Seyahat: Komşuda yaz! Atina, Korfu, Paxos
Yaz tatili planınızı yaptınız mı? Henüz plan yapmadıysanız eğlenceli gece hayatı ve tarihi dokusuyla Atina’yı Oben Budak’tan; cennet koylarıyla ekranlardan aklımıza süzülen Korfu ve Paxos adalarını ise Zeynep Atılgan Boneval’dan dinlemelisiniz.
Yaz tatili planlarınızı henüz yapmadıysanız, eğlenceli gece hayatı ve tarihi dokusu ile Atina; Netflix’te yayınlanan Maestro in Blue dizisi ile aklımıza giren cennet koylarıyla Korfu ve Paxos adaları komşunun bu yaz için en iyi tatil rotaları arasında. Paxos ve Korfu’yu yolculukterapisi.com yazarı Zeynep Atılgan Boneval, Atina’yı ise dört yıldır orada yaşayan gazeteci Oben Budak sizler için kaleme aldı.
ZEYNEP ATILGAN BONEVAL
yolculukterapisi.com
Yunan’ın en yeşili: Korfu Adası
İyon Denizi’nde en kuzey Yunan adası olan Korfu; yüzlerce yıllık dev zeytin ağaçları, selviler, çamlar, okaliptüsler ile tüm Yunan adaları içinde en yeşil ve en geniş flora ve faunaya sahip ada.
Yer çekimi kanunlarına aykırı bir şekilde tepelerden denize kadar dimdik inen bu dev ağaçlar, gerçekten de şaşırtıcı bir manzara sunuyor. Neredeyse araba yoluna geçit vermeyecek kadar dik bir eğimde kayalardan nasıl fışkırdıklarına ve yaşam bulup büyüdüklerine hayret ediyorsunuz. Deniz boyunca kıvrıla kıvrıla ilerleyen tepelerin arasına sıkışmış irili ufaklı koyları denizden seyrettiğinizde ise lacivert deniz, koyu yeşil ormanlar ve masmavi gökyüzü ile olağanüstü bir doğa buluşmasına şahit oluyorsunuz. Zaten karadan gittiğiniz daracık virajlı yollarda, ağaçlardan aşağıdaki denizi ve koylardaki minik köyleri görmeniz mümkün değil.
Adanın en güzel manzaralarına nazır konumlanmış bu zeytin ve selviler, sanki Korfu’nun en çok keyfini sürenler. Ada, özellikle yaz aylarında turist kafileleri ile biraz fazla kalabalık oluyor. Korfu’nun daha sakin ve bakir kalabilen köşeleri elbette ki var. Yüksek dağların denize dimdik indiği kuzeydoğu kısmı, arabalara bile zar zor geçit verdiği için tepelere tünemiş muhteşem manzaralara nazır tarihi evleri ve deniz kıyısında ufacık balıkçı köyleri ile turist kalabalıklarına da geçit vermemiş. Adanın ortasında batıda yer alan Paleokastritsa sahilleri de denize dimdik inen tepelerin arasında arabaların bile ulaşamadığı koyları ile nispeten bakir kalmayı başarmış bir bölge.
Korfu’nun doğasına, mimarisine ve mutfağına Venedikliler damgasını vurmuş. 1386’dan 1797’ye kadar adaya hükmeden Venedikliler, 1623’te zeytin ekilmesi için adalılara teşvikte bulunmuş. Çok nadir budandığı için bildiğimiz zeytin ağaçlarına göre çok daha uzun ve büyük olan bu yabani zeytinler sayesinde ada, dev bir zeytinliğe dönüşmüş. Venedik mimari etkisini görmek için -her ne kadar turist kafileleri ile kalabalık olsa da- Kerkyra yani Korfu eski şehrini ziyaret etmeye değer. Arnavut kaldırımlı daracık labirent sokaklarındaki pastel renkli tarihi taş evleri, muhteşem manzaralar sunan eski ve yeni kalesi ile görülmeye değer bir hazine. ‘Kantounia’ ismi verilen bu daracık sokaklar ve geçitler, pastel renkli taş binaları, pencereden pencereye uzanan iplerindeki çamaşırları, renk renk ahşap kepenkleri, minik Juliet balkonlarından sarkan sardunyaları, muhteşem ahşap kapıları, ufacık meydanındaki minik kiliseleri ile saatlerce kaybolmak isteyeceğiniz keyifli bir labirent. Eski şehrin bir ucunda 13. ve 15. yüzyıllar arasında inşa edilmiş Palaio Frourio, yani eski kale; diğer ucunda ise 1576-1589 yılları arasında inşa edilmiş Neo Frourio, yani yeni kale yer alıyor. İkisi de ziyaret edilebiliyor ve tepelerinden nefis eski şehir, Korfu koyu ve karşıda yer alan Arnavutluk sahilleri manzaralarını sunuyor.
Ada, Venediklilerden sonra 1797’de Fransızlar, Türkler ve Rusların; ardından tekrar Fransızların ve 1814’te İngilizlerin himayesi altına girmiş. 1864’te ise Yunanlara devredilmiş. Dolayısıyla her kültürün izini görmek mümkün. Eski şehirden eski kaleye uzanan Spianadha isimli yürüyüş yolunun sonundaki Liston bölgesi, 1807’de Paris’teki Rue de Rivoli’yi örnek alacak şekilde Fransızlar tarafından tasarlanmış. Kafeler, dükkanlar ve restoranlar ile keyifli bir kemerli çarşı. Eski kalenin önünde bir kriket sahası yer alıyor. Bu da İngilizlerin etkisi. Edward Lear’ın resmettiği, Durrell kardeşler ve Henry Miller’ın yaşadığı ve yazdığı, Tennants, Mandelson, Rothschild’un muhteşem malikanelerini barındıran Korfu’yu İngilizler eskiden beri çok seviyor. Adanın diğer iki kültürel hazinesi ise Mon Repos ve Achilleion sarayları. Eski şehrin hemen çıkışında yer alan Mon Repos, hem Yunan hem de İngiliz asilzadelerine ev sahipliği yapan bir saray. Bahçesinde iki tapınak, bir plaj ve tarihi bir tiyatro yer alıyor. Biraz daha güneyde Gastouri köyünde yer alan Achilleion sarayı ise 1890’da Rokoko stilinde Avusturyalı bir imparatoriçe tarafından inşa ettirilmiş.
Korfu’nun yerel halkı ile tanışmak ve lezzetlerini tatmak istiyorsanız; Perithia, Agios Markos, Spartilas, Epikepsi, Peroulades, Pagi gibi birkaç tarihi köyü ziyaret edebilirsiniz. Glyfada ise ada yerlilerinin tercih ettiği favori plaj. Adanın kuzeyinde yer alan Sidari’deki Canal d’Amour, denize doğru uzanmış kayaların oluşturduğu bir kanyon ve gerçek bir doğa harikası.
Doğu’da Benitses ve batıda Agios Gordios’tan aşağıya doğru uzanan adanın güney bölgesi ise kalabalıkları ve eğlenceyi sevenler için uygun bölgeler.
Korfu’unun sunduğu güzellikleri yaşamak için size iki tavsiyem var: Bir tekne kiralayarak adayı denizden keşfetmeniz ya da kuzey doğusunda Barbati ile Agios Stefanos arasındaki bölgede bir ev kiralayarak konaklamanız. Eğer bu bölgede konaklıyorsanız, virajlı yollarda yorulmak yerine bulunduğunuz koydan kiralayabileceğiniz 30-60 beygirlik ufak tekneler ile denizden koyların keyfini çıkarmanız çok daha keyifli bir seçim. Aynı durum Paleokastritsa kıyıları için de geçerli. Kıvrıla kıvrıla ilerleyen ve araçlara geçit vermeyen ufacık koyları, denizden keşfetmenin keyfi apayrı.
En gizli kalanlar: Paxos ve Anti-Paxos adaları
İyon adaları arasında en bakir ve gizli kalmış Paxos ve gölge adacığı Anti-Paxos; turkuaz, camgöbeği, lacivert, safir, su yeşili, zümrüt renkleri ile mavi ve yeşilin tüm tonlarını sergileyen denizi, saklı koyları, gizli kumsalları, zeytin, çam ve selviler ile yemyeşil doğası, sarp kayalıklarından enfes gün batımları ile gerçek birer cennet. Ana karaya ve Corfu adasına bu kadar yakın olup, hala bu kadar sade ve yalın kalabilmiş olması mucize olan bu ufacık iki ada, turist kafilelerinden uzak muhteşem bir doğa ve deniz tatili adresi.
Antik Yunan mitolojisine göre Poseidon’un aşık olduğu su perisi Amphitrite ile sevgilerine barınak olması için Korfu’dan koparıp ayırdığı Paxos, batıda kıvrıla kıvrıla ilerleyen sahil şeridinin arasına sıkışmış ufacık korunaklı koyları; doğuda sarp kayalıklar, kanallar, deniz mağaraları, tüm adayı kaplayan yaşlı zeytin ağaçları, çamlar, sedirler, selviler ve araya sıkışmış birkaç köy ile doğanın lütfundan nasibini epeyce almış bir ada. 19 kilometrekare büyüklüğündeki bu ufacık ada, Korfu’nun sadece 14 kilometre güneyinde ve hızlı feribot ile bir saat uzaklıkta olmasına rağmen havalimanı olmaması ve çok az feribot seferinin uğraması sayesinde kitlesel turizme kurban olmuş Korfu ve diğer İyon adalarına göre çok daha sakin ve doğal.
Venedikliler tarafından dikilmiş 16. Yüzyıl’dan kalma dev zeytin ağaçlarının güneşte parlayan gümüş yeşil yaprakları arasında denizi selamlayan taş evler ve villalar, İtalyan ve Yunanlı sanat, tasarım ve modacı, medyacı ve armatörlerin gizli yazlık adresi. Doğal korunaklı limanları sayesinde yelken ve yatçılar için de harika bir durak olan Paxos’ta, özel tekneleri ile gelen müdavimler ve villa sahiplerine yıllardır hizmet ederek gelişen restoran, plaj ve barlar ıstakozlu, midyeli ve deniz mahsüllü makarnalar gibi sofistike lezzetler sunuyor ve beklentinizin çok ötesinde rafine deneyimler yaşatıyor. Ufacık ada; otelden çok kiralık villa, süit ve daire ağırlıklı bir konaklama ağına sahip. Bu sebeple az sayıda turist kalabiliyor. Kafileler ile gelen turiste hitap etmek üzere ucuz, avam ve seri üretim kimliğine bürünmüş diğer İyon adalarının aksine kalabalık ve gürültüden uzak kalıp; otantik kimliğini, ada huzuru ve ruhunu korumayı başarıyor.
İster kiraladığınız bisiklet, motosiklet, ATV veya araba ile karadan; isterseniz de tekneler ile bir veya iki günde her köşesi keşfedilebilecek Paxos ve Anti-Paxos, büyüklüğü ile sizi ezmeyip ‘siga siga’, yani yavaş yavaş ada zamanına geçmenizi sağlıyor.
Rüzgarsız ve dalgasız bir dönemde Paxos’taysanız, adanın etrafındaki kayalık ve mağaraların keyfini çıkarın.
Adanın merkezi olan ‘U’ şeklindeki Gaios kasabası, tam karşısında yer alan Agios Nikolas adacığının bir yapbozun tamamlayıcı parçası gibi kasabayı koruması sayesinde, rüzgar ve dalgalara karşı doğal korunaklı bir marinaya dönüşmüş. Bir yanda dizi dizi sıralanmış Venedik stili pastel renkli 1-2 katlı evleri; diğer yandan yan yana sıralanmış yelkenli ve yatlar selamlıyor. Kafeler, tavernalar, teknelere hizmet veren market ve dükkanlar, Anti-Paxos’a tur düzenleyen tekneler, bisiklet, araç ve tekne kiralayan ofisler ile tüm ihtiyaçlarınızı giderebileceğiniz, ancak hala tatlı bir köy havasını koruyan bir liman kasabası. Gaios’un en rafine ve güzel restoranı tartışmasız Pan&Theo taverna. Dondurma ve krep adresi Capricio, kahve ve kokteyl adresi Libretto, Agio Nikolas adasının yeşilliklerine nazır içkinin adresi ise Porto Vecchio.
Adanın ortasında yer alan, doğuda tepeler arasına gizlenmiş doğal korunaklı bir koyda yer alan ufacık Logos köyü ise, pastel renkli şiir gibi binaları ile sevimli minicik bir balıkçı barınağı görüntüsünde. Ancak adanın en rafine ve kaliteli lezzet duraklarını burada buluyorsunuz. Vasilis Taverna; deniz mahsüllü makarnaları, ağır ateşte pişen et yemekleri, güveç lezzetleri ile Logos’un en şık adresi. Aste Doue ise biraz daha rahat ve samimi atmosfere sahip ve füme paprika, feta peynirli bruscetta, mezeler, ızgara kalamar ve ahtapot lezzetleri sunuyor. Logos civarlarında evi olan veya konaklayanların buluşma adresi ise Taxidis Bar. Hem limana hem de mendireğin diğer tarafına bakan Taxidis, bohem atmosferi ve kokteylleri ile tam bir müdavim barı.
En kuzeyde yer alan Lakka, yine rüzgara karşı doğal korunaklı bir koyda yer alan bir liman kasabası. Ancak daha çok ucuz yelken turlarının durağı olduğu için restoran ve kafeleri de daha düşük kalitede. Ancak hala sofistike birkaç alternatif bulabiliyorsunuz. Yeni nesil bir mekan olan Akis, hoş tasarımı ve modern lezzetleri ile ön plana çıkıyor. Aile işletmesi olan Arriva ise sofistike İtalyan ve Yunan füzyon lezzetleri öne çıkıyor. Geleneksel Yunan tavernası isteyenler içinse ana meydandaki Nounonias, doğru adres. Ufacık bir arka sokakta yer alan Stasinos ve kendi yemyeşil bahçesinde hizmet veren Alexandros de diğer önerilerim.
Magazia ve Ozias ise zeytinlikler ile çevrili taş evlerden oluşan ufacık tepe köyleri. Adanın en büyük sürprizi ise batıda Erimitis kayalıkları tepesinde yer alan Erimitis Bar&Restaurant. Magazia köyünden hemen sonra kıvrıla kıvrıla denize doğru ilerleyen daracık yol, tabelaları izlediğinizde sizi muhteşem kayalıklar ve denize batan güneş manzaralı gizli bir cennete getiriyor. Kayaların üzerine tünemiş bu restoranda, harika şaraplar eşliğinde ahtapot carpaccio, tabule salatası, kavunlu prosciuttolu cevizli salata, ızgara ton, karidesli linguini, istakozlu makarna yerken, nefes kesen bir gün batımı şölenine şahit oluyorsunuz. Güneşin denize batması yetmiyormuş gibi ardından geçen bir saat süresince ufuk çizgisi ve gökyüzü değişen renkleri ile adeta bir sinema perdesine dönüşüyor.
Paxos Adası’nda deniz keyfi yapmanın en güzel yolu Gaios veya Logos’tan ufak bir tekne kiralayarak koyları tek tek dolaşmak ve Anti-Paxos’a gitmek. Bağlar ve zeytinlikler ile kaplı Anti-Paxos Adası’nda yer alan Voutoumi ve Vrika plajları, kayaların arasında turkuaz sulara ev sahipliği bembeyaz kumsallar, Maldivler’de gibi hissettiyor. Voutoumi, Vrika’ya göre daha geniş ve daha az kalabalık bir koy. Tepesinde yer alan Bella Vista, gerçekten enfes koy ve ada manzaralarına nazır yemek yiyebildiğiniz harika bir aile tavernası. Anti Paxos’dan Gaios’a dönerken tam karşısındaki Agios Nikolaos adacığının koylarını ziyaret edebilir, ağaçların arasından Gaios manzaralarına nazır yürüyüşler yapabilirsiniz. Adacık, 1423’ten kalma bir Venedik kaleciğinin kalıntılarına ve iki kiliseye ev sahipliği yapıyor. Eğer tesisli plaj seviyorsanız Paxos’da çok az adres var: Logos ve Lakka’ya beşer dakika uzaklıkta Monodendri koyunda yer alan Ben’s Beach Bar&Taverna, adanın en güneyinde ufacık bir köprü ile geçilen Mogonisi adacığındaki Mongonisi Beach Restoran&Otel ve Carnayo Bistrobar, Logos’un yanı başında yer alan Levrechio koyunda ise Taverna Bouloukos. Eğer ‘ıssız plaj severim’ diyorsanız Kipiadi, Balos ve Ozias koyları sizin için biçilmiş kaftan. Genelde Paxos koyları çakıl taşlı bir plajlara sahip. Yürümek ve denize girmek için bir deniz ayakkabısı faydalı olabilir. Rüzgarsız ve dalgasız bir dönemde Paxos’daysanız, adanın etrafını tekne ile dönüp, vahşi kayalıklar ile örülmüş batı kıyılarındaki mağara, yar ve kayalıkların keyfini çıkarabilirsiniz.
Adaya ulaşım, Atina üzerinden Korfu uçak seferleri ve ardından Korfu’dan 1 saatte Paxos’a ulaşan hızlı feribotlar ile mümkün.
Tanrıların şehri: Atina
Dünyanın en eski uygarlıklarından birine geldiğinizi unutmadan girin bu şehre. Merkeze gelince sizi sarıp sarmalayan pozitif enerji sakın şaşırtmasın. Acropolis, boşuna şehrin ortasında durmuyor.
Genelde çok karşılaştığım bir konuşmadır: “Adaları biliyorum ama Atina’ya hiç gelmedim!” Çeşme ya da Bodrum’dan rahatlıkla geçilen Yunan Adaları yüzünden Yunanistan’ın başkenti, biraz geri plana itilmiş, buraya taşındığım zaman anladım. Ama son senelerdeki yükselişi bir türlü durmuyor. Sonuçta ‘Tanrıların Şehri’ burası, kim önünü kesebilir ki?
Bir kere şehir merkezinde neredeyse her yer yürüme mesafesinde. Tarihi mekan gezebileceğiniz Acropolis semti ile yorulduğunuzda uzo içip Yunan mezeleri deneyeceğiniz Plaka semtinin arası 6-7 dakika. Hal böyle olunca merkezde kalıp, her yere yürüyerek gitmek en mantıklı hareket. Atina’dan adalara gitmek çok kolay ama gelmişken anakaranın tadını çıkarmak en iyisi. Şehrin neredeyse tamamı Eski Beyoğlu’nu hatırlatıyor. Eski doku, metrolarda bile karşınıza çıkan grafitiler ve güler yüzlü insanlar. Hepimizin eski hatıralarını depreştiren bu sokaklarda dolaşmak o yüzden iyi geliyor. Nereye giderseniz lezzetli bir şeyler yiyorsunuz burada. İstanbul’da iyi para ödemek zorunda kaldığınız bir sürü şey Atina’nın standardında var. Malzemeden çalan mekana çok az rastladım. Burada yaşayacağınız tek sorun sıcak olabilir. Temmuz ve ağustos aylarının bazı günlerinde nem fazlası üzerinize basıyor. Ama o haliyle bile İstanbul’daki kadar fena bir hava olmuyor. Günlük sıcaklık değişimini takip edip, nemi bol havalarda denize gidersiniz, olur biter.
Nedenini tam kestiremediğim bir şekilde birçok insan Atina’daki bazı bölgelerin tehlikeli olduğu söyler ama bunlar genelde canı tatlı insanların uydurmalarından başka bir şey değil. Evet gece gece Omonia’ya gitmek çok tekin olmayabilir ama her ülkede böyle yerler vardır, bilirsiniz. Paris’teki Belleville’den geçenler, New York’ta Harlem’in bazı gölgelerine gidenler dediğimi gayet iyi anlayacak. Bu yüzden lütfen bu her şeyi abartan kitleye takılıp, gelince sadece Kolonaki’de takılıp kalmayın. Kolonaki hemen her Avrupa şehrinde görebileceğiniz gibi standart bir zengin semti. Lüks içeriyor ama ruhu yok! Bizim Etiler-Nişantaşı tayfadan hiç farkları yok. Ama ille ‘standart bir gezi yapacağım, bana Kolanaki öner’ derseniz, tatile gelen Türklerin favori mekanı Zurbaran’a bir uğrayın. Yemekleri pek iç açıcı olmayan mekanda piyasa ve iyi müzik var. Yunan ev yemekleri tatmak isterim derseniz Okio, pizza için Cabana, deniz ürünü delileri için Barbounaki burada. Amerikan pop, yer yer disko, biraz deep house dinleyip aniden Yunan ya da Arap klasiklerine dönen bir DJ eşliğinde karmakarışık eğlence severim derseniz; Woo Woo yine bu bölgede.
Şehre ilk taşındığım 4 sene öncesinden beri favori semtim Psyri. Monastraki’nin yakınında, butikler, her zevke uygun restoranlar ve tatlı barların olduğu bir yer. Atina’nın Asmalımescit’i denebilir. Barret’tin güzel avlusunda bir şeyler içmek, Monsters Burgers & Beers hamburgerlerini tatmak bir harika. Özellikle ete en yakın tatta üretilen Beyond Burger’ları tatmanız lazım. Bölgenin en iyi barı Joan Rodriguez’de akşamüstü kıpırdanmalar başlar. Psyri’nin hemen arkasındaki Monastraki metronun yanındaki sokakta kurulan bit pazarı da hem tatil hem alışveriş diyenlerin ilgisini çekebilir. Erken saatte gitmek, iyi parça yakalamanın anahtarı. Pazarlık yapmayı da unutmayın tabii.
Taverna Lyra, lezzetli yemekleri ve canlı müziği ile klasik bir Yunan gecesi yaşatıyor.
Sıkılırsan adalara geç
Atina merkezden adalara gitmek çok kolay. Yeşil hattı alıp 20 dakikada Pire Limanı’na gidebilirsiniz. Buradan neredeyse bütün Yunan Adaları’na feribot kalkıyor. 4 saatte Mikonos’a gidilebiliyor. Ama en mantıklısı günübirlik gidip gelmek. Yakındaki adalara sabah dokuz feribotuyla geçip, akşam geri dönmek çok mantıklı. 40 dakika uzaklıktaki Hydra Adası, Leonard Cohen’in ilham adası olarak geçiyor. Adada hiç araba yok ama ufak bir ada olduğu için sorun çıkmıyor. Bazı nazlı turistler deneyim olsun diye eşek kiralıyorlar ama bu yüzyılda ‘hayvanlara acı çektiren duyarsızlar’ olarak yorumlanıyorlar. Ada diğer adalara göre biraz pahalı gelebilir. Hydra’nın üçte biri bütçesiyle keyifli vakit geçirmek için de Agistri var. 50 dakikada gidilen adanın denizi Phuket Adası’na gitmişsiniz gibi berrak. Feribot ve deniz taksi ile tüm adalara gitmek mümkün. Pire’den dönüş yolunda Kalithea’ya uğrayıp Vedat Milör’ün: “Henüz ülkemizde bu düzeyde restoran yok” kelimeleriyle anlattığı Argoura’ya da uğrayabilirsiniz.
Plajlar
Tabii şehirde kalıp beach’lere gitmek de mümkün. Plajların çoğuna giriş ücretsiz ancak genellikle şezlong ve plaj şemsiyelerinin kullanımı için ücret alınıyor. Tabii burada herhangi bir mecburiyet yok! İsterseniz sadece denize girin, herkes plajın keyfini çıkarabilir, sadece havlunuzu unutmayın! Krabo Beach ve Astir Beach, en pahalı olanları. Millet erken gidip en ön şezlongu kapabilmek için önemli bir enerji harcıyor. Ben pek bu tip kazık yerlerden hoşlanmadığım için şehre daha yakın Akanthus Summer Club’ı tercih ediyorum. Hem müzikleri hem kitlesi çok iyi. Bir yan plaj Bolivar’da ise akşamüstü partileri ve gece DJ programları ile ünlü. Gelmeden önce line-up’ı kontrol etmenizde yarar var. Atina’nın en güzel denizi ise yaklaşık bir saat uzaklıktaki Sounio’da bulabilirsiniz. Deniz seviyesinden 60 metre yükseğe yapılmış okyanusların tanrısı Poseidon’un sarayını gezmek ve bu saraya baka baka denizde yüzmek! Üstelik efsanevi gün batımında küçük tavernaların birinde oturmak benzersiz bir deneyim olacak, güvenin bana.
Şehirde zevkinize göre bir semt bulmanız da çok zor değil. Tarihi mekanları gezeyim, sonra da güzel bir balıkçı bulup oturayım derseniz Plaka size göre. Bu civardaki en güzel taverna Lyra, modernize edilmiş Yunan yemekleri ve eğlenceli canlı müziği ile klasik bir Yunan gecesi yaşamanız için ideal. Plaka, Atina’da Akropolis’ten Syntagma Meydanı’na kadar uzanan bir mahalle. Burası alışveriş yapmak için Atina’daki en iyi yerlerden biri. Ermou Caddesi, popüler mağazaların sıralandığı trafiğe kapalı bir yaya caddesi. Bana göre daha küçük dükkanlar, sevimli butikler daha eski ve daha ilginç caddeler Akropolis’e daha yakın bölgede. Anafiotika bölgesi; dar, fotojenik sokakları ve dükkanlarıyla Plaka’nın büyüleyici, eski bir bölümü.
Tarihi yer için de Akropolis’i övmesem olmasam tabii. Oraya çıkıp tarihteki ilk zeytin ağacı olduğu söylenen devasa ağacı görmek ve Atina manzarasını oradan izlemek harika olabilir. Ama bence en etkileyici Akropolis’in yakınında bulunan bir arkeolojik sit alanı olan Antik Agora. 5000 yıl boyunca pazar yeri ve toplanma yeri olarak kullanılan Agora’da bulunan Hephaistos Tapınağı, en iyi korunmuş Yunan tapınaklarından biridir. Onlarca ağacın arasında olduğunuz için kuş sesleriyle birlikte tarihi mekanda vakit geçirmenizi şiddetle tavsiye ederim.
Kısa kısa
- Modern yapıya çok rastlamadığınız şehirde, Yunan etkili modern sanat müzesi gezmek isterseniz Goulandris Çağdaş Sanat Müzesi şehrin en iyi müzesi.
- Kültür çok yakın olduğu için canınız ne çekerse bulabilirsiniz. Tavsiyem her pastanede bulabileceğiniz ıspanaklı börekten tatmanız. Zeytinyağı ile açılan börekler efsane!
- Atina’nın olayı gün batımı. Plajın bu saatlerini kaçırmayın. Şehirdeyseniz Great Bretagne Oteli’nin roof’u mükemmel ama otel mekanı! Daha pop bir yer isterseniz Los Anglais’te de benzer manzara var. Acropolis’in yakınındaki Pnyx tepesine tırmanıp, yanınızda getirdiğiniz içeceklerle güneşi batırmak da Atina’nın klasiklerinden.
- Kokteyl kültürü epey ilerde. Koukaki’deki Bel-Ray ve Baba au Rum’da kokteyl içmeniz şart. Brunch için Ermou 18’in puf koltuklarını öneririm. Akşam iyi müzik dinleyeyim derseniz Bios’un terası alternatif mekan arayanlar için çok iyi. Hem Acropolis manzaralı dans etmek de iyi kafa.