Sıradan bir tip değilim!
Engin Altan Düzyatan, bu ay hayranlarıyla beyazperdede buluşuyor.
İzmirlisiniz... İzmir'den İstanbul'a geliş hikayeniz nasıl başladı? İzmir'de para kazanamayacağınızı mı düşündünüz?
Türkiye'de oyunculuk yapıyorsanız ya Devlet Tiyatrosu'nda oyunculuk yapacaksınız ya da belli bölgelerde olmak durumundasınız. Sonuçta nerede olursanız olun, dönüp dolaşıp yine İstanbul'a gelmek durumundasınız. İzmir'de tiyatro okuduktan sonra, ben de tüm diğer oyuncular gibi buraya geldim. Aslında yurt dışına gitmeyi planlıyordum. Hollanda'da yaşayacaktım. Eski kız arkadaşımın yanına gidip, yerleşmeyi düşünüyordum. Orada Türk tiyatroları var, birine girerim diyordum. Neyse, o dönemde gelen teklif üzerine İstanbul'a taşındım.
Teklif neydi?
Türker İnanoğlu'nun ''Bizim Otel'' adlı dizi projesiydi. Mantıklı da gelmişti. Çok kısa bir süre sürdü ama bu vesile ile şehir değiştirmek daha güzel oldu. Öteki türlü, bavulumu alıp gelseydim zorlanabilirdim. Akabinde ''Koçum Benim'' adlı dizi başladı.
Oyunculuk tarzınız nedir? Dram, komedi... Hangisi daha yakın size?
Oyunculuk artık eskisi gibi değil. Tek bir oyunculuk kalıbı yok, yani. Her gün birbirinden farklı oyunculuk tipleriyle karşılaşıyoruz. Bu yüzden de kendimizi geliştirmek zorunda olduğumuza inanıyorum. İnsanın kendini geliştirmesi için ya da bir fayda sağlayamasa bile, işi için bir şeyler yapması insana iyi geliyor. Bu aralar olmasa da, günün birinde yurt dışına gidip, workshop'lara mutlaka katılacağım.
Bugüne kadar orta ölçekli dizilerde rol aldınız. Ancak birden, şansınız döndü ve tiyatro ile birlikte bir de sinema filminde rol aldınız. Hal böyle olunca, kendi kendinize ''Oldum...'' diyebiliyor musunuz?
Bu cümleyi kurabilmek gerçekten ciddi replikler ister. Bence hiç kimsenin bu cümleyi kurmamalı. Oyunculuk, yaşamla çok pararel giden bir iş. Evet, biraz daha büyüdüm ama olmadım. Borges'in bir sözü vardır: ''30 yaşına gelmeyen hiçbir erkek, erkek oldum demesin.'' İstanbul'a geldiğimde 21 yaşında ''çocuk'' suratlı bir çocuktum! Dolayısıyla o zamanlar verilen roller de, çocuk rolü oluyordu. Oyunculuk, yaşın ilerlemesiyle ve tecrübeyle çok alakalı bir şey. Her zaman öğreneceğimiz şeyler var.
''Sevgili Dünürüm'' oldukça tutan bir dizi oldu... Sırrı nedir sizce?
Yönetmeninden tüm oyuncularına, yapımcısından set ekibine kadar çok güzel bir ekiple çalışıyorum. Normalde insanlar seti çok özlemezler. Ama ben çok özlüyorum. O kadar eğleniyoruz ki, haftanın 4-5 günü görmediğim arkadaşlarımı özlüyorum. Bu gerçekten, güzel bir duygu. Başarılı olmasının sırrı bu sanırım.
| |
Tiyatro eğitimi alan bir oyuncu olarak, tiyatroya olan aşkınız daha mı fazla?
Evet, tabii ki tiyatro daha ağır basıyor. Çünkü tiyatroda canlı performans alırsınız. Tepki anında gelir. Televizyonda bir işi yapıyorsunuz, sonra bekliyorsunuz. Reyting denen bir şey, sizin iyi ya da kötü iş yapıp yapmadığınızı belirliyor. Televizyona iş yapmaktan da büyük bir keyif alıyorum ama tiyatroyu bırakmayı hiç düşünmüyorum. İki yıldır hem televizyon hem tiyatroyu bir arada yürütüyorum ve olması gereken de bu zaten. Sadece televizyon işi yaptığınızda oyunculuk melekesini yitiriyorsunuz zamanla... Ayrıca televizyon oyunculuğu yaratıcılığınızı engelliyor.
Örnek aldığınız ya da hayran olduğunuz isimler var mı?
Benim hayran olma güdüm yoktur, hayran olamıyorum. Bir kişinin oyunculuğunu beğenirim ama ona hayran olmam. Çünkü bireyden, insandan bahsediyoruz. Haluk Ağabey'i (Bilginer) örnek alıp oyunculuk yapamam. Tarzlarımız yakın olabilir ama ne olursa olsun onun gibi olmaya çalışmak kendine yaptığın en büyük kötülüktür. Aksini düşünüyorsa bir insan, daha yolun başında hiçbir şey olamayacağı bellidir.