“Özgürlük en büyük güç”

Doğallığı, çabasız güzelliği ve oyunculuğuyla ekranlarda ışık gibi parlayan Bade İşçil, özgürlüğe yelken açtığı bir döneminde.

Röportaj: Filiz Şeref
Fotoğraf: Deniz Özgün
Styling: Şeyda Sözüer
Saç: İbrahim Zengin
Makyaj: Melis İlkkılıç
Styling Asistanları: Muhammet Bozkurt, Merve Fatma
Makyaj Asistanı: Hidayet Korkmaz

Sakin, huzurlu, tatlı dilli ve sıcakkanlı. O her ne kadar sıradan bir insan olma çabasında olsa da, bunu mümkün kılmayacak özellikleri mevcut; kırk kilometre öteden gördüğünüzde bile onun farklı havasını fark ediyorsunuz, çünkü fiziksel olarak gerçekten özel bir kadın.

Özellikle Ezel dizisi ile dikkatimizi çeken sonrasında oyunculuk adına kendini geliştirmeyi her geçen gün sürdüren Bade İşçil, Ufak Tefek Cinayetler’deki Pelin karakteri ile sanki çok yakından tanıdığımız biri haline geldi. Oyunculukta güçlendiğini her geçen gün hissettiren güzel oyuncu, bize kadın ve güç kavramlarını bir kez daha sorgulattı bu çekimde.

Her ne kadar kadın güçlüdür imajına sıkı sıkıya sarılalım istiyorsak da, aradaki nüansı kaçırıp kendimizi erkeksi özelliklere özenirken bulabiliyoruz... Oysa Bade İşçil gücünü bize zaten yaşadıklarıyla baş etme stiliyle gösterirken o kadınsı nahifliğini, doğallığını korumayı da hep başarıyor. Fiziksel olarak da; 30 yaşını geçmiş örneklerine sıkça rastladığımız klasikleşen üst dudaklar şişik, alınlar gerili, yanaklar içeride o android görüntüde değil. Sohbetimize önce güç kelimesinden yola çıkarak başlıyoruz.



Bir kadını günümüzde güçlü kılanın hangi özellikleri olduğunu düşünüyorsunuz?
Ben bir kadını güçlü yapanın, kendi ayakları üzerinde durabiliyor olmak olduğunu düşünüyorum. En büyük güç bence, özgür olmak. Bu fikren de olabilir, konuşabilmek de olabilir, yaptığı şeyin arkasında kendi başına durabiliyor olmak olabilir, kendi kararlarını kendi almak da... Yaş grubuna ve çağa göre değişiyor biraz da özgürlük fikri. Herkesin bakış açısı farklı ama nasıl olursa olsun bence özgürlük en büyük güç.

Sosyal medyanın da etkisiyle her şeyin kurguya göre yaşanmaya başladığı bu dünyada, doğallığın gücüne inanıyor musunuz hala?
Doğal olup kendini olduğu gibi kabullenmek daha güçlü gösteriyor insanı bence. Bazen mutlu görünüyoruz, ki sosyal medyada artık herkes mutlu görünüyor, ama herkes elbette mutlu değil. Görünen, gerçek değil aslında çoğu zaman. Sosyal medyanın aldatmaca durumu yüksek tabii ki! Gerçek olmayan bir şeyi gerçek gibi algılamak mümkün. Benim şu an 4.5 yaşındaki oğlum çizgi film izliyorken, oradaki canavar resminin gerçekliğine inanabiliyor ve korkuyor, hani o saflıkta olmamak gerekiyor bunu kullanırken diye düşünüyorum.

Estetik yaptırarak fiziksel özelliklerini güçlendiren ve gücünü estetikli güzelliğinden aldığını düşünen bir kitle de mevcut. Siz doğuştan şanslı genetiğinizle, fiziksel özellikleriyle ön plana çıkmayı seven kadınlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Estetik konusuna da doğallık çerçevesinden bakıyorum ben, mümkün olduğunca müdahale ettirmiyorum. Bazen tabii ki benim de ufak tefek takıntılarım ortaya çıkabiliyor, ‘oram öyle, buram böyle’ diye. Sonuçta şu an 35 yaşındaysam, herhalde bunun 15 yılı artık şu anki ifademi görüyorum aynada, bu oturmuş halim ve memnunum. Gücün görünüşle alakalı olduğunu da düşünmüyorum.



Hayatınızın büyük bölümünü oğlunuz kaplıyor olmalı, kalan kısmı şu dönem nelerden ibaret?
Yeni sezon için ajansım Gaye Sökmen ile toplantılarımız oluyor. Görüşmeler yapıyoruz, senaryo okuyorum. Doğru karar verebilme çabası içindeyim. Daha netleşen bir şey yok. Stresli bir dönem diyebilirim. Seyircim için doğru olanı seçmeye çalışıyorum, kendim için de tabii. Beklentiyi düşürmeden ama evdeki afacanın da beklentisine hizmet verecek şekilde denge kurmaya çalışıyorum, o yüzden biraz daha stresli bu aşama benim için.

Peki bugün bulunduğunuz, geldiğiniz noktadan mutlu musunuz?
Kariyerimle ilgili olarak keşke daha önce başlamış olsaydım diyebiliyorum ya da bir şeyleri daha fazla yapabilmeyi isterdim. Şimdi biraz daha seçici olmak zorunda kaldığım sebeplerim var ama güzel, çok mutsuz olduğum bir durum da yok öteki taraftan.

Her şey yolunda öyleyse...
Yani daha iyisi olur mu? Tabii ki olur, daha çok çalışırsan daha çok şey olur. İsteğine göre kendini motive edip o yönde hırslanıp hedefe kitlenirsen, daha iyi şeyler de olabiliyor ama hedefler çok olduğu zaman işin de zor oluyor. Ben ne istediğimi bildiğim sürece mutlu oluyorum. İstediğin şeyi bilmek, hedefe doğru yönde gitmek gerekiyor. Ben öyle yapıyorum, benim için mutluluk getiren şey bu.

Hayatta ayaklarınızı yere bastıran, sizi büyüten şeyin, yaşadığınız hangi olay, hangi duygular, hangi mutluluk ya da acılar olduğunu düşünüyorsunuz?
Çocuğu olunca, anne olunca büyüyor insan herhalde... Çünkü sorumluluk artıyor. O sorumluluk, gerçekten sorumluluk. Kendine hakim olabiliyorsun; beden senin, beynini kullanabiliyorsun, kendi vücudunu kullanmayı, dengeni biliyorsun ama bir başka bedeni kontrol etmeye çalışmak biraz yorucu oluyor; çünkü onun isteğini, beyninden ne geçiyor olduğunu, duygularını, bedenen de nasıl olduğunu düşünmek zorlayıcı...



Annelik hikayeniz başladığından beri en çok nerede zorlandınız?
Valla her senesi ayrı zor. Doğuruyorsun; uykusuzluk zor. Biraz ayaklanmaya başlıyor; düştü mü, kalktı mı, çarptı mı kısmı... Okula gidiyor, aman okulda ne oluyor? Sonra arkadaşlarıyla ilişkisi... Biraz daha geçecek, sevgilisi sorunu... Dersi, üniversitesi, okulu, eğitimi, ödevi, her şeyi...

Hayalinizdeki kariyer planının hangi level’ındasınız?
Daha yolun başındayım. Çünkü benim işim öyle bir iş ki, her seferinde başka bir karakteri canlandırıyorum. Pelin’i canlandırdığımda Pelin’e sıfırdan başlıyorum. Yani her yeni karakter bir bebek olarak başlıyor, yürüyor... Yapabildiği neyse oraya kadar getirip teslim ediyorum seyirciye. Hepsinde baştan başlıyorum, çünkü çalışması, heyecanı başka oluyor.

Yaşadıklarınız karşısında ‘kader böyleymiş’ deyip kabullenmeniz mi yoksa ‘kader böyle olsa bile değiştirmesi benim elimde’ deyip değiştirebilme inancınız mı güçlü?
Bazen inanıyorum ki kader benim elimde ama diğer yandan kader bir alın yazısı. Bazen çabalasan da her şey olacağına varıyor. Ama o noktada aslında değiştirilebilir olan ne diye bakarsak; duygun. Olandan yıpranmamaya çalışmak. Ben de bunun için çabalıyorum.

Sorguladığınız şeyler arasında genellikle neler var şu sıralar?
İnsanoğlu, yaşamın döngüsünü bile bile hala daha nasıl doğaya zarar verebiliyor, bunu sorguluyorum. Yani evine çöp bile atmayan insan sokağa neden çöp atıyor? İşte bunları sorup sorup duruyorum kendime.



Genellikle sorduğumuzda ‘keşkelerim yok’ der insanlar. Peki sizin geçmişe bakınca ‘şunu şöyle yapsaydım daha iyi olurdu’ dediğiniz şeyler var mı?
İşte ben işe orasından bakmamaya çalışıyorum. Yani düşünürsen, birçok keşke var hayatta. Bilmem kimin çocuğu olarak doğsaydım hayatım nasıl olurdu bile var yani, keşkelerin sonu yok. Ama olduğun yerden mutlu olmaya çalışman gerekiyor. Başka türlüsü olmaz, keşkeyle kendini yıpratmaktan başka bir şey yapmamış olursun.

Hayata bakışınız hep böyle kabullenici tarzda mıydı, zamanla mı bu şekilde olgunlaştınız?
Ben daha çok hayır kelimesinin bende olmayışından kaynaklı olarak, hayır demediğim şeylerin sonuçlarını çektiğimde bu keşkeleri yaşıyorum. Ama o zaman da ‘ona da öyle demeseydim, belki bunu tecrübe etmeyecektim’ gibi yaklaşmayı tercih ediyorum. Bir şekilde Polyannacılık oynar gibi orta yolu buluyorum. Mecbursun çünkü, öbür türlü takılıp kalıyorsun. Takılmadığımı sandığım ama bilinçaltımda takılıp yıpranmışlığım da oluyor tabii bazen.

Peki bir çocuğun hayat yolunda insanı nereden nereye götürdüğünü düşünüyorsunuz?
İnsanlığı keşfediş bence. Mesela oğlumun bana oyunculuk konusunda da büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. İnsan evladı en zor büyüyen canlı ve o yüzden pek çok şey öğretiyor size hayat adına.

Hani her sabah bir yaşam amacıyla uyanmanın gücünden bahsediliyor ya, siz bir yaşam amacınız olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu hayatta bir sebebim var tabii, ama bunu kendime saklayayım. Ama şunu söyleyebilirim, insanlara pozitif enerji vermeye çalışıyorum genellikle.



İlk oyunculuk yapmaya başladığınız günleri düşününce bugün neler hissediyorsunuz?
‘Ben ne yapıyormuşum acaba?’ gibi hissediyorum. Gülpare ilk dizimdi, Andaç Haznedaroğlu çekiyordu. 2006 yılı. O zamanlar, bana “Gel oyna, sana inanıyoruz” dediler. Ben de rolümü ezberleyip oynamaya başladım, öyle bir şey sanıyordum oyunculuğu çünkü. Sonrasında Ezel’de bir kırılma yaşadım. Ezel’in birinci sezonu ve ikinci sezonu diye, bende iki ayrı evre var. Başlangıcında verilen bir görev vardı, “öyle yap” diyorlardı ve ne yaptığımı, ne istediklerini anlamadan, sadece istedikleri şekilde yapmaya çalışma çabasıydı benimki, belki daha çok bir taklitti o. Ama sonrasında oyunculuğun ne olduğunu gözlemleyip usta oyunculardan öğrenme şansım oldu. Kenan’la bir sahne çekiyorduk bir gün, sahneyi okudum, tabii ki biliyorum ne yapacağımı... Ama öyle bir şey oldu ki, sahnenin bana yazılmayan kısmından ağlamaya başladım, yani o kadar içli ve gerçekçiydi ki... Ben hani yapmamam gereken bir şeyi yapıyorum gibi algıladım; çünkü böyle leyla vaziyetteydim... Oysa sadece oyunun içine girmişim. O zaman Tuncel abi oyunun çıkışında bana dedi ki, “İşte kızım oynadın, demek ki oluyormuş!” Ve o zaman anladım ki, oyunun içinde, duygusunda olabilmek başka bir şey. O gün biraz daha anlamaya başladım oyunculuğu ama hala tam anladım mı bilemiyorum. Allah rahmet eylesin, Tuncel Kurtiz, “Ben hala öğreniyorum kızım, yani bunun bir sınırı yok, sonu yok” diyordu, onun dediği gibi her gün bir şey öğreniyoruz.

Sizi siz yapan, hayatta benimsediğiniz en önemli prensiplerin neler olduğunu düşünüyorsunuz?
Disiplin ve saygı; herhalde en önemlisi bunlar. Bunlar olduktan sonra diğerleri öğrenilebiliyor.

Peki modunuzu ne düşürür?
Çevremde olanlar da düşürebilir, ne biliyim hüzünlü bir şeyler de!



Çocuğunuzla ilişkinizde kendi çocukluğunuzun yaralarını sarmaya çalıştığınız yerler oluyor mu?
Güzel bir çocukluk geçirdiğimi düşünüyorum dönüp baktığımda. Benim de ufak tefek mutsuzluklarım illaki vardır, hiç kimse böyle dört dörtlük bir hayat geçirmiyor ama olabildiğince mutluydum ve ben de çocukları mutlu etmeye çalışmanın doğru olduğunu düşünüyorum. Her çocuk büyüyene kadar mutlu olsun. Nasıl olsa hayat bir koşturma ve o koşturmaya girene kadar keyfini çıkarsınlar. Toplum baskısı, yaşam şartları, kurallar, geçim kaygısı düşünüldükçe o kuralların içinde hayata göre yoğruluyorsun ama çocuklukta öyle bir şey yok, sınırsız özgürlük var ve o noktada bütün çocukların mutlu olması gerekiyor bence.

Peki aşka bakış açınızda 10 yıl önceyle bugün arasında bir değişim olduğu söylenebilir mi? Yoksa aşk dediğiniz şeyi temelinde hep aynı duygularla mı yaşıyorsunuz?
Aşk bu bilmiyorum ki! Belki de hiç aşık olmuyoruz, aşık olduğumuzu sanıyoruz. Hani her seferinde öyle oluyor ya; bir önceki hiç yaşanmamış gibi!

Bildiğimiz ünlü formatında bir hayat yaşamıyorsunuz. Ünlü olmak, özel hayatınızda zorluklar yaşadığınız dönemlerde daha da sıkıntılı olmuştur eminiz. Peki nedir sizin için ün dediğimiz şey?
Sima olarak saklanamama durumu, başka bir şey değil ün. Yani insanlar seyrediyorlar, seviyorlar ya da sevmiyorlar, başka bir şey değil. Tanımadığın bir insanın seni sevmesi, elbette çok güzel bir şey. Sevilmek kadar güzel bir şey var mı? Seviyor olmaları güzel bir iş yaptığımı gösteriyor. Bizi kısıtlayan yanlarına gelince, tanınır olduğunuzdan dolayı yanlış yapmamak gerekiyor ya da yanlış tabii ki yapıyoruz ama onlara kötü örnek olmamak gerekiyor, böyle bir stresi var. Onun dışında ‘ben ünlüyüm, şu konforda yaşarım, şundan aşağısı olmaz’ gibi lüks standartlarım yok benim. Normal bir insanoğlu nasıl hayatta kalıyorsa, o kadarına ihtiyacım var. O kadarını karşılayarak yaşamaya çalışıyorum. Zaman zaman kaçışlarım da oluyor çünkü aslında ben de herkes gibi biriyim ama herkes beni öyle görmediği için de kaçmam gerekiyor... Durum tam olarak bu. Mesela oğlumla dışarıdayken, oğlum ona vakit ayıran bir anne olmamı istiyor, ama o sırada beni ilk defa gören bir insan da benimle bir selfie çektirmek istiyor... Kalabalık bir yerdeysek  oğlumu gözümün önünden ayıramıyorum ve  iki tarafa da durumu anlatmak zor olabiliyor. Dolayısıyla bazen tanınmadığım, oğlumla daha rahat vakit geçireceğimi düşündüğüm yerleri tercih ediyorum. Zorluğu bu oluyor ünlü olmanın; çünkü ben her zaman herkes gibi olmayı seven bir insanım. Zaten işim de bu, yani herkesten birini canlandırmak işi, haliyle herkesi gözlemliyor olmam gerekiyor. İşte bazen sadece çocuğuma saygı için biraz soyutlanabiliyorum, onun dışında ünlü olmaya dair hiçbir ekstram yok.



Şans, hırs, özgüven... Hangisi en çok yanınızda yürüyen sizce?
İnanç. Yani ben onu kendi içimde yürütmeye çalışıyorum. Diğer türlü, olan oluyor. Bir gün şanslısın bir gün sakarsın bir gün her şey çok tıkırında gidiyor... İnsanlık halleri.

Size Chanel, Dior, Balenciaga diyerek bir sohbet açsak, bize nelerden bahsederdiniz?
Dünya markaları. Çok para verilmiş. İyi, güzel! Ben alışverişi seviyorum ama bazen de düşünüyorum, ihtiyacın olan sadece birkaç parça şeyden başkası değil. Aslında çok basic bir hayat var. İnsanlar kendi aralarında kurallar koymuşlar, o standartlara uymak adına giyiniyoruz. Bu da bir sektör tabii. Hani lüks markaları kullanmıyorum diyemem, ben de alıyorum zaman zaman, bir şey alıp uzun yıllar kullanmayı seviyorum çünkü. Ama son yıllarda ihtiyaç durumunu ön plana çıkarmaya çalışıyorum. İyi bir markadan alacaksam da, günümüz koşullarında indirim ya da avantajlı bir kampanyası varsa onu takip ediyorum. Gerçekten bunlar üretilirken de çok büyük emek harcanıyor her anlamda. Biraz da aslında, bir çocuk yetiştirirken, gelecek ile ilgili sağlam zeminler kurmaya çalışma çabasındayken insan bu sorularla yüzleşiyor. Yoksa benim de birçok kişi gibi aşırıya kaçtığım, aynı şeyi fark etmeden birden fazla aldığım zamanlarım oldu. Ben bir de kozmetik canavarıyım mesela, işte maskaranın mavisi de olsun, kahverengisi de olsun derim. Yani bin tane rengi var, baktığın zaman koyacak yer de bulamıyorsun, sonra da diyorsun ki, “bu kadar niye?”



Özellikle uyguladığınız bir beslenme metodu ya da düzenli yaptığınız bir spor var mı?
Öncesinde Madonna’yı çok beğeniyordum, öyle kaslarım olsun istiyordum ve inanılmaz ağırlık çalıştığım zamanlar oldu. Sonrasında o kaslar beni çok kalın gösteriyor ekranda diye yıllarca uzun uzun yürüyüşler yaptım, sonra sağlık açısından faydasını fark edip daha da uzattım yürüyüşleri. Tüm bu süreçte doğru bildiğim yanlışlar yaptığımı hamile kaldığımda diyetisyene gittiğimde öğrendim. Bir hastalığın yoksa, her şeyden azar azar tüketmen gerekiyormuş çünkü hepsinin bünyede bir alışkanlığı ve beklentisi varmış. Onu vermediğin zaman sonra başka yerlerden çıkıyor.

Pınar Altuğ ve Yağmur Atacan'ın kızları Su 15 yaşına girdi! Eşi ve kızlarıyla Mauritius'a giden Sinem Kobal'dan yeni kareler İşte Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin Osman'ı Emir Berke Zincidi 90'lı yılların yakışıklısıydı... İşte Kaan Girgin'in son hali... 'Kızılcık Şerbeti'nden yeni 2. fragman: Daha önce tanışmış mıydık Demet Şener: Sevgilime gönülden bağlıyım, evlilik şart değil