Mikrobiota

Şimdi bu da ne diyeceksiniz, Sözcük yeni, bilgi ve kavram eski. Eskiden Flora derdik, şimdi Mikrobiota diyoruz. Hani şu sürekli kullanmaya teşvik edildiğimiz Probiyotikler var ya onlarla ilgili işte.

Bütün dünyada tamamlayıcı tıp ile ilgilenen hekimler yaklaşık 20 yıldır bu konudan bahsedip, bütünsel bakış açısı ile hastalarına tavsiye ediyorlardı. Sonra haklarında o kadar tartışma çıktı ki ve ilaç firmaları da probiyotik ürünleri üretmeye başlayınca, haklarında araştırmalar üretilmeye başladı. Ardından da hekimlerin hepsinden bir destek ve reçeteleme gelmeye başladı.

Peki nedir, bu Mikrobiota? İnsan bedeninde yaklaşık 100 trilyon hücre bulunduğu tahmin ediliyor, ama bunun 10 katı kadar da gerekli, dost ve yaralı bakterinin bizimle birlikte yaşadığı tahmin ediliyor. Gözle görülmezler, ama varlar! Nerede mi? Deri üzerinde, beden dışına açılan ağız, burun, vagina ve anüs gibi orifislerimizde ve en önemlisi bağırsaklarımızda. Bağırsaklarımızdaki bakterilerin yaklaşık ağırlığı 2Kg. kadar. Yani nereden baksanız bir organ ağırlığında, zaten artık bir organ olarak da kabul ediliyor. Yaklaşık 1000 kadar farklı bakteriyi içeriyor.

Doğum itibari ile bu flora oluşmaya başlıyor. Normal yoldan doğum bu anlamda önemli çünkü anne vagina florası sağlıklı gelişen bir flora için ilk kaynağı oluşturuyor. Bağırsak florasının son şeklini alması yaklaşık üç yılı alıyor. Ondan sonra iş bizlere, kendimize düşüyor. Korumak en önemli kısmı. Çünkü düzen ve denge bozulursa sorunlar ortaya çıkmaya başlıyor.

Şimdi bu flora ile olan iletişim de önemli. Her bir genetik şifre ile iletişim içindeyiz ve bu iletişim ile hayatımız denge içinde sağlıkla devam ediyor. Bu dengeyi en çok bozan öğeler, beslenme şeklimiz ve ilaç kullanımı. Özellikle antibiyotik kullanımı flora dengesini bozuyor ve ondan sonra sorunlar başlıyor.

Flora sağlıklı iken tıkır tıkır işleyen barsak, mikrobiyota konfigürasyonu değişince farklı çalışmaya başlıyor. Normalde sağlıklı bakterilerin verdiği mesajlar ile emilmeyen ve gaita yolu ile beden dışına atılan pek çok zararlı madde (mesela ağır metaller: başka bir blog konusu olacak) sızdıran barsak sendromu dediğimiz bir tablo yüzünden beden içine girmeye başlıyor ve buna bağlı şikayetler baş gösteriyor. Tuvalet düzeni bozuluyor, ishal, kabızlık gibi durumlar ya da bunların dönüşümlü bozuklukları ortaya çıkıyor. Sızdıran barsak sendromu ilerleyen süreçlerde, karaciğer yağlanması ve yetmezliğinden tutunda şeker hastalığına dek pek çok metabolik rahatsızlığın da yolunu açıyor.

Ayrıca yapılan bir araştırmaya göre şişman insanların barsak floralarının konfigürasyonlarının yapısı yüzünden normalde sindirilmeyen lifli gıdaların sindirilebildiğini ve böylece normal insanlara göre gıdalardan %15 daha fazla kalori aldıklarını göstermişler. Bu ne demek biliyor musunuz? Normal insanlar bir öğünden 500 Kalori verim elde ederken, obez kişiler 750 Kalori elde ediyorlar demek. İş böyle olunca su içsem yarıyor lafı doğruluk payı kazanıyor ve bu kişiler ne yazık ki zayıflamakta zorlanıyorlar.

Şimdi bir de bu faydalı bakterilerin yaptığı bir şey daha var. Serotonin salgılamak. Bildiğiniz üzere serotonin bedende mutlulukla ilgili reaksiyonlarda en çok rol oynayan sinir ileti taşıyıcısı. Bedenimizdeki serotoninin %80’i de bağırsaklardaki bakterilerin de yardımıyla salgılanıyor. Eksik olunca da depresyon, endişe bozuklukları, stres bozuklukları, sinirlilik halleri ortaya çıkıyor. Eee boşuna dememişler ikinci beyin diye bağırsaklara. Ya da “erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer” diye. Mutlu olacaksın ki, aşık olabilesin. Ayrıca hafıza ve öğrenme kabiliyetimizde bu durumdan direkt olarak etkileniyor. Bunu da bir kenara not etmek lazım.

Peki bu florayı korumak için dolayısı ile sağlığımızı korumak için ne yapmalıyız. Bir kere antibiyotiklerden çok gerekli olmadıkça kaçınabildiğimiz kadar kaçınmamız lazım. Antibiyotik kullanımı sonrasında da mutlaka en az altı hafta süre ile probiyotik desteği almalıyız.

Beslenmemizi çok dengede ve düzgün tutmalıyız. Bol miktarda fermente ürünler (turşu, tarhana, şıra, boza, sirke, yoğurt vb fermente süt ürünleri) tüketmeliyiz. Bunları artık günümüzde peynir altı suyu ya da yoğurt suyu gibi ürünler ile yapmak için pek çok yöntem sanal ortamda bilgi olarak bulunuyor.

Gerekirse bir probiyotik takviyesi almak için doktorumuza danışmalıyız. Ayrıca egzersizin barsak florasını olumlu etkilediğine dair pek çok yayın var. Bu yüzden düzenli egzersizler bizleri sağlıklı tutacaktır. Lifli gıdaların florayı düzenleyici etkisi yüzünden lifli gıdaları tercih etmek önemli. Ayrıca tabi ki diğer besin tamamlayıcıların da gıda içerisine girmesi floranın dengede kalmasına katkı sağlayacağı muhakkaktır. Bunlardan en önemlisi Omega 3 yağ asitleridir.

Sakınmamız gereken ve asla el değmemiz gereken ürün de şeker ve şekerli gıdalardır. Özellikle früktoz içeren gıdalar ( kristal şeker %50 früktozdur) bağırsakta kötü bakterilerin çoğalmasını provoke eder ve sağlığımızı kötü etkiler.

Hepsi aklınızda bulunsun derim!

Tüm yazılarını göster