Ne sihir ne mucize sadece oksitosin!
Hamileliğin son demlerinden itibaren anne ile çocuk arasında kurulan sağlam ilişkinin baş mimarı, oksitosin hormonu nam-ı diğer sarılma hormonu ve maharetleri ile tanışmanın tam zamanı.
Yazı: Besray Köker
Sarılma hormonu, aşk hormonu, güven hormonu ya da orgazm hormonu olarak da bilinen ve orta beynin hipotalamus bölgesinde salgılanan oksitosin hormonunun işlevi, ilk kez 1900’lerde tespit edilmiş. Bununla birlikte de günümüzde ‘her derde deva’ denilen oksitosin hormonunun, hamilelerde doğum kasılmaları ve laktasyon sürecini başlattığı gösterilmiş. Bugün artık doğumun gerçekleşmesinde majör rollerden birine sahip olduğunu net olarak bildiğimiz oksitosin, rahmin kasılmasını harekete geçirip doğumu hızlandırıyor.
Süreç şöyle ilerliyor: Kasılmalarla birlikte bebeğin başı rahim ağzına doğru itiliyor ve anne buna karşılık daha çok oksitosin üretiyor. Bebek de bu atağa karşılık verdiğinde bu döngüyü sona erdiren doğum gerçekleşiyor. Yunanca’da ‘hızlı doğum’ anlamına gelen ve oxys- ile -tokos kelimelerinin birleşimi olan bu hormon ile ilgili 1970’lere gelindiğinde oksitosin salgılayan beyin hücrelerinin beyinde birçok farklı bölgeye ileti gönderdikleri ve bu şekilde de canlılarda farklı davranışların düzenlenmesinde rol aldıkları gösterilmiş. Yani bu da demek oluyordu ki oksitosin sadece doğumu kolaylaştırmakla kalmıyor. Yani bebek ile anne arasındaki yakınlığı kuran da oksitosin, kadın ve erkek (anne ve baba) arasındaki bağ ve sıcaklığı da. Hayata sevgiyle bakmak gibi mutlu insan tanımına katkı sağlayan önemli duygu durumlarını tetikleyen de ta kendisi... Sevgi, aşk, güven gibi isimlerle anılan bu hormonun vücuttaki düzeyini artıran ise yine sevgi, aşk ve güven çünkü kişi sevgi gördükçe, arzulandıkça, dokundukça ve dokunuldukça hormon seviyesi yükseliyor.
Doğum ve sonrası
Doğumla başlayan oksitosin üretimini doğum sonrasında annenin daha yüksek miktarda oksitosin üretmesi takip ediyor. Bu da, maternal davranışın sergilenmesini beraberinde getiriyor: Anne, yenidoğan bebeğininin ihtiyaçlarına ve uyarılarına daha duyarlı hale geliyor. Bebeğine gösterdiği ilgi ve şefkat seviyesi giderek artıyor. Anne, bebeğini emzirirken de, kucağına alırken de, kendi uyurken de oksitosin üretiyor. Anne ve bebek arasında ne kadar çok temas olursa, vücut o kadar çok oksitosin üretiyor. Hatta bir süre sonra süt üretimini tetikleyen oksitosin sayesinde çocuk ağladığında, anne refleks olarak süt üretmeye başlıyor. Oksitosin bebeğe anne sütünden de geçiyor ve bebeğin sakinleşmesini sağlıyor. Oksitosinin başlattığı bu kutsal döngü, başka hormonların devreye girmesiyle anne ile bebek arasındaki bağı kuvvetlendiriyor. Özellikle son araştırmalar gösteriyor ki, doğum sonrası ilk iki hafta kritik öneme sahip! Bu iki hafta içerisinde annelerinden aldıkları bakımın kalite ve düzeyine göre yüksek veya düşük bakım alan bebeklerin sinir hücrelerinin gelişimi farklılık gösteriyor. Kısacası annenin bebeğine verdiği bakımın kalitesi bebeğin sinir sisteminin gelişimi için büyük önem taşıyor. Oksitosin hormonunun varlığı da haliyle anne-bebek ilişkisinde başrolü alıyor. Tam bu noktada D.F. Swaab’ın “We are Our Brains” adlı kitabındaki şu tespitini örneklemek yerinde olacak: Oksitosin düzeyi yetimhanede büyüyen çocuklarda daha düşük oluyor. Bir çocuğun, bakımından sorumlu kişilere güvenle bağlanması için, olması gereken dönemde oksitosinin yoksunluğu sıkıntıyı başlatıyor. Çocuklar uzun süre sevgisiz yaşadıklarında hormon düzeyleri de uzun süreli düşüyor. Telafisi ise çok mümkün olmuyor, bağlanma güdüleri zarar görüyor.
Tüm memelilerde etkili
Anne ve çocuk arasındaki bağ, doğadaki en güçlü ilişkilerden biri kabul ediliyor. Psikeart Dergisi’nin Annelik sayısında yer alan makalede bu bağın, sadece insan ve yavrusu arasında değil, tüm memelilerde gözlenen bir davranış şekli olduğunun altı çiziliyor. Ayrıca bu güçlü ve uzun süreli ilişkinin oluşumu ve devamında rol oynayan sinirsel evrelerin ise arkadaşlık, sevgililik ve iş ilişkileri gibi diğer sosyal ilişkilerin inşasında gerekli nörobiyolojik altyapıyı sağladığı ve öyle ki, anne ile çocuk arasındaki bu güçlü bağın, anne-baba arasındaki monogamik ilişki ve toplumda var olan güven ve empatiye dayalı diğer ilişkilere de bir iskelet oluşturduğu belirtiliyor. Oksitosinin varlığı, eşler arası ilişkilerin iyileştirilmesinden tutun da otizm gibi nöropsikiyatrik hastalıklarda otizmli bireyin günlük yaşamını kolaylaştırmasına kadar birçok alanda etkiye sahip ve hala ilgi çeken bir araştırma konusu.
Kadınların tekelinde değil
Doğum sonrası, sadece anne ile değil, baba ile çocuk arasında da bağlanma yaşanıyor. Öncesinde ne yaşayacağını bilemeyen, durumun henüz farkında olamayan babayı oksitosin kendine getiriyor. Baba, bebeğiyle kurduğu her sevgi dolu etkileşimde, sevgisini yansıtan her davranışı sayesinde oksitosin düzeyi de de artış gösteriyor. Anne-baba ve bebeğin uzun süre oksitosin üretmeye devam etmesi, uzun vadede hastalıklara karşı tüm aileyi koruyor.
Oksitosin seviyenizi…
• Doğayla içiçe olarak,
• Spor yaparak,
• Müzik dinleyerek,
• Hayvan severek,
• Sık sık sarılıp, el ele tutuşarak,
• İnsanlara olarak, gülümseyerek,
• Sosyal olarak,
• Arkadaşlarınızla gezerek,
• Hayal kurarak artırabilirsiniz.