Şebnem Burcuoğlu: "Her şey bambaşka olabilirdi"
‘Kocan Kadar Konuş’ diyerek dikkatimizi çekmeyi başaran Şebnem Burcuoğlu; yeni kitabı ‘Şekerfare’ ile film dünyasının altını gerçek anlamda üstüne getiriyor, tüm ihtişamın ardında dönen maskeli baloyu komik bir dille anlatıyor.
RÖPORTAJ: ECE ÜREMEZ
FOTOĞRAF: ŞENOL ALTUN
KELIMELERININ AKICILIĞINDA KAYBOLUP KITABIN SONUNUN NASIL GELDIĞINI ANLAMADIĞIMIZ BIR YAZAR ŞEBNEM BURCUOĞLU. Yüzünüzü devamlı gülümseten bazen istemsizce kahkaha attıran bazen de bir kenara not etmek isteyeceğiniz cümleleri var. Tüm bunların yanında onun kitaplarını bu denli cezbedici kılan bir başka nedenin daha olduğunu düşünüyorum. ‘Kocan Kadar Konuş’ ile başlayan Efsun’un serüvenlerinden sonra şimdi ‘Şekerfare’ ile Şükran’ın başına gelenlere ortak oluyoruz olmasına ama aslında bu karakterler yazarın karakteriyle iç içe geçmiş durumda bana kalırsa. Keza bu sayede kendisinden bir parça bulmak ve onun yaşadıklarının izini sürmek de mümkün oluyor. O yüzden bu kadar samimi, o yüzden bu kadar yakın, o yüzden bu kadar bizden; aynı zamanda içinde olduğumuz dünyadan soyutlanmamış, herkesin başına gelebilecek talihsizliklerle sarmalanmış, hepimizin hayalini kurduğumuz aşkın peşinden koşmakta ve tüm bu karmaşanın ortasında işin komik yanını görmeyi başarmakta olan ‘gerçek’ kadın karakterlerle tanışıyoruz kitaplarında. Neden ‘çok satanlar’ listesinde en tepelere yerleştiği sorusunun yanıtı ve onun farkı da burada gizleniyor. Bu kez ise yolculuğumuz tüm pırıltısıyla karşımızda duran film sektörüne ait dev madalyonun diğer yüzünü keşfetmek üzere başlıyor. Görünmeyen ama aslında var olan o yüzünü... İşte, Şebnem Burcuoğlu’nun yeni kitabı ‘Şekerfare’ sizi bu gezegenin tam ortasına sürüklüyor. Başroldeyse 25 yaşındaki Şükran Tanay var; kendisinin binbir güçlükle binbir komik olayla baş etmesine tanık oluyoruz. Karakterin senaristlikle olan sınavına ortak olmak bir yana, içinde olduğumuz devirde başarılı olmanın ne denli güç bir süreç olduğunu da esprili bir dille deneyimlerken aşktan da nasibimizi alıyoruz. Şimdi, kelimeler de paylarına düşen görevlerini yerine getirsin diye meydanı onlara bırakalım ne dersiniz? Hayal gücünüzün hep devrede kalması dileğiyle...
Şekerfare ismi nereden aklınıza düştü?
Çocukken ailece gittiğimiz pastanede sipariş ettiğim yegane tatlıydı ‘şekerfare’. Doğrusunun şekerpare olduğunu zor kabullenmişim.
Yeni kitabınızın, ‘Kocan Kadar Konuş’un filme alınma sürecini özetlediğini söyleyebilir miyiz?
Türkiye’nin kaliteli yapım şirketlerinden biriyle iki başarılı filme imza attık. Film dünyasının içi oldukça ilgimi çektiğinden, ‘Ya her şey bambaşka olsaydı, işler sarpa sarsaydı neler yaşanırdı?’ düşüncesiyle çıkan bir kitap oldu ‘Şekerfare’. Fonunda film dünyası var. Bu işlere girip ünlü ve zengin olma hayali kuran Şükran Tanay’ın film sektörüne paldır küldür dalışını anlatıyorum.
‘Şekerfare’nin diğer iki kitabınızdan farklı yanını nasıl anlatırsınız?
‘Kocan Kadar Konuş’ serisi aşk odaklıydı. ‘Şekerfare’ ise iş odaklı. Aşk lazım ama iş de lazım, değil mi?
Bu kez de Şükran Tanay’ın maceralarına tanık oluyoruz. Peki, ondan kadın-erkek ilişkileri adına öğreneceğimiz mesaj nedir?
Şükran, film dünyasında karşısına çıkan ukala Ali’den hoşlanıyor ama bir yandan da ölesiye gıcık oluyor. Zaten aşkın bileşimi bu. Fakat işin sonunda hiçbir medet ummadığı Ali’den en büyük desteği alıyor. Hayat biz plan yaparken başımıza gelenler değil midir aslında? ‘Bundan bir cacık olmaz’ dediğimiz tipler bize yardım eli uzatmamış mıdır? Karşımızdakini tanımaya bir şans vermeliyiz, önyargılı olmamalıyız. Şükran da tıpkı Efsun gibi aslında hayallerinin peşinden giderek, ilk etapta bir erkeğin boyunduruğu altına girmeden, tek başına ayakta durmaya çalışan bir kadın.
Bu iki karakterin bu anlamda birbirine benzemesinin özel bir nedeni var mı?Zaten mücadele etmek bireysel olarak alınan bir aksiyon bence. Efsun ve Şükran karakterlerini birbirlerinden ayıran en önemli faktör yaşları. Şükran 25, Efsun ise 30 yaşında. 25 yaşındayken benim için her şey bulanıktı. Kendime bir yön çizmeye çalışıyordum ve daha çok iş odaklıydım. 30’umda ise işimdeki taşları yerine oturtur gibi oldum ve bu sefer ilişkileri sorgulamaya başladım. Bundan beş yıl sonrası için ‘Allah kerim’ diyorum.
Kitabın her satırında istediklerimizin peşinden gitmekten vazgeçmememiz, kolay pes etmememiz gerektiğine dair bir mesaj saklı. Karakterleri bir kenara bırakırsak Şebnem Burcuoğlu gerçekte bu anlamda nasıl biri?
Hayallerimin peşinden soluksuz koşarım. Peki, her hayalim gerçekleşir mi? Tabii ki hayır. Ama en azından çabalamış olurum.
Yazarlık ve senaristlik arasındaki en belirgin fark ne?
Ben yazarım, senarist değilim. Senaristliği ancak tecrübe ettim diyebilirim. Kocan Kadar Konuş’un senaryosunu yazarken kitabımın da film kafasında olması çok işime yaradı. Başka bir yapım şirketine yazdığım senaryo da Türkiye’nin büyük kanallarından birine satıldı, inşallah yeni sezonda izleriz. Kitap yazarken hayal gücü ve kelimeler size hizmet ediyor. Senaryo yazarken ise hayal gücü ve kelimeler görselliğe hizmet ediyor.
Kitap yazma sürecinin sizce en zor yanı ne?
Karakterleri içselleştirmek. Mesela ‘Şekerfare’deki Şükran Tanay’la uzun süredir beraber yaşıyoruz. Yazdığım karakterlerin çıkış noktası ben olsam da kısa bir süre sonra kendimi onların yerine koymaya başlıyorum. Başka türlü gerçekçiliği yakalayamam.
Bu süreçte dünyayla olan bağlantınız ne ölçüde kesiliyor?
Benim için yazmak terapi gibi bir şey. Yazarken yalnız kalmayı tercih ediyorum. Bu esnada kendi hayatımda illa ki milyon tane problem çıkıyor. Onları çözüyorum, çözemiyorum fakat elimden geldiğince işime odaklanmaya çalışıyorum. Mesela ‘Şekerfare’nin sonlarına gelirken babam çok ciddi bir rahatsızlık geçirdi ve aylarca hastanede yattı. Ben de bilgisayarımı aldım, onun başında beklerken yazdım son bölümleri.
Hakkınızda yapılan, duyduğunuz en garip eleştiri ne oldu bugüne dek?
Bu işlerden çok para kazandığım, ki kazanmadım. Daha önce kurumsal bir işim vardı, kendi geçimimi sağlıyordum. Şimdi sadece kulvar değiştirdim. Her birimiz gibi hayat mücadelesi veriyorum.
Dünya edebiyatı klasikleri içinden en sevdiğiniz karakter kim?
Tolstoy’un ‘Anna Karenina’sı. Bir kadın gerçekten aşık olduğunda sınırları işte böyle gözü kara bir şekilde zorlar.
Peki, aşktan ne haber? Bir yazar olarak sizin aşk tanımınızı alabilir miyiz?Dediğim gibi, 30’umdan sonra aşk tanımım değişti. Belki annem gibi konuşacağım ama esas olan hayatı paylaşabileceğin birini bulmakmış. Dengemi yerle bir eden aşklara anlamlar yüklemiştim. O zamanlar öyleymiş. Artık huzur istiyorum.
Aşıkken hayat size nasıl gözükür?
Boyum sanki 1.80 olur. Yükselirim. E haliyle düşüşü de fena oluyor.
Bir gün sizin dilinizden tutku dolu bir aşk romanı da okuyacak mıyız dersiniz?Bakın iştahımı açtınız şimdi.
‘Kürk Mantolu Madonna’ ve Sabahattin Ali’ye olan düşkünlüğünüzü biliyoruz. Onun dışında okumaktan en keyif aldığınız yazar ve kitap hangisi?
Yazar ve şairlerden Cemal Süreya, Murathan Mungan, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı sayabilirim. ‘İsyan Günlerinde Aşk’, ‘Masumiyet Müzesi’ ve ‘Şibumi’ aklıma ilk gelen kitaplar.
Bundan sonra sırada gerçekleştirmeyi dilediğiniz ne var?
Sevdiklerim sağlıklı bir halde yanımda olsun istiyorum. Bundan daha büyük ne dilenebilir ki?