliliği bitirmek, maddi-manevi yıpratan bir işten istifa etmek, bir şehri terk edip; huzur dolu bir şehirde yeni bir hayat kurmak... Nedeni çok basit: ‘Ya daha da mutsuz olursam?’ sorusunun tüm bu güzelliklerin önüne geçmesi...
Duygu, uluslararası bir firmada f inansman müdürü. 38 yaşında. Hayatının çok çalışmakla geçtiğini, bulunduğu noktaya gelmek için, birçok şeyden vazgeçmek zorunda kaldığını anlatıyor. Fazla mesaileri ve sık iş seyahatleri nedeniyle sosyal hayatı istediği gibi değil. Arkadaş çevresi iş çevresinden ibaret. Düzgün bir ilişki yaşamak ve bir aile
fırsatı kurma şansı olmamış. “İşte bulunduğum nokta ve kazandığım para için en önemli şeyimi, zamanımı verdim” diyor. En büyük hayali anne olmakmış, ama bu kadar yoğun
bir iş hayatının içinde bırakın aile kurmayı, sürekliliği olan bir ilişkisi bile olamamış. Önümüzdeki dönem için en büyük hayalini soruyorum; “Pasta dükkanı açmak” diyor.
Boş vakitleri için tek hobisi olan, evde yaptığı çeşit çeşit reçelleri, cupcake’leri satabileceği, önüne iki masa atıp dostlarını ağırlayabileceği, minik ama şirin bir dükkan hayali var. Duygu’nun hayalinin peşinden koşabilecek ekonomik özgürlüğü var. Hatta hiç çalışmasa bile ömür boyu geçimini sağlayabilecek durumda. Ailesi, Duygu’nun ne kadar
yıprandığını bildiği için destek olmaya hazır. Onu hayalini gerçekleştirmekten alıkoyan şeyin ne olduğunu soruyorum; “Hayatım boyunca hep başarılı oldum. Önüme konan her
sınavı kazandım, iyi okullarda okudum. İş hayatım çok çalışmakla ama hep başarıyla geçti. Şimdi, böyle bir hayalin peşinden koşup da ya başarısız olursam… Beni tanıyan ve
yıllardır başarılarıma şahit olan insanlar ne der?”
Sibel 32 yaşında. Bir ilaç firmasında ürün müdürü olarak çalışıyor. İşinden çok memnun. Tek sıkıntısı araya koca bir uçurum giren evliliği. Oğuz’la birbirlerine aşık olarak
evlenmişler. Ama özellikle oğlu Kaan’ın doğumundan sonra; giderek daha az konuşur, daha az güler olduklarını anlatıyor. Geçen sene Oğuz’un başka bir ilişkisi olduğunu öğrenmiş. Fakat bu ilişkiden haberi olduğunu, Oğuz’a hiç söylememiş. “Aslına bakarsanız hiç şaşırmadım, hatta hiç kıskanmadım” diyor. “Meğer Oğuz’a karşı hiç duygum kalmamış.” Yapılacak en iyi şeyin boşanmak olduğunu düşünüyor fakat adım atmaya cesareti yok. Aklına gelen sorularla boğuşurken, uykusuz geceler birbirini kovalıyor. “Ya Kaan ayrılıktan çok kötü etkilenirse… Ya sonra pişman olursam?... Ya ailem destek çıkmazsa... Ya da Kaan ileride beni, onu babasından ayırmakla suçlarsa... Ya işimi kaybeder ve çocuğumun ihtiyaçlarını karşılayamazsam…”
Hayat boyu aldığımız kararlarda, kimi zaman korkularımızın bizi yönlendirmesine yenik düşeriz. Mutsuz bir ilişkiyi sonlandırmaktan, yeni bir iş bulmadan istifa etmekten, farklı bir şehre taşınıp yeni bir düzen kurmaktan, hayatımızı değiştirmekten korkarız. Kendimizi
daha mutsuz bir ortamın içerisinde bulabileceğimize dair korkularımız, zaman zaman elimizi kolumuzu bağlar.
“Bu mutsuz ilişkiyi bitirdiğimde ya yalnız kalırsam?” “İşimden nefret ediyorum ama ya yeni bir iş bulamazsam?” “Boşandıktan sonra ya çocuğuma tek başıma bakamazsam?” “Patronuma memnuniyetsizliklerimi söylediğimde, ya işimden olursam?”
Atacağımız her adımda, başımıza gelmesi muhtemel olasılıklar, elimizi kolumuzu bağlar ve bir gün bakarız ki sırf korkularımız sebebiyle kendimizi mutsuz bir hayatın içine hapsetmişiz. Ama birileri, tüm bu risklere, korkularına rağmen adım atmayı başarmış ve kendisine yeni ve mutlu bir düzen kurabilmiş. Peki ama bu durumu nasıl açıklamalıyız? Kader mi? Adım atmamızı engelleyen tüm bu yalnız kalma, destek görememe, zor durumda kalma gibi korkuların temelinde, yolumuza çıkabilecek sorunlarla baş edebileceğimize olan güvensizliğimiz vardır. Oysa, yaşayabileceğimiz her olumsuzlukla baş edebileceğimize olan inancımız ve bir çözüm planımız olsaydı eğer, endişelerimiz bizi durdurmaya yetmezdi. Çoğu insan, problemlerle baş edemeyeceğine dair inançsızlıkları nedeniyle, mutsuz ama güvenli bölgesinde kalmayı tercih eder. Korkularımıza rağmen ilerleyebilmek için yapmamız gereken tek şey, yolumuza çıkabilecek sorunlarla baş etme yeteneğimizi güçlendirmek ve kendimize
güvenmektir.
Öncelikli olarak kendimize tekrarlamamız gereken şey şu; “Sadece ben değil, benim yaşadığım sorunu yaşayan herkes, bu kararı alırken korkar. Ama hayatında yeni bir alana
uzanan herkes korku duyuyor ve yine de birçok insan korkusuna rağmen ‘vazgeçmiyorsa’, ilerlememe engel olan; soran korku değildir. Hayatında benzer durumları yaşayan insanları, örneğin orta yaşlarında eşini kaybetmiş iki kadını düşünelim. Benzer aile yapılarında, benzer ekonomik koşullarda ve yaşam standartlarında olsunlar. Biri eşinin kaybından sonra
inzivaya çekilip, kendini sadece çocuklarına adayarak, dört duvar arasında bir yaşamı tercih edebiliyor. Çünkü etrafın ne diyeceğinden, ayıplanmaktan ve yargılanmaktan deli gibi korkuyor. Kendine yeni bir düzen kurma ve eşinin kaybının acısıyla mücadele etme şansı vermeden, kaderine ve aslında hayata küsmeyi tercih edebiliyor. Benzer koşullarda aynı acıyı yaşayan diğer bir kadınsa, eşinin erken kaybından dolayı, hayatın ne denli kısa olduğunu hatırlayıp, kalan ömrünü her anın kıymetini bileceği şekilde yaşamayı tercih ediyor. Hep ertelediği resim kursuna yazılıyor, arkadaşlarla turlara katılıp yeni ülkeler görmeye başlıyor, belki de hep aklında olan yazma serüvenine başlıyor ve adını bir kitapla ölümsüzleştiriyor. Benzer durumlar, benzer koşullar ama iki farklı cesarette kadın. Hangisi kader?
Karar vermeden önce,
• Kararınızla beraber alacağınız riskleri nasıl yok edebileceğinizi düşünün ve çözüm geliştirebileceğiniz her olası riskin üzerini çizerek ilerleyin.
• Vermeyi düşündüğünüz kararla ilgili alabileceğiniz kadar çok yardım alıp, mümkün olduğu kadar çok profesyonele danışın.
• Önceliklerinizi belirleyin.
• İçgüdülerinize güvenin.
• Kaybetmekten korktuklarınızın size aynı zamanda nasıl fırsatlar getireceğini düşünün.
• Kararınızdan vazgeçmeden önce, riskleri nasıl azaltabileceğinizi düşünün.
Kaynak; Korksan da Vazgeçme-Susan Jeffers