Hayatta hiç kimse acı çekmek istemez. Acı çekmemek için de elinden gelen her şeyi yapar. Bazen acı çekmemek için yapılan şeyler o kadar kontrollü yapar ki insanı, hayatındaki her şeyi öngörebileceğini, kontrol edebileceğini ve kendisi için en doğru olan şeyin ne olduğunu bildiği yanılgısına düşer insan. Gerçekten ne istediğini, ne sevdiğini, ne umut ettiğini unutur, duygularından uzaklaşır ve toplumsal mutluluk reçetelerine ayak uydurmaya çalışır; çünkü bu reçeteler onu acı çekmekten koruyacaktır. Daha önce defalarca başkaları(!) tarafından denenmiştir.
Öncelikle, okul hayatını en iyi şekilde tamamlaması gerekir. İyi bir okuldan mezun olmak ona mutluluğu getirecektir. İyi bir kariyere sahip olmak, kriterlere uygun denk bir eş bulmak ve çoluk çocuğa karışmak zaten insanı acı çekmekten uzaklaştıracaktır; çünkü mutluluk bu düzen içerisindedir ve başka türlüsü düşünülemez. Acı çekmenin ötesinde mutlu olmayı hedeflerse kişi -o zaman daha da zorlaşır işi- konulan toplumsal kuralların en mükemmelini(!) hedefleyip ona ulaşmak için uğraşmalıdır. Olmazsa olmaz beş-altı hedef koyar kendisine ve o hedeflere ulaştığı takdirde en mutlu insan(!) olacağını varsayar. Bu hedefler, gerek dış görünüş, gerek kariyer, gerek maddi durum, gerekse romantik ve sosyal ilişki durumu olsun, en mükemmel olmak zorundadır; çünkü insan başka türlü nasıl mutlu olabilir ki? İşte tam o noktada insan kendisini tanrı sanma yanılgısına düşer ve yeryüzündeki her şeyin kendi kontrolü altında olabileceği sanır. Hedeflediği her şeye ulaşabilir, çevresel faktörler o kadar önemli değildir; önemli olan kişinin kendi gücü ve kuvvetinin yetebilmesi, kısacası yeterliliğidir. Bir hedefi gerçekleştiremediği zaman kendisini suçlamaya, kendi yeterliliğini “Ben yapamadım” şeklinde sorgulamaya başlar. Oysa ki bir şeyi oldurmak mümkün olmayabilir. Kişi koyduğu hedeflere o kadar takıntılı şekilde bağlanmıştır ki o hedeflere ulaşma sürecinde kendisini parçalarcasına uğraşır ve acı çeker. O ulaşacağı yerde sonsuz mutluluğu bulacağına, hiçbir acının kendisini bulamayacağına o derece sıkı sıkıya bağlanmıştır ki hedefe gidene kadar acı çekmek zaten ödenmesi gereken diyettir. Güle oynaya mutlu olunmaz, önce acı çekmek şarttır! Öte yandan hedeflerinden bazılarına ulaştığı zaman sandığı kadar da mutlu olmaz aslında, o anda ulaşamadıklarına odaklanır ya da daha fazlasını ister, bir sonraki hedefi belirler. Koyduğu hedeflere adım adım yürürken kişi acı çeker ama kafasında tek bir düşünce vardır bu yolda; o da hepsi tam olduğunda, zirveye ulaşacak ve sonsuz mutluluğu bulacaktır. Yalnız konulan on hedeften sekizine ulaşmak mutlu olmak için yeterli değildir, mutluluk için daha fazlasına ulaşmaya ihtiyacı vardır kişinin. En azından bu düşünce ona göre değişmez bir mittir. Kişi o çok mutlu olacağını sandığı, kafasında çizdiği hayatı yaratmaya çalışırken var olan anlarını kaçırmış, mutlu olmayı öğrenememiştir oysa ki…Bir gün es kaza hayal ettiği her şeye ulaştığında fark ettiği şey oraya varana kadar ne çok acı çektiği, ne çok mutlu anı kaçırdığı ve zamanın akıp gittiği ve mutluluğu öğrenemediği fakat acıyı çok iyi öğrendiği olur. Çevresine bakar, insanlar onun kriterlerindeki bir hayata sahip değil ama mutludurlar, daha önemlisi onların “benim” diyebilecekleri bir hayatları vardır. O her şeyin “tam” olduğu hayata ulaşmanın gerçekten mutluluk vermediği gibi kişinin hayatı kaçırmasına sebep olduğu gerçeği oldukça geç fark edilir. Kişi elindeki taşa durmadan “çiçek aç” diye bağırırken taşın çiçek açmamasına takılıp bunun verdiği “oldurtamama” acısı ile kıvranırken çiçek tarlasında olduğunu göremeden oradan geçip gitmiştir. Hayata kendini bırakmamak, kontrol etmeye çalışmak, “Beni ancak bu mutlu eder başkası mümkün değil” inancına saplanıp kalmak kişinin önüne gelen binlerce fırsatı, tesadüfü, o tesadüflerin açtığı yeni yolları ve olasılıkları görmezden gelmesine sebep olur. Yeni olasılıkların, yeni mutlulukların, yeni açılımların önünü kişi kendi eliyle kesmiştir. Kendisi için en doğru, en mutlu edici olanı bildiğini varsayarak, geleceği gördüğünü, tüm olasılıkları hesapladığını zannederek kişi tanrıcılık oyunu içinde kendisini kaybetmiş, mutlu olmayı kaçırmış olur.
Çok basit bir örnek vermek gerekirse: Birisine aşık olursunuz. Onun aslında hayatınızın aşkı olduğunu, sizin için en doğru insan olduğunu sanırsınız. Buna o kadar inanmışsınızdır ki başka kimseye fırsat vermezsiniz ve o kişi sizi ne kadar üzse de ne kadar acıtsa da eninde sonunda siz o kişi ile sonsuza kadar mutlu olacağınıza inanmış şekilde o insanla ilişkinizi oldurtmaya çalışırsınız. O kişi aslında ne sandığınız kişidir, ne de size mutlu edecek olan kişidir; çünkü o zaten sandığınız kişi olsaydı siz o kadar acı çekmemiş olurdunuz onun için. Onun için durmadan “Çiçek açacak bir gün ve ben göreceğim” derken bir kaya parçasını kıpırdatmakla uğraş veriyor olmazdınız.. O ilerisi için bir ilişki hedefi değil hedeflerinize ulaşmanız için gittiğiniz yolda yanınızda olan kişi olurdu. Oysa o kaya parçasını kıpırdatmakla uğraşmak yerine kendinizi hayata teslim ettiğiniz anda o her şeyi öngördüğünüz, bildiğiniz, tüm olasılıkları hesapladığınız sandığınız hayatta aslında “gerçeküstü” açılımlar olabileceğinin de farkına varmış olurdunuz. Hiç ummadığınız zamanda, hiç ummadığınız bir yerde, hayal bile edemeyeceğiniz biri çıkıverebilirdi karşınıza ve o sizin hayal ettiğiniz, oldurtmaya çalıştığınız tüm ilişki öğelerini uğraşmadan, acı çekmeden sunabilirdi size. Siz de “gerçek olamayacak kadar güzel” diyebilirdiniz. Gerçeklik acı çekmekten geçmez, mutluluğu hedeflemekten de geçmez, gerçeklik anlarda saklıdır, o kontrol edilemeyen, öngörülemeyen, insan olduğunuzu hatırlatan anlarda…
Mutluluk hedeflere ulaşmak mıdır yoksa hedeflere ulaşmak sadece geçici bir tatmin mi sağlar insana? Mutluluk tanımlanabilir mi, kurallarla, kalıplarla yaşanabilir mi? Oldurtmaya çalışırken acı çekmek mutluluğu getirir mi? Yoksa hayat tüm bunlarla uğraşmak için zaten çok mı kısa?
Mutluluk hedeflere varılan noktada değil, konulan hedeflere doğru ilerlerken kontrol edilemeyen anlarda saklıdır. Mutluluk elindeki taşın çiçek açmasını beklemek değil, gittiğiniz yolda bir çiçek tarlası olabileceğini düşünerek kendini hayata bırakmaktır.