Röportaj: Özlem Yıldırım ile yeni kitabı Kar Küresi üzerine bir sohbet

Çocuk kitapları ile tanıdığımız Özlem Yıldırım'ın yeni kitabı Kar Küresi raflarda yerini aldı. Bu yeni eser bir çocuk kitabı değil ve yazar için farklı bir yere sahip. Gelin Özlem Yıldırım'dan bunun hikayesini dinleyelim...

Özlem Yıldırım'ın Kar Küresi adlı yeni kitabı okuyucuyla buluştu. Kendisiyle bir araya gelip son eserini konuştuk ve biraz iç dünyasına daldık... Keyifli okumalar!

-Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz? Yazarlık kariyeriniz nasıl başladı? Aslında radyo, sinema ve televizyon öğrenimi ve sonrasında ileri oyunculuk yüksek lisansı yapmışsınız. Merak uyandıran bir geçmişiniz var. Sahne daima ilgi alanınızdı sanırım…

Kariyerim birçok insana karmaşık görünebilir ama benim için her şey bir bütün. Sanırım o karmaşıklık da merak uyandırıyor. Hayatı bir başarı hikâyesi olarak görmedim, kariyer planlarına sıkışıp kalmadım. Dışarıdan bakıldığında odak noktam kariyerim gibi dursa da aslında benim tek derdim hayal dünyamı bir biçime dönüştürebilmekti.

Popüler okullarda okumak, büyük kurumsal yerlerde çalışmak gibi hedeflerim olmadı. Benim için önemli olan; kendimi geliştirebileceğim, sanatımı şekillendirebileceğim yerlerde bulunmaktı. Etiketler hiçbir zaman kriterim olmadı, ben derinleşmeyi ve demlenmeyi seçtim.

Radyo, sinema ve televizyon okumak bana vizyon kattı. Sanatımı hangi şekillere dönüştürebileceğimi, insanlara nasıl ulaştırabileceğimi burada öğrendim. Sahne de bu sürecin bir parçasıydı çünkü anlatacak hikâyelerim vardı.

Yazarlık serüvenim aslında çocukluğuma dayanıyor. İlkokulda kompozisyon ve şiir yarışmalarına katılıyor, kazandığım ödüllerin ardından sahneye çıkıp yazdıklarımı okuyordum. O yaşta öğretmenimin beni fark etmesi, yönlendirmesi ve teşvik etmesi bugünkü hayatımı şekillendirdi. Yazan ve yazdıklarını insanlara sunan biri oldum.

Lisans eğitimim sonrası, bir yandan yüksek lisans bir yandan eğitim fakültesi ardından yaratıcı drama eğitimleri derken köklerimi iyice sağlamlaştırdım. Hem sahada üretmek hem de ürettiklerimi öğrencilerimle paylaşmak istedim. Sanat ve eğitim birbirinden kopmaz bir bütün benim için.

Çoğu zaman arkadaşlarım “Sosyal medyana bakınca kafamız karışıyor, hangi işi yaptığını takip edemiyoruz.” diyorlar. Henüz öğrenciyken de “Tek alanda ilerle yoksa uzmanlaşamazsın.” diyenler oldu ama ben kendimi bir alana hapsetmek istemiyorum. Dünyaya kendimi keşfetmeye ve potansiyelimi zorlamaya geldim.

Yazmak benim için hayatta tutunduğum dal. Küçük yaşlarda kendimi yazarak ifade etmeye başladım. O yüzden kalemim hep elimde olacak.

-Sahne, kamera önü ile de ilginiz oldu mu hiç? Yoksa hep işin mutfak kısmı mı sizi ilgilendiriyor?

Ortaokul ve lise yıllarım, kurduğumuz tiyatro gruplarında sahneye çıkmakla geçti. Üniversitede de bu alışkanlıktan vazgeçemedim ve “Marmara İletişim Sahnesi” adlı bir topluluk kurdum. Mezun olana kadar oyunları hem yönettim hem de oyunlarda oynadım. Sahne tasarımından kostümüne kadar tüm süreci yürütüyordum.

Aynı zamanda sinema okuduğumuz için kısa film projeleri yapıyorduk. Bütçesiz projelerde oyuncu bulmak zor olduğundan, çoğu zaman kendimizi kamera önünde bulduk. Bir süre sonra okulda neredeyse herkes kısa filmlerinde beni oynatmaya başladı. Bu süreç, hem kamera önünde hem de yönetmenlik anlamında beni geliştirdi.

Mezuniyetimle birlikte dizi ve reklamlarda oynamaya başladım, özel tiyatrolarda sahneye çıktım. Sonra idealist tarafım baskın geldi ve daha fazla eğitim alma ihtiyacı hissettim. Bu yüzden hızla akademik hayata döndüm.

Beni hikâyelerimi anlatabileceğim her form ilgilendiriyor. Bazen yazıyorum, bazen oynuyorum, bazen sahneliyorum.

-Kitabınız “Kar Küresi” henüz dumanı üzerinde yeni çıktı. Nasıl ilk tepkiler, ilk yorumlar?

Bağımsız bir yayınevinde yer almak, tanınırlığın yavaş ilerlemesi gibi bazı zorluklar barındırıyor ama bir yandan da bana çok kıymetli bir okur kitlesi kazandırıyor. Bu kitle nicelikle değil, nitelikle ilgileniyor. Onlara bir eseri beğendirmek edebi bir derinlik gerektiriyor.

Örneğin, sosyal medyada beni takip etmezler, gün içinde ne yaptığım ya da kim olduğumla ilgilenmezler ama kitabım çıktığında haberi mutlaka alır, kitabımı okur ve okuduktan sonra yorumlarını paylaşırlar. O yorumların gelmeye başladığı an kalbim hızla atıyor. Her birini tek tek okuyorum. Bu yorumlar benim kendimi değerlendirmem açısından harika bir fırsat oluyor.

Sadece “Kar Küresi” için değil, diğer kitaplarım için de çok güzel yorumlar alıyorum. Okuyucularımda bir heyecan uyandırmayı başardığımı görmek beni mutlu ediyor. Her yeni kitap sonrası gelen “Bir sonraki eseriniz ne zaman çıkacak?” sorusu, yazarlık yolculuğumda en büyük motivasyonlarımdan biri.

“Kar Küresi” bir tiyatro metni olduğu için, alışılmışın dışında bir türle karşılaşan okuyucuların tepkileri beni özellikle sevindiriyor. Ülkemizde tiyatro metni okuma alışkanlığı yaygın değil ama bana gelen yorumlarda “İlk defa tiyatro metni okudum ve çok sevdim.” diyenler var. Kendi çevremde bir tiyatro metni okuma alışkanlığı yarattığımı görmek harika bir his.

Bir okuyucum “Shakespeare’den sonra okuduğum ilk tiyatro metni sizinkiydi.” dedi. Bunu duyduğumda ne kadar gururlandığımı anlatamam. Sanırım en değerli yorumlarımdan biri oldu.

-“Kar Küresi” ile ilgili biraz daha sohbet edeceğiz ama önce sormak istiyorum. Önceki kitaplarınız çocuk edebiyatı üzerineyken bu sefer bir yetişkin kitabı ile karşımızdasınız. Bu nasıl bir duygu, sizin için neler ifade ediyor?

Çocuk edebiyatını çok önemsiyorum. Bir ülkede çocuk edebiyatının ve tiyatrosunun kalitesi, o ülkenin kültürel seviyesini de belirler. Toplumun inşasında en etkili araçlar sanat ve edebiyattır.

Öte yandan, edebiyatı türlere ayırarak düşünmüyorum. Kendimi tek yere ait hissetmiyorum çünkü sanatın sınırları olmadığına inanıyorum. Bu yüzden çocuk edebiyatı da yetişkin edebiyatı da benim için aynı derecede kıymetli.

Her alanda eser verebileceğimi ve insanın yeteneğinin tek türe bağlı olmadığını kendime çoktan kanıtladım. Önemli olan anlatmak istediğim hikâyeye en uygun formu bulabilmek. "Kar Küresi" bu kez yetişkinler için kaleme aldığım bir eser ama özü değişmedi: Yine insan ruhunu, duygularını ve hayatın içindeki dönüşümleri anlatıyorum.

-“Kar Küresi” ödüllü bir tiyatro oyunu değil mi? Sonrasında bir kitap hâlinde bizimle buluştu. Hikâyesini biraz anlatır mısınız okuyucularımıza… Konusu nedir?

Evet, “Kar Küresi” ödüllü bir tiyatro metni. Aslında en basit hâliyle, terk edilmiş çocukların iç dünyasını ve hayatta kalma mücadelesini anlatıyor diyebilirim. Tabii ki bundan çok daha fazlası var. Hikâye, yıllar önce annesi tarafından terk edilen Ayla’nın, hiç beklemediği bir anda geçmişiyle yüzleşmesini konu alıyor. Ayla öğretmen olmuş, kendi yolunu çizmiş ve annesinin onu almaya gelmeyeceğini kabullenerek hayatına devam etmiş. Ama hayat işte… Tam “her şey geride kaldı” dediği bir noktada annesi Havva çıkageliyor.

Bu karşılaşma sadece bir anne-kız yüzleşmesiyle sınırlı kalmıyor. Hayatın farklı yerlerine savrulmuş, birbirinden bambaşka yollar seçmiş insanların hikâyeleri bu noktada kesişmeye başlıyor. Ayla, annesinden beklediği sevgiyi bulamazken bir de hiç hesap etmediği bir kararın eşiğinde buluyor kendini. Olaylar bununla da kalmıyor. Ayla’nın yolu, annesiyle görüşmek için gittiği bir kafede Cemal’le kesişiyor. Cemal, yetimhanede büyümüş, kendi içinde başka bir yaşam mücadelesi veren biri. Onun yakın arkadaşları Ahmet ve Memo da hayatta kalmak için farklı yollar seçmiş, kendi sınavlarını veren karakterler. Hepsinin hikâyesi bambaşka ama bir şekilde birbirine dokunuyor.

Bu metinde karakterlerin kaderi belirlenirken hikâyenin içinde sürekli bir dönüşüm yaşanıyor. O yüzden “Kar Küresi” sadece Ayla’nın değil, aslında herkesin içinde sıkışıp kaldığı geçmişle yüzleşme hikâyesi. Her karakter kendi hayatında bir noktaya takılıp kalmış, sanki bir kar küresinin içinde hapsolmuş gibi. Asıl mesele şu: O küreden çıkmayı başarabilecekler mi? İşte “Kar Küresi” tam da bu sorunun cevabını arayan ve okuyucuya kendi kar küresini keşfetmesine alan açan bir hikâye.

-Kitaplaştırmaya nasıl karar verdiniz, bizimle de paylaşır mısınız?

Ödül aldıktan sonra sevincimi yayınevimle paylaştım. Onlar da çok sevindiler ve beni tebrik ettiler. “Ben Prenses Değilim”i tamamladığımda dosyamı yayınevine gönderdim. Yanına ödüllü tiyatro metnim “Kar Küresi”ni de ekledim ve metni değerlendirmelerini rica ettim. Yayıncım dosyaları inceledikten sonra bana “İkisini de basıyoruz.” dedi.

-Bu oyun hiç sahnelendi mi acaba, izleme fırsatımız olur mu?

Benim için her şeyin bir sıralaması var: Önce eğitim almak sonra amatör olarak deneyimleyip pratik yapmak ve sonunda profesyonelleşerek geniş kitlelere ulaşmak. “Kar Küresi” için de bu süreci izledim; eğitimlerden geçtim, yazdım, yarışmaya soktum ve kitap olarak basılması için yayınevine ilettim.

Önceliğim oyunun hemen sahnelenmesi değil, doğru ekiple doğru zamanlamayla ilerlemek. Hızlı düşünen ve çalışan biriyim ama iş hayatında sabırlı ve stratejik ilerlemeyi tercih ederim. Şimdi sürecin son aşamasındayım. “Kar Küresi”ni sahneye taşımak için en doğru adımları atmaya hazırlanıyorum.

-Yaratım sürecinizde size neler ilham verir? Okumayı sevdiğiniz eserler ya da yazarlar sizi etkiler mi?

Yolda yürürken fark ettiğim küçük detaylardan etkilenirim. Örneğin geçen gün tek ayağını kaybetmiş bir güvercin ile kaldırımda yan yana yürüdük. İçimden dedim ki tek ayağını kaybetmiş ama yürüme becerisinde hiç sorun yok. O şekilde yürümeyi öğrenmiş. Sonra zaten kanatları da var… Durdum, güvercinin fotoğrafını çektim ve fotoğrafın üstüne bir şiir yazdım. Esnafla ettiğim sohbetlerden çok ilginç öyküler çıkıyor. Onların anlatım tarzlarından da ilham alıyorum. Bunların dışında; içimde düğüm olmuş ve bir türlü çözemediğim acılarım, öğrencilerimle geçirdiğim dersler, arkadaşlarımın yaşadığı ihanetler, yaptıkları kaçamaklar… Aslında şöyle diyebiliriz: Bir köşeye çekilip dünyayı seyretmeyi son derece önemsiyorum.

Sevdiğim eserler ve yazarlar da elbette beni etkiliyor ama bu etkiyi en çok yazdıklarımı okuyunca fark ediyorum. Okuyup ilham aldığım eserler bende iz bırakıyor ve zamanı geldiğinde bir hikâyeye dönüşüyor.

-En sevdiğiniz yazarlar ve en sevdiğiniz eserler neler?

Kalbimi ilhamla dolduran ilk beş eseri söylemem gerekirse:

Ursula K. Le Guin - Yerdeniz Büyücüsü: Fantastik edebiyatın derin felsefesiyle buluştuğu eşsiz bir eser.
José Saramago - Bilinmeyen Ada’nın Öyküsü: Hayaller, özgürlük ve kendini keşfetme üstüne masalsı bir anlatım.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu - Yaban: İnsan ve doğa, birey ve toplum arasındaki çatışmayı çarpıcı bir şekilde işleyen kendi topraklarımızdan, gerçeklerimizden bir eser.
Roald Dahl - Matilda: Çocukların içindeki sınırsız gücü ve zekâyı anlatan bir klasik.
Elena Ferrandiz - Malena’nın Aynası: Kendini kabul etme ve kimlik arayışı üstüne dokunaklı bir hikâye.

“Okumayı sevdiğiniz eserler ya da yazarlar sizi etkiler mi?” diye sormuştunuz. Özellikle bu beş eser benim kalemimi çok etkiliyor, yazma yolculuğuma ilham oluyor.

-Sıradaki çalışmalarınız neler olacak?

Şu an daha küçük yaş grupları için bir resimli kitap hazırlıyorum. Şimdiye kadar yayımlanan çocuk kitaplarımın yaş ortalaması +8 olduğu için özellikle daha küçük yaş gruplarıyla çalışanlardan bu yönde bir talep geldi. Öncelikle bu beklentiyi karşılamak istiyorum.

Sonrasında tabii ki durmayacağım. Hemen yeni projelerime geçeceğim. Yetişkin edebiyatında farklı türlerde eserler üretmeyi planlıyorum. Zihnimde şimdiden şekillenmeye başlayan projeler var ve hepsi beni çok heyecanlandırıyor. Hikâyelerim genişlemeye, farklı anlatım biçimlerine dönüşmeye başladı ve bu süreci ben de merakla takip ediyorum.

-Sohbet için teşekkür ederim…

Ben de teşekkür ederim! Keyifli bir sohbet oldu.

İşte Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin Osman'ı Emir Berke Zincidi 90'lı yılların yakışıklısıydı... İşte Kaan Girgin'in son hali... Erkeğin kalbine giden 12 öneri Kızılcık Şerbeti'nin Nilay'ı Feyza Civelek neden peruk taktığını Ezgi Mola: Bakıcı istemiyorum, 40 yılda bir çocuğum olmuş Ceyda Düvenci'nin paylaşımına yeni aşkı Güçlü Mete'den yorum