Uzanmışım kumsala, güneş damlar mayoma. Kum taneleri zamk gibi ayağımın altına yapışmış. Az ötede hoşlandığım çocuk. Onun az ötesine de o çocuktan hoşlanan beş kişilik erken olgunlaşmış kız grubu atmaca gibi konuşlanmış. Varsın olsun, bu işler hep kısmet. Hiç güneşe çıkmamam gereken bir saatte, tam öğlen 12’de zararlı güneş ışıkları içime içime işliyor. Varsın olsun, bu yazı esmer şekere dönüşmeden noktalamayacağım. Eşek kadar çocuk havuzu olmasına rağmen küçük çocukların hepsi büyük havuzunda tepinip etrafa su sıçratıyor. Üstüme inen her damlayla irkiliyorum. Varsın olsun, çocuktur. Tam bu güzelliklerin ortasında, tam gevşemişken tiz bir sesle irkiliyorum, ‘ŞEBNEEEEEMMMMM!’
GÜZELDİ BE YAZLIK
Canım annem benim. 10-15 yaş arası yazlıkta geçen tüm keyifli zamanlarımı bir çalar saat gibi böldü hep. Tam güneşlenme havasına girerim, yattığım yerden karga tulumba kaldırıp “Islak mayoyla güneşin altında yatma demedim mi?” der. Eve varınca da bahçedeki hortumu elime tutuşturur ayağıma yapışan kumları temizlemem için. Tam akşam eğlencesi başlar, arkadaş grubumun içine dalıp eve çağırır. Yazlık sitemizin diskosuna gidebilmek bir kere nasip olmadı. Hep bir bölünmüşlük, bir yarım kalmışlık. Varsın olsun, güzeldi be yazlık.
JULIA, JULIA!
St. Tropez’yi ilk ziyaretim. Arkadaşlarla arabadayız ve plaja gitmeye çalışıyoruz. Şu anda dışarısı cayır cayır yanıyor. Arka koltukta omzuma astığım hasır çantamla bütünleşmiş halde oturuyorum. Neyse ki araba klimalı. Allah bu klimayı icat edenden razı olsun. Varacağımız plajın tabelasını nihayet görüyorum, Club les Palmiers. Fakat varamıyoruz çünkü önünde araç kuyruğu var. Derken arabada bulunan arkadaşlarımın bana verdiği yetkiye dayanarak içeride yer kapmak üzere arabadan iniyorum. Rezervasyon yaptırdık fakat bu devirde kimseye güven olmaz. Arabadan inip koşar adım plaja doğru yürüyorum. Kapıda duran modellik ajansından fırlamış güler yüzlü kıza ismimi söylüyorum. İçeri adım atmaya hazırlanırken kız diyor ki “Öyle bir isim yok”. “Var!” diyorum, “Ben kaç yıldır kullanıyorum!” Vardı yoktu derken, ismim Fransızlara zor geldiğinden takma isimle rezervasyon yaptırdığım aklıma geliyor. Hemen geri vitese takıp sevimli bir ifadeyle “Ay pardon, Julia, Julia!” diyorum. Julia’yı buluyoruz. İçeri geçiyoruz.
ŞEZLONG SAVAŞLARI
Ortam paintball sahası gibi. Vurulmadan ve birinin eline ayağına basmadan aralardan geçip kumsala ulaşıyoruz. Elime tutuşturdukları havluları şezlongların üzerine atıp üç şezlongun üzerine birden çaprazlama yatıyorum. Maazallah bizimkiler gelmeden biri kapar falan. Neyse, arkadaşlarım da görünüyor ufukta. Her birimiz ait olduğumuz şezlonga geçiyoruz. Denize bakıyoruz.Yüzecek alan kısıtlı. Kumsalda yürüyecek alan da kısıtlı. Bu plajın hemen yanı o ünlü Bagatelle Beach. Çok ünlü olduğu için oraya gitmedik dersem inanmayın, yer yoktu. Bir de buraya gelirken yol üstünde Nikki Beach vardı. Oraya da gitmedik. Çünkü ismini ‘beach’ koyan bu plajın denizi yokmuş, sadece havuzdan ibaretmiş. Hayır, neden insanların duygularıyla oynuyorsunuz ki?
GAZLI MI, GAZSIZ MI?
İşin özü, iki gıdım deniz göreceğim, güneşleneceğim diye arabaya binip bu çileyi çekmeye değer mi? Değmez. Açık söyleyeyim, arkadaşlar istemese ben plaja gelmezdim. Mis gibi otururdum otelde. Villa Marie’de kalıyoruz. Merkeze uzak, yeşillikler arasında sempatik, kafa dinlemelik bir otel. Bizimkiler su sipariş etmeye çalışırken garson kız art arda sorular soruyor ‘Gazlı mı, gazsız mı, şöyle mi böyle mi?’ diye. Suyla ilgili bu kadar soru soruyorsa yemek kısmında neler yaşayacağız kim bilir. Sadece su istiyoruz yahu, bir bardak soğuk su! Denize girmek, güneşlenmek, tatil yapmak ne kadar kolaydı bir zamanlar. Şimdiki yaz tatilleri maşallah sudoku gibi. Gözlerimi kapıyorum ve küçükken gittiğim kendi halindeki yazlık sitemi özlemle anıyorum. Keşke sağ taraftaki çalıların arkasından annem çıkıp ‘ŞEBNEEEEEMMM!’ diye bağırsa. Ona bile razıyım. Sevdim seni St. Tropez. Fakat plajlarını değil, meydanda sabahın erken saatinde kurulup öğlen vakti toplanan pazarını sevdim. Kalabalıktan uzak kuytu köşelerdeki minik butiklerini, akşamüstü Hotel Ermitage’ın ve La Pinede Hotel’in terasında güneşi batırmayı sevdim. Hep diyorum ya yeni bir yer, taze bir nefes demek. İyi geliyor insana.