Ecem Uzun: Sınırı aşan biri

2016 yılının sonuna başarılarıyla damgayı vuran ve hülyalı bakışlarıyla çok daha fazlasının işaretini veren Ecem Uzun'u daha yakından tanımaya ne dersiniz?

Yazı: Ece Üremez
Fotoğtaf: Serhat Hayri

Kökenleri, İngiliz kraliyet aimiseninden değil Karardeniz'in bağrından geliyor diyeceğim ama fazla arabesk kaçacak. Açık söylemek gerekirse onu anlatacağım için heyecanlanıyorum. Hem sevimli hem güzel oluşu, kalemle çizilmiş gibi olan yüz hatları, derinliğinde kaybolduğunuz gözleri ve oyunculukta büyük bir artı kabul edilen minyonluğu bir yana dursun yeteneği, açıklamaları, cesur ve başkaldıran tarafı, sorgulayan ve sorgulatan yapısı, en önemlisi de heyecanı ve ışık saçan enerjisi sınırları aştığını kanıtlıyor. O yüzden sözümü başa alıyor ve sakince devam etmeye çalışıyorum. Henüz sekiz yaşındayken içindeki oyunculuk aşkının bilincine varan bir kızın hikayesi bu aslında… Bugünlerde hiç beklemediği bir yoğunluğun rüzgarından bir an olsun yorulmadan, yüzünde kocaman bir gülümseme ile savruluyor ve en sık şu cümleyi tekrarlıyor; “İşimi yapıyorum ve çok mutluyum.” Televizyon ekranlarında onu ilk kez Ülker reklamı ile görsek de kendisi sahneyle çok daha küçükken tanışıyor; “Annem beni sekiz yaşındayken tiyatroya yazdırdı. İlk rolüm Kırmızı Başlıklı Kız’dı. Ben çok içine kapanık bir çocuktum. Annemin beni tiyatroya yazdırmasının sebeplerinden biri de bu. Sahneye çıkarken çok utandığımı hatırlıyorum. Ama çıktıktan sonra oranın bambaşka bir şey olduğunu anladım. O günden sonra artık mutlu olduğum tek yer sahneydi. Bana tiyatrodan ilk kez para verdiklerinde inanamadım. ‘Biz bunun için para mı alıyoruz?’ dedim. Sahne o kadar öğretici ve güzel ki… Ailem de çok destek verdi bana, hiçbir zaman yalnız bırakmadılar. Üniversite arkadaşlarımdan duyuyorum hep aileleri müsaade etmediği için ikinci üniversite olarak tiyatro okuduklarını biliyorum. O yüzden aileme tekrar çok teşekkür ediyorum.” 27 yaşında bir ablası ve 12 yaşında bir erkek kardeşi olan Ecem Uzun ailesine çok düşkün, özellikle de kardeşlerine pek bir bağlı; “Onlarsız bir hayat hayal bile edemiyorum.” Doğma büyüme Sarıyerli olan oyuncunun mesleği hakkında çok büyük cümleleri yok, ama olmasını istemediği için yok. Onun yerine içtenliği ve aşkı var: “Çok seviyorum işimi. Oynamaya bayılıyorum. Çok mutlu oluyorum. Yeni bir proje için çalışmayı çok seviyorum. Yeni şeyler araştırmayı seviyorum. Bir role hazırlanırken o sürecin heyecanını çok seviyorum.” Sahnede olduğu zamanlarda gerçek hayatta olduğundan daha mutlu hisseden Ecem’in geçenlerde ilk kez kendine de yüksek sesle söylediği şu cümlesi beni oldukça etkiliyor; “Bu evrenin yaşam kısmı benim için sahneden daha zor.” Enteresan olansa işine o kadar aşık ki konuştukça daha da çok heyecanlanıyor ve mesleğinin nasıl özel bir yetenek gerektirdiğini unutmuş halde soruyor; “Neden herkes oyunculuk yapmıyor anlamıyorum?”

ALIŞILMIŞIN DIŞINDA
Canlandırdığı karakterlere kalpten bağlanan Ecem Uzun bu aralar Tereddüt ve Koca Dünya filmlerindeki rolleriyle adından övgüyle söz ettiriyor. Yaklaşık yedi ay arayla çektiği iki filmle aldığı ödüller ve yaşı göz önünde bulundurulduğunda bu haklı övgü daha da anlam buluyor. Tekrar belirtmek isterim, 24 yaşındaki oyuncu Antalya Film Festivali’nde Altın Portakal En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü hem ulusal hem uluslararası alanlarda aldı. Ayrıca bundan iki yıl önce Afife Tiyatro Ödülleri’nde Yılın En Başarılı Genç Kuşak Sanatçısı ödülünü de kucaklamıştı. Aslına bakarsanız, oyunculuk anlayışı da alışılmışın dışında diyebiliriz; “Rolü benimsemek diye bir şey yok. Sen istesen de istemesen de metin bedenine bir şekilde işliyor. Tereddüt’ü çekerken yönetmenimiz Yeşim Ustaoğlu bunun kendi kendimize kaldığımız zamanlarda olduğunu düşünürdüm. Ben de demlendiğim sıralardan birinde oynadığım karakter Elmas’ın annesine mektup yazdım. O süreç çok enteresandı. Yazdığım mektubu Yeşim’e götürdüm. Çok etkilendi ve evinde saklamak üzere aldı. Bana çok yardımcı olmuştu bu mektup çünkü kızın annesine söylediği cümleleri kağıtta görmek gerçekten yaşanılanları kalpten hissetmemi sağlamıştı. Koca Dünya’da ise yönetmenimiz Reha Erdem ile birebir çalışmadık. Onun sistemi başka işliyor. Reha çok naif ve alttan çalıştırdı beni, hiç belli etmeden yaptı. Rolüm üzerine hiç konuşmadık. Alışılmadık bir durumdu. Aslında çocuk filmi çeker gibiydik, biz çok eğlendik, ki özünde çok ağır bir film. Benim için okul gibiydi Koca Dünya seti. Zaten filmin senaryosunu okuduğumda da film tamamlandığında da çok etkilendim. Bir şey kalbine vuruyor adeta, sonra sızısı kalıyor.” Peki ya filmler ve verilmek istenen mesajlar hakkında neler düşünüyordu merak ediyorum; “Bir filmin bir tane mesajı yoktur. İzlediğim filmlerde mesaja takılmıyorum, bende bıraktığı hisse bakıyorum. Mesaj çok etiket geliyor bana. Hissettiğin duygularsa sana aittir. Asıl olan duygular bence, bu daha kıymetli. Koca Dünya’da mesela inanılmaz içim sızladı, kağıt kesiği gibiydi. Çok acayipti. Tereddüt’de terapi sahnesi psikolojik anlamda çok ağır ve zor bir sahneydi. Bir çocuk gelin olan Elmas’ın şöyle bir cümlesi var hatta o sahnede; ‘Kardeşim, aynı şeyi sakın ona yapmayın, o yapamaz, olmaz…’ diyor anne-babasına…” Bu noktada çocuk gelin ve çocuk istismarı konusuna da bir kez daha değinmek istiyoruz. Çünkü biliyoruz ki, çaresizliğe boyun eğmektense ne kadar çok ses o kadar iyi; “Benim bir umudum var bu konuda. Hiç bitmiyor, bitmesini de istemiyorum. Alışmak istemiyorum bu kötülüğe. Alışırsam eğer umudumu kaybederim ve nefes alamam. Bir de durum normalleştiriliyor. Bu en korktuğum şey ve bunu hepimiz yapıyoruz. Çocuk gelin ve çocuk istismarı çok sapıkça, çok çirkin bir şey. Derhal bitsin, ne olur bitsin diye her gün dua ediyorum. Bu da ülkemizde yaşadığımız diğer patlamalardan biri aslında. Korkunç. Sinirden bacaklarım uyuşuyor artık. Beddua ediyorsun, neye ediyorsun, gidiyor mu bilmiyoruz ki? Nereye gidiyor?”


YAKINLAŞTIRAN DETAYLAR
Şiir okumayı o kadar çok seviyor ki; belki de şiirin cüretkarlığı, aşkı tutulmaya benzetmesine neden oluyor. Birden çok kez aşık olmanın mümkün olduğunu düşünen ve daha önce yedi yıllık bir ilişkiden çıkmış olan Ecem Uzun’un şu anda hayatında biri yok. Aslında mevzu aşka gelince bile abartıdan uzak kalmayı başarabiliyor. Belki şiir okumayı çok sevdiğinden belki bizim bilmediğimiz nedenlerden aşkı tutulmaya benzetiyor. Yani aşkın ay tutulması kadar kısa ve etkili olduğunu anlatıyor. Duyarlılık sensörleri oldukça güçlü olan biri, sevgiyi yaşama haliyle ilgili ise şunları söylüyor; “Çok güzel seviyorum ve belki de çok fazla gösteriyorum. Bu bazen tehlikeli olabiliyor. Çok anaç davranabiliyorum. Bunun zararını görüyorum. Kendimden çok veriyorum. Bu kadara ne gerek var ki? Ne anlamsız bir şey… Sen sevmene bak sadece… Birini sevmen için birine ihtiyacın yok aslında.” Kalp yalnızlığından korkmuyor. Böyle bir korkusu varsa da henüz fark etmediğini söylüyor ve ekliyor; “Evliliğin bence yaşla da bir alakası yok, karşına çıkan insanla alakalı. Ama şu an evlilik düşünmek bile çok uzak benim için. Hiç öyle bir enerji istemiyorum hayatımda. Tatlı bir pranga da olsa benim için ağır olabilir şu an. Kalbin, aklın, sen bir yerlerde kalıyor sanki. Bu dönem hayatımda daha güzel gelişmeler oluyor.” Tam bir gece insanı olan, sabahları mutlu uyanmakla derdi olan ve kalktığı ilk anda kedisini öpen Ecem Uzun’a dair bir enteresan bilgiyi de yazının sonuna sakladım aslına bakarsanız. O gün olabilecek en tatlı şekilde şöyle demişti tüm ciddiyetiyle; “Çorapsız asla yatamam. Yazın sıcakta bile… Asla ayağım çarşafa değmeyecek. Hayatta duramam çorapsız, nasıl yatıyorsunuz anlamıyorum. Ayağımı denize bile çok zor sokarım. Elimde olsa çorapla yıkanacağım. Öyle bir hal… Daha küçük yaşlarda annem bu alışkanlığımdan vazgeçeyim diye ben uyuduktan sonra gizlice gelip çoraplarımı çıkartıyordu. Ama ben hemen uyanırdım, ayağıma çarşafın değdiğini hissederdim çünkü… Düşününce bile midem bulanıyor.” Ona bizi bir adım daha yakınlaştıran bu özelliğinden sonra, son olarak yeni yıla sayılı günler kala bu yılın en mutlu olduğu anını soruyorum; “Film bittikten ve Antalya’daki gösterimden sonra seyirciyle buluştuğum an benim için 2016’nın en keyifli ve unutulmaz anıydı. Hafızası çok zayıf biri olarak o günü hiç unutmayacağım.” İronik bir şekilde her şeyi unuttuğunu, hafızasının çok kötü olduğunu iddia etse de sıra işine geldiğinde, sahneye çıktığında ya da kamera önüne geçtiğinde, biri ona sihirli bir değnekle dokunmuşçasına hiçbir senaryo ve repliği unutmuyor oluşu da Ecem Uzun’a dair en güzel çelişkilerden biri… Yeni projeler konusunda ise son durum raporunu yine kendi ağzından alıyoruz; “Bir film için görüşüyorum şu anda. Oyun devam edecek. Okuduğum birkaç senaryo var ki aralarında dizi de var. Artık para da kazanmam lazım çünkü yurt dışı planım var. O yüzden dizi de yapmam gerek. Bir de eğer bu proje olursa sevdiğim insanlarla çalışacağım. O da beni çok mutlu ediyor.” Dizinin bir dram olduğunu çaktırmadan öğrendikten sonra adını daha çok duyacağımıza emin olduğumuz başarılı oyuncunun bir sonraki adımını heyecanla beklediğimizi buradan özellikle duyurmak isteriz. Bir de unutmadan, Ecem Uzun’un Kadir Has Üniversitesi’nden arkadaşlarıyla birlikte mezuniyet oyunu olarak sahneye koyduğu ve şimdi profesyonel hayatlarında da oynamaya devam ettikleri Lunapark adlı oyunu kaçırmamanızı tavsiye ederiz. Zira pek yakında Almanya turneleri başlayacak.


GERÇEKÇİ DURUŞ
Ayakları yere basan, kendini dengede tutan, oldukça realist biri olduğuna hayretle tanık oluyorum. Gerçek hayatta hiçbir duyguyu abartmadan yaşamayı kendine ilke edinmiş olan Ecem Uzun, bu ipucunu şu sözlerle veriyor; “Başkalarının benimle ilgili söylediklerini çok önemsiyorum ama kişisel almıyorum. Güzel sözleri de kötü eleştirileri de tabii ki duyuyorum, hepsi bende kayıtlı. Özellikle Antalya’da çok oldu bunlar; ‘Sakın kendini bozma’ diyenler çok vardı. Birileri bir şeyler söylemeye çok ihtiyaç duyabiliyor bazen yapacak bir şey yok. Zaten okulda çok direkt ve açık eleştiriler almaya, herkesten her şeyi duymaya alıştırıldığımız için buna hazırdım. Ama önemli olan aşağı çekmeye yönelik bir yerden değil, senin işine yarayacak noktadan yapılması. Hakkımda söylenenler tabii ki benim için önemli ama o kadar! Ödül almak da güzel bir şey ama o kadar!” Aslında ona bu düşünme biçimini aşılayan iki önemli insan olmuş hayatında. “Ses Koçum Susan Main şöyle demişti; ‘Hayattaki hiçbir şeyi kişisel alma.’ Yani şunu diyor; iyi ya da kötü gelen hiçbir şeyi kendi üzerine alma çünkü senin şahsına söylenmiyor, karaktere yapılıyor o yorum. Oyunculuk adına verdiği bu tavsiyeyi ben hayatıma da uyguladım. İş ya da aşk. Kişisel almamak önemli. Bir de Tuğçe Tuna’nın Şirince’deki Matematik Köyü’nde yaptığı workshop’ta bir şey öğrendim; ‘ben’ diliyle konuşmak. ‘Sen bana bunu yaptın’ demek yerine ‘Sen onu yaparken ben bunu hissettim, bana böyle hissettirdi’ demek çok önemli. İki insan arasındaki duvarları kaldırıyor. Bu iki bilgiyi hayatımın her alanına yansıttım ve bunlar hep ders sırasında çıktı.” Oyunculuğa ve yeni rollere adeta aç olan güzel oyuncu kendiyle ilgili şu itirafları bir kez daha şaşırarak yapıyor; “Benim vedalarla ilgili bir problemim var. Her filmin sonunda çok kötü hissediyorum. Güle güle deyip ayrılamıyorum o insanlardan. Yine Susan Main’in bir lafı vardır; ‘Bye bye baby’ diye. Yani hoşçakal demeyi bil, gitmesine izin ver, tutma anlamında. Diğer türlü ben çok geriliyorum. Oyunlarda olmuyor aslında, filmlerde oluyor. Bu durumu bir kere de başka bir hocam benim filmlere alışma sürecim olarak yorumlamıştı. Bir de benim kendime hiç merhametim yok. Çok yorulsam bile çekim, prova devam ediyorsak eğer ayır diyemiyorum, demek de istemiyorum. Çünkü hoşuma gidiyor. Aslında yorgun ve bitiksin durmalısın ama hayır! Hiç acımıyorum kendime, hastayken bile.” Öyle ki, Ecem Uzun, kendini geliştirmek adına imkan bulduğu her an güvenli alanından çıkması gerektiğinin bilincinde. Söz hayallere ve gelecek kaygılarına geldiğindeyse bakışları daha derinlere dalıyor; “En büyük hayalim oyunculuğa hep devam etmek ve bu coğrafyada yapmak. Ama son günlerde; ‘Ben gitsem mi?’ diye de düşünüyorum. Gidersem yoluma ya Londra ya Kanada’da devam etmek istiyorum. Eğitim almak, çalışmak, yeni metinler okumak, oyunculuk yapmak istiyorum. Yazın bu dileğimi gerçekleştirebilirim, şu an öyle bir boşluğum yok. Geleceğe dair kaygılarımsa tabii ki var ama ben bunları söylemekten de korkuyorum. Bu konuları yüksek sesle söyleyince sanki daha da büyüyormuş gibi geliyor.” O konuşurken insanı kendisiyle de yüzleştiren bir tarafı olduğunu tam bu sırada fark ediyorum. 

Pınar Altuğ ve Yağmur Atacan'ın kızları Su 15 yaşına girdi! Eşi ve kızlarıyla Mauritius'a giden Sinem Kobal'dan yeni kareler İşte Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin Osman'ı Emir Berke Zincidi 90'lı yılların yakışıklısıydı... İşte Kaan Girgin'in son hali... 'Kızılcık Şerbeti'nden yeni 2. fragman: Daha önce tanışmış mıydık Demet Şener: Sevgilime gönülden bağlıyım, evlilik şart değil