Filtresiz bir adam Sarp Levendoğlu

Uzaktan baktığınızda fazlasıyla aktif ve oldukça eğlenceli, biraz yakınlaştığınızda ise ne düşünüyorsa ‘dan’ diye yüzünüze vuran, ne hissediyorsa filtresiz gösteren bir adam Sarp Levendoğlu. Öyle ki, içinde olduğu sektörün içinde evrilmek yerine meydan okurcasına ‘ben böyleyim’ diye bağırmayı seçiyor.

Röprtaj: Ece Üremez
Fotoğraf: Erman İştahlı

EKRANDA GÖRDÜĞÜMÜZ HERKESLE İLGİLİ BİR FİKRİMİZ VARDIR ELBETTE AMA O İNSANLARLA BİZZAT TANIŞMAK GENELLİKLE TÜM BİLDİKLERİMİZİ ALT ÜST ETMEYE YETER. Sarp Levendoğlu çekim için buluşacağımız stüdyoya kaykayıyla girdiği anda bana tam olarak bu hissiyatı yaşattı diyebilirim. Yaramaz bir çocuk edasında tüm ekibin etrafında bir tur döndükten sonra röportaj için karşı karşıya oturmamız bile muzır bakışlarına gölge düşüremedi. Kendini anlatırken gösterdiği ‘çabasız’ duruşun onu daha da ilgiyle dinlememe neden olduğunu itiraf etmem gerek. Doğru ya da yanlış anlaşılmak gibi bir derdi yoktu, ne dediğini çok iyi biliyor, ağzından çıkanı kulağı gayet iyi duyuyordu. Realist bakış açısı iliklerine kadar işlemiş, hayattan istediklerinin ve önceliklerinin farkında olan bir adam vardı karşımda. Üstelik de bu devirde ne aradığını ve ne beklediğini bilen insan sayısı git gide azalırken... Aslında, Sarp Levendoğlu rüzgarın sürüklediği yöne gidenlerden değil rüzgarını kendi seçenlerden. Dur durak bilmeyen enerjisini hayattaki en büyük tutkularından biri olan sörfe kanalize etse de tükenmeyen bir gücü olduğunu gözlerinden yansıyan ışıkta görebiliyorsunuz. Bir de en önemlisi hayata güzel noktadan bakmayı biliyor olması. Dikkat edin, pozitif değil güzel diyorum. Yani, Polyannacılık oynamak değil onunki, keyif aldıklarının, mutlu edenlerin, iyi hissettiklerinin peşinden gitmek. Üzülse de yüzüne gülümseme takınmaya çalışmıyor; o acıyı sonuna kadar yaşıyor ve her şey bittiğinde gözü hayatın güzelliklerini tekrar seçiyor. Çünkü hayatta çıkışlar kadar inişlere de her daim hazır bir yapısı var ama grafiğin o düzleştiği noktalarda da, ‘Yarın ne olacak?’ diye sormak yerine ‘Bugünü sonuna kadar yaşayalım’ diyor. Onun için en ön planda özgürlük var. Bunun önüne geçebilecek her türlü şey onun tarafından engel kabul ediliyor. Aslında Sarp Levendoğlu öyle bir adam ki, doğruluk mu cesaret mi diye sorsanız hiç düşünmeden ikisini birden seçer. Hislerinden de düşüncelerinden de korkmadan bahsetme yetisi kendisinde fazlasıyla mevcut. Üstelik de 1.95’lik insanüstü görüntüsünden olsa gerek, duyguları hakkında hiç beklemediğiniz kadar açık konuşarak sizi de hazırlıksız yakalayabiliyor. Etrafındakilere oldukça yüksek voltaj enerji veren bu dev adamın birden çok ‘filtresiz’ haline tanık olmaya hazır olun.



Nereden Nereye filmi ile ilk kez bir komedi filminde yer almış oldunuz, üstelik de kendiniz gibi ünlü bir oyuncuyu canlandırıyorsunuz. Bu durum karakteri oluştururken sizi zorladı mı daha özgür mü hissettirdi?
Ben oyunculuk yapmayı çok seviyorum ama oyunculuğun getirdiği bir sürü şeyi sevmiyorum, hiç alakam yok. Filmde de aslında sürekli setten çıkmış gibi saçlarını yapan, sokakta da dizide de aynı gözüken birtakım oyuncular var onları canlandırdım. O yüzden de çok eğlendim, çünkü normal hayatta da onlarla çok dalga geçiyorum. Bayağı doğaçlama bir karakter doğdu aslında. Ekip de çok iyiydi, o yüzden çok eğlenceli oldu.

Film daha çok bir ‘durum komedisi’ olarak tanımlanıyor. Sizin gözünüzden nasıl bir deneyim oldu?
Aslında bu filmin hikayesi, hep oyuncu olmaya çalışmış ama hep birtakım aksilikler olmuş, becerememiş birinin dramı üzerinden giden bir komedi. Bazen durum komedisi bazen de abartıdan doğan komedi sahnelerinin olduğu bir film.

Hep hayalinizde canlandırmayı dilediğiniz bir karakter var mı?
Narcos’ta oynamak Pablo Escobar’ı canlandırmak isterdim. Hasan Sabbah’ı da oynamak çok isterdim. Bunlar ilk aklıma gelenler. Biyografi oynamak aslında en eğlencelisi. Elbette çok fazla araştırma gerekiyor ama o karaktere dönüşme süreci de aslında beni en çok eğlendiren kısmı. Oynamaktan çok o süreci daha çok seviyorum.

İzlemekten hiç bıkmadığınız bir film var mı?
Fight Club, True Romance ve Love Actually. Hepsi de çok etkilendiğim ve döne döne izlediğim filmlerdir. Ama maalesef son zamanlarda Hollywood sinemasında süper kahraman hikayeleri çok fazla öne çıkmaya başladı. Eğlence için izliyorum ben de elbette ama bir kere izliyorum ve bitiyor.



Yaş 35 olunca geç kaldığınızı hissettiğiniz bir şeyler olmaya başladı mı?
Her şeyi yapabilirim şu an. Niye öyle olsun ki? Aksine artık her şey daha eğlenceli daha kolay çünkü tüm istediklerimi yaptım, rahatım. Şimdi ne olacaksa olsun. Yaşımı hissetmiyorum zaten. Fiziksel olarak zorlanana kadar spora ve eğlenceye devam.

Sizce bir insan ne zaman yaşlanır?
Bir şeyi yapmak isteyip fiziksel olarak gerçekleştiremediğinde, vücudu ona izin vermediğinde... Onun dışında ruhsal bir yaşlanmaya inanmıyorum.

Çocukluktan kalma, hep hafızanızda yer etmiş bir mottonuz var mı?
Ben hayatta hep şunu düşünüyorum; kimse iyi bir oyuncu, iyi bir yönetmen ya da iyi bir reklamcı yani mesleğinde ‘en iyi’ olmak zorunda değil ama iyi bir insan olmak zorunda. Önemli olan o.

Küçükken kimi kahramanınız olarak görürdünüz?
Batman. Özellikle Tim Burton’ın çektiği Batman çok başarılıydı. Bir de Superman ya da Spiderman’e göre onun kostümü daha güzel diğerleri tayt giyiyor ve Superman’in alnının ortasında virgül şeklinde saçı vardı Altar’ın oğlu Tarkan gibi... Sanırım Batman’i kendime daha yakın hissettiğim için çok seviyordum. Gerçek hayatta Superman ya da Spiderman olamam ama Batman olabilirim. Başvuracağım Batman’liğe.

Doğrularınızı karşınızdakine anlatmak konusunda ısrarcı olur musunuz yoksa kendinizi savunmak konusunda daha ketum bir tavır mı sergilersiniz?
Hiç uğraşamam, ben bir kere söylerim dinlerse dinler, dinlemezse de onun bileceği iş. Hiç tartışmaya girip de kendimi anlatmakla uğraşamam. Beni anlayan anlar, anlamayanın da yolu açık olsun. Kimseye kendimi anlatmak gibi bir derdim yok. Onunla mı uğraşacağım? Hayat çok kısa! Hiçbir kız arkadaşımla kolay kolay kavga da etmem, bana çok komik geliyor.



Bence kavga etmek de ilişkide olma biçimidir, iki insanın birbiriyle aslında ilgilendiğini gösterir. Aksi halde kimse kimseyi umursamadan yaşıyor demektir benim için...
Bana çok komik geliyor, gülüyorum zaten kavga ederken. Bir kere söylüyorum fikrimi, düşüncemi o dinlemek istemiyorsa dinlemiyor. Niye onu zorlayayım bir şey anlatmak için? Sevmiyorum tartışmayı. İster dinler, ister dinlemez.

Karakterinizin hangi yanını bastırmaya çalışırsınız?
Fazla açık sözlü olmak galiba. Her aklıma geleni söylememeye çalışıyorum ama yine de tutamıyorum. Bazen bu filtresizlik zor durumda bırakabiliyor beni. Hele de bu mesleği yapınca sürekli rol yapmamız gerekiyor, o yüzden bu özelliğimi bastırmam gerekiyor sanırım. Çünkü bu sektörün içinde olan insanlar bunu görmek istemiyor aksine sürekli rafine birini istiyorlar. Dışarıdan bize bakanlar da kendi istedikleri gibi görmek istiyor seni. Bir obje bir mal gibi yaklaşıyorlar. Örneğin, Instagram’da bana, ‘Saçını kes, şöyle ol, böyle ol’ diyorlar. Bunu hiç anlamıyorum, tanımadığım insan neden benim dış görünüşüm hakkında yorum yapıyor. Ne münasebet!

İkili ilişkilerinizde de bu kadar açık sözlü ve direk konuşur musunuz?
İnsanlar bazen bazı şeyleri duymak istemiyorlar. Ben de aklıma gelen her şeyi söylemem gerektiğini düşünüyorum.

Bu kadar realist olmak ilişkilerinizde romantik ya da duygusal olmamak gibi suçlamalarla karşılaşmanıza neden oluyor mu?
Oluyor tabii ki... Ama bence dünyanın en saçma şeyi şu cümleyi duymak; ‘Beni mutlu etmiyorsun.’ Sen mutlu olursan ben seni sevebilirim. Sen mutsuzsan eğer ben seni nasıl seveyim? Herkesin hayatının merkezinde kendisi olması lazım, başka birini o merkeze koyup da o sorumluluğu kimseye yüklemeye hakkımız yok. Sevgi öyle bir şey değil... Birini sadece seversin. Daha saf bir şey sevgi. O insanı olduğu gibi sevmekle alakalı bir durum. Benim hayatta hiç kimseden hiçbir beklentim yok. Tek beklentim birlikteyken iyi vakit geçirmek. Daha ilerisi yok. Yan yanayken iyi hissetmek bence yeterli. Şunlar da çok saçma geliyor; bir şeye ihtiyacı var mesela ve bunu sana söylemiyor. Anlamayabilirsin, herkesin düşündüğü bir ton şey var ve anlamadığın için tavır yapılıp trip atılması son derece şımarıkça bir davranış. Halbuki; ‘Sevgilim şöyle bir sorunum var, bana yardım eder misin?’ dese sonuna kadar yardım ederim. Anlamıyor olabilirim, o benim anlayışsızlığım da olabilir ama bana sıkıntı söylenmedikçe karşımdaki de mutsuz oluyor.



Kendi kendinize koyduğunuzu düşündüğünüz en büyük engel ne oldu?
Ben hep tercihlerimi yaşadım. Kariyer anlamında hiçbir zaman oyunculuğun getirdikleri kısmını gerçekleştiremeyeceğim. Bunun bana bir engel oluşturduğunu da düşünmüyorum. Böyle mutluyum. Açık konuşmak gerekirse, işin hokkabazlığını yapamıyorum.

Sıkıntılar karşısında nelerden güç alırsınız?
Sıkıntıyı yaşamaktan. İlişkilerde özellikle şu çok komik; iki tip insan var: Sevgilisinden ayrılmaya çalışırken sürekli onu kötüleyerek kendini ikna etmeye çalışan tipler. Ben de tam tersine sevdiğim kişiden ayrılmanın bütün üzüntüsünü sonuna kadar yaşıyorum, sonra bitiyor, geçiyor. Bu daha doğru ve daha ahlaklı bir tavır bence diğerinden. Çünkü eninde sonunda vakit geçtikçe, sinirin geçince kötülediğin kişinin aslında öyle olmadığını düşünürsün ve tekrar kısır döngüye girer hayat.

Aşk size güç verir mi?
Aşk iyi bir şey. Ama ben hayatı aşk üzerinden yaşayan biri değilim. Tek başıma da güçlüyüm. Sörf yapmayı herkesten daha çok seviyorum mesela...

Sizin hayatınıza bir kadının dahil olması da çok zor...
Bana ihtiyaç duyulması hayatta en nefret ettiğim şey. Hiç hoşlanmıyorum bu durumdan. Çünkü şöyle bir durum olabilir, örneğin sevgilimle yarın akşam yemeğe gideceğim ama rüzgar çıktı. Ben dönüp kız arkadaşıma şunu diyebilirim; ‘Kusura bakma rüzgar çıktı ve benim gidip sörf yapmam lazım.’ Evet, bencilce görünüyor ama en azından dürüstçe çünkü akşam yemeğini öbür gün de yiyebiliriz ama ertesi gün rüzgar olup olmayacağını bilmiyorum.

İlişkide her durumda erkek olarak güçlü görünmek gerektiğine inanıyor musunuz? Ağladığınızı göstermekten çekinir, duygularınızı saklar mısınız?
Olur mu öyle şey? Neden çekineyim? O duygularını göstermekten çekinenler sopa yutup yürüsünler o zaman. Kimden neyi saklayayım? İnsani bir durum o yani, çok da normal. Ama bir de bunun tam tersi var, abartıp her şeye ağlayanlar... Onlar da çok komik oluyor. Ya çok yukarıda ya çok aşağıda yaşanmaz hayat, ortada bir yerde takılmak lazım. Yoksa gerçekten büyük üzüntülerin ve büyük sevinçlerin bir değeri kalmıyor.



Sizce idare etmesi zor bir adam mısınız? Karşınızdakine işleri kolaylaştırmak için kendiniz hakkında bir ipucu verseniz, ne derdiniz?
Evet. Kesin. Çünkü çok gamsızım, duygular abartılınca gülüyorum insanların yüzüne. O yüzden bayağı zor bir yapım var, karşımdaki kendini kesebilir öyle pozisyonlarda. Çok zorum yani. Annem de çocukken; ‘Kendimi öldüreceğim’ derdi. İpucu olarak şunu derim; ‘Rahat ol! Benden beklentin olmasın.’ Çünkü benim kimseden yok, yan yanayken iyi olalım, bir şeye ihtiyacımız olduğunda birbirimize yardım edelim, daha da hayatta karşındakinden başka bir şey bekleyip yük bindirmeye gerek yok. Ama herkes için bunu yapmak kolay değil, farkındayım. En tahammül edemediğim şey; ‘Ne oldu bir sıkıntı mı var?’ diye sorduğumda ‘Yok bir şey’ cevabını almak. Biri böyle derse ben de çıkar gider eğlenirim. ‘Evet, canım sıkkın bana böyle böyle yaptın’ demesi gerek ki farkına varıp özür dileyeyim. Bana sorulsa söylerim derdimi. Tripten hiç hoşlanmıyorum.

Bu yapı anneden mi babadan mı geliyor dersiniz?
Babam daha ılımlı bir adam. Annem de biraz daha fevriydi. Ama artık ikisi de yaşlandı. Pamuk gibiler. Aslında annemde erkek mesleği yapan kadınlarda olan birtakım deformasyonlar var çünkü kendisi hakim, mahkeme başkanıydı. Babam da müfettişti. Şu an emekliler.

Kadınları anlamak niye bu kadar imkansız?
Kim anlamış ki ben anlayayım? Anlamaya çalışmıyorum ki! Anlatırsa anlarım. Başka türlü bir versiyonu kabul etmiyorum. İleride hır gür olacağına baştan söylüyorum. ‘Ben böyle bir şeyi hayat boyu yapamam’ dersem belki karşımdaki de rahat edecek. Bu hakkı kimse kimseden almamalı. Onun dışında kaotik, insanların gözyaşı döktüğü, kalplerin kırıldığı ilişkiler doğuyor ki bu daha üzücü bir durum bence.

Hayatınızın hangi gününü baştan sona tekrar yaşamak isterdiniz?
28 yaşını komple bir daha yaşamak isterdim. O zaman kafam bu kadar çalışmıyordu ama daha az yoruluyordum. Yarısını hatırlamıyorum ama çok güzel bir yıldı.

Şehirden kaçmak istediğinizde rotanız nereye çevrilir?
Önümde şöyle bir rota var; önce Gökçeada, sonra Çanakkale, sonra Seferihisar, Urla, Alaçatı oradan Bodrum’a, Datça’ya oradan da tekneye binip Kos’a ve Kefalos’a ve en son da Rodos’a gidip sörf yapacağım. Bu bir aylık planım.

Bir erkek olarak bakımlı olmak adına neler yaparsınız?
Saçımı tarıyorum, parfüm seviyorum, deodorant kullanıyorum, yarışmacı arkadaşlara başarılar diliyorum.

‘Asla giymem’ dediğiniz bir parça var mı?
Kısa paça pantolon asla giymem. Skinny jean de asla giymem, dünyanın en rahatız şeyi.

Bu sıralar gece yatağa yatarken farklı olmasını dilediğiniz bir şey var mı?
Bana piyango çıksın istiyorum ya. Bu işlerin hepsini bırakıp gideceğim, hayat boyu sörf yapacağım.


Pınar Altuğ ve Yağmur Atacan'ın kızları Su 15 yaşına girdi! Eşi ve kızlarıyla Mauritius'a giden Sinem Kobal'dan yeni kareler İşte Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin Osman'ı Emir Berke Zincidi 90'lı yılların yakışıklısıydı... İşte Kaan Girgin'in son hali... 'Kızılcık Şerbeti'nden yeni 2. fragman: Daha önce tanışmış mıydık Demet Şener: Sevgilime gönülden bağlıyım, evlilik şart değil