Partnerine saygı gösteren, değer veren ve kadını kısıtlamanın önceki nesillerin ‘erkeklik’ tanımına denk geldiğini ayırt etmiş erkekler, mükemmellik kıvamına yaklaştığını düşünüyor, ama partnerinin ‘sen beni sahiplenmiyorsun!’ suçlamasıyla karşılaşınca allak bullak oluyor.
O kadar da karışık değil aslında. Nasıl mı?
Yeni nesil evliliklerde, kadınlar özgürlük istiyor. Annesi, teyzesi gibi ezilmek istemiyor. Ne giyeceğine, kiminle nereye gideceğine ve kaçta eve döneceğine müdahale ettirtmiyor. Ayakları üzerinde duruyor ya artık kadın, iş yemeklerine, seyahatlerine karışıp, kariyerine engel olacak bir erkeği kabullenmiyor. ‘Tek taşımı kendim aldım’ dillere marş olduktan sonra, ‘kaça aldın, niye aldın?’ teranelerine katlanamıyor. Tatiline de gidiyor, içmeye de çıkıyor. Kendisine engel olmayan, eve tıkmaya çalışmayan erkeğe modern, velilik yapmaya çalışanına geri kafalı diyor.
Her şey iyi güzel de, hayat böyle sürüp giderken bir noktada kadın, ilişkide neyin eksik olduğuna takılmaya başlıyor. Düşünüyor, düşünüyor ve eksiği keşfediyor. “Beni sahiplenmiyor” diyor.
Çünkü erkek, hayat arkadaşından ziyade, ev arkadaşı olmuş. Harcamalar ortak, şartlar eşit. Hayran olduğu güçlü erkeğe sığınma, korunma içgüdüleri yüzeye çıkan kadın, bakıyor ki ne hayranlık var ne de korunma. Bu durumdan, öncelikle kadının libidosu yara alıyor. İlişkide tutku sönüveriyor. Erkekse şaşkın. Ne cinsel hayatlarının neden balon gibi söndüğünü ne de kadının sahiplenmek dediğinin ne olduğunu, anlamıyor.
Erkeklerin anlamaması çok normal çünkü kadın bile zihninde tam olarak toparlayamamış ki bu olguyu. Tariflemeye çalışırken kadın bile zorlanıyor. “Babam annemi sahiplenirdi” diyor mesela. Derine indiğinizde algı karışık. “Babam annemi kıskanırdı da. Mesela giyimine çok karışırdı. Mini eteği bırak, pantolon bile giydirtmezdi. Annem her gideceği yer için izin alırdı babamdan. Komşuya bile habersiz gidemezdi. Annem çok ezdirdi kendini” diye devam ediyor. “Ama babam da annemi çok severdi, sahiplenirdi.”
Kendi ilişkisine baktığında, giyimine karışan, attığı adımın hesabını soran bir erkeği, elbette istemiyor. “Ama sahiplensin” diyor. İyi de nasıl olacak o iş? Bu bir paket mi? Ya sahiplendiğini kısıtlayarak gösterecek ya hiç mi? Değil elbette. Dinleyin.
Kadınlar, “Eşinizin/sevgilinizin sahiplendiğini nasıl hissedersiniz?” sorusuna farklı cevaplar veriyor...
“Beni bunaltmasın elbette ama arada bir kıskandığını hissettirsin istiyorum. ‘Bu bluzu giyme’ demesin ama arada bir kaşıyla gözüyle yakan açılmış, diye işaret etsin mesela. Ben bileyim ki gözü üzerimde, beni kıskanıyor.”
Bengü, 33/Bankacı
“İş için yolculuğa çıkıyorum. İstiyorum ki bir arayıp sorsun, sağ salim vardım mı emin olsun. Aramadığında beni aklına bile getirmiyor, umursamıyor diye düşünüyorum.”
Yağmur, 27/Satış Temsilcisi
“Eşim işi dolayısıyla sık sık seyahate çıkar. Her akşam mutlaka arar ama ilk sorusu ‘Çocuklar nasıl?’ olur. Onlardan haber almak için beni arıyor gibi geliyor bana. Bir kere de ‘Sen nasılsın, günün nasıl geçti?’ diye sorsa... Ya da beni özlediğini söylese iyi olur.”
Nesrin, 36/Ev Hanımı
“Yok, ben artık sahiplensin falan istemiyorum. Eşim kredi kartı ekstrelerimi inceleyip hesap sormayı, telefonumu karıştırıp o kim, bu kim diye sorgulamayı sahiplenmek sanıyor. Gardiyana değil, ona ait olduğumu hissettirecek bir erkeğe ihtiyacım olduğunu anlamadı gitti. ‘Gün içinde bir kere ara, beni düşündüğünü bileyim’ diyorum, o telefonu açıp, ‘Kimle yemek yiyorsun, yanında kim var?’ diye soruyor. Vazgeçtim artık, sahiplenmesin.”
Yasemin, 42/Banka Müdürü
İşin özeti, kadınlar erkeğin kendilerini düşündüğünü, merak ettiğini ve kıskandığını hissetmek istiyor. Ama başka erkeklerin bakışlarından tedirgin olup kadını kısıtlamasın, kadını varlığıyla korusun, sahiplensin istiyor. Arada bir ‘aklımdasın’ desin, özlediğini hissettirsin ama bunaltmasın, engellemesin. ‘Oraya gidemezsin’ demesin, ama ‘Seni ben bırakırım’ desin. Kadına özel hissettirsin. İlgilensin, sorsun ama sorgulamasın istiyor.