Mekanın adı: The Crepe Escape!
Restoranın ismini görünce inanamadım. Çünkü krep benim hep kaçış noktam olmuştur. Neredeyse her restoran çok satıyor diye işin kolayına kaçıp makarna, pizza, köfte, salata gibi hiç değişmeyen menülere sahip. Benim gibi sürekli dışarıda yiyen birisi için hep aynı şeyleri yemek o kadar bayıcı ki! Bu yüzden son dönemlerde menülerde hep krep yada Çin böreği arar oldum. Hem hafif hem de lezzetli bir kaçıştı benim için… Bu yüzden bir arkadaşım “Bir krepçi açılmış, 24 çeşit krep servis ediyorlar” deyince iyice merak ettim. Siyah tenteleri, sarı ve insanın içini ısıtan ışıkları, minik ama zevkli döşenmiş dekorasyonu ile sanki Paris’teki bir cafe Şaşkınbakkal’daki Alt Noter sokağa ışınlanmış gibi... Bağdat caddesinden Ziraat Bankası sokağına girince hemen solda karşınıza çıkıyor. İçerisi minicik. Hepi topu 4-5 masa. Samimi ve zevkli!
Sahibi Leyla Özbayram genç, iddialı ve neyi niye yaptığını gayet iyi bilen biri. Bulgaristan göçmeni bir ailenin kızı. Baba mesleğinden dolayı ‘biletleme’ ile uğraşırken bir gün “Ben krepçi açacağım” demiş ve MSA’da eğitime başlamış. “Her Pazar anneannem akıtma yapardı ve ben çok severdim, Rusya’da ve Avrupa’da yaşarken pancake’çilere çok gittim, orada çok popüler. Burada niye olmasın diye düşündüm” diyor. Bu işi kafaya koyduktan sonra vazgeçirmek isteyen kimseyi de dinlememiş. “Burası eskiden butikmiş, ondan önce de cafe. Burayı tuttuğumda civardakiler ‘aman kızım, burası hep kapandı, burası doğru yer değil’ dediler, oysa ben öyle bir yer seçtim ki, buraya gelenlerin çoğu Avrupa’da bulunmuş ve bu kültüre aşina insanlar. Tutacağından çok emindim” diyor. Ara sokak olmasının büyük avantajını görmüş Leyla Hanım. Birçok kişi caddenin hengamesinden kaçıp buraya sığınmış. Burası Mayıs ayında açılmış, Leyla Hanım eksikler tamamlansın, mekan otursun diye şimdiye dek pek duyurmamış; “Krep makinesi Fransa’dan geldi, birçok tarif denedik, sonunda 24 tanesinde karar kıldık” diyor. Her birinin seveni de farkı. Alternatif çok olunca bizim seçmemiz uzun sürdü. Ben mantar, jambon ve hardal sosuyla yapılan New Yorker’ı seçtim. Kayrak taşında Akdeniz yeşillikleri ile servis edildi, tam seçimimden çok mutluydum ki Popeye’s söyleyen arkadaşıma –o da ıspanak, taze kaşar ve mantarlı- daha görkemli bir tabak geldi. Diyeceğim o ki, ne söylerseniz söyleyin yandakinin tabağında gözünüz kalıyor. Sunumlar gerçekten göz alıcı! Bir nevi taco tadında cheddar peynirli The Crepe Escape Original menünün ağır topu. Biz kalabalık gittiğimiz için herkes birbirinin tabağından tattı, füme dil eti ve taze kaşarlı Marie Antoinette’i de tattık, Akdeniz yeşillikleri ve baharatlı tavuklu Juluise’i de... Halimizden memnunken bu kez tatlılar geldi. Leyla Hanım mevsimsel ürünlere de yer vermeyi seviyor. Mesela gittiğimiz hafta sonu portakal likörü ve dondurmalı bir krep vardı, bir tane ayvalı tarçınlı bademli, bir tane de beyaz ve bitter çikolatalı söyledik. Sonuçta herhalde üç kilo almış olarak çıktık mekandan! Hamurunu çok beğendiğimi söyleyebilirim, menüde en çok hoşuma giden detay da glutensiz, tam tahıllı, vegan yada Bacon seçeneklerinin düşünülmüş olması.
Unutmadan çay ve kahveyi de söyleyeyim. Ronnefeldt çayları ve Julius Meinl kahveler, yazın ise el yapımı limonata gibi çeşitler var. Yani Leyla Hanım her şeye çok özenmiş! Şimdi ikinci mekan arayışına başlamış bile… Bence konsept çok başarılı ve 10 yıl sonra İstanbul’da The Crepe Escape birçok noktada görebiliriz!