#SonunuDeğiştir
Neredeydi? Saat kaçtı? Üstünde ne vardı? Ses çıkarmış mıydı? Kadın mıydı, kız mıydı? Kaç yaşındaydı? Gülüyor muydu? Kimin nesiydi? Neredeyse faili haklı çıkaran şiddet haberleri, ne kadınların ne erkeklerin ve ne de hayvanların yardım çığlıklarına ses olmuyor.
Şiddeti besleyen, şiddete bahane üreten bu iki yüzlülüğün tam karşısında durarak; bu kez sadece hikayenin sonunu konuşmak istiyoruz! Her gün maruz kaldığımız ve sonu “... salıverildi, öldürüldü, tecavüze uğradı, serbest bırakıldı, taciz edildi, ayrımcılığa uğradı, para cezasına çarptırıldı, boğularak öldürüldü, kızının gözleri önünde katledildi” ile biten şiddet haberlerine karşı; dekoratif çabalardan arındırılmış, kalıcı ve büyük adımlar atmak umuduyla Şevval Sam, Enver Aysever, Özlem Gürses, Bahar Toksoy Guidetti, Ecem Erkek, Kaan Sekban ve Dolunay Soysert ile bir araya geldik. Şiddetin sözde gerekçelerini, kurbanın cinsiyetini, türünü, dilini, dinini, ırkını, yaşını, fiziksel özelliklerini konuşmayı bırakıp hikayenin sonunu değiştirmek için; avazımız çıktığı kadar haklarımızı savunmalıyız, hep birlikte ve hür. Şimdi tek bir isteğimiz var: Bu hikayenin #SonunuDeğiştir
ÖZLEM GÜRSES
Gazeteci
ÇEŞİTLİLİK, ÇOK SESLİLİĞİ GETİRİR
Kadınlar artık daha güçlü ve daha fazla dayanışmayı öğrendiler. Ne kadar zor, ne kadar uzak gibi görünse de yine de #SonunuDeğiştir. Bu mümkün ve mutlaka denemeye değer!
“Şiddet, gerçek bir psikopatinin sonucu olabilir. Bazı insanların beyinlerinde ‘empati’ bölgesi eksik, o canlının acı çektiğini asla anlayamıyorlar. Var böyle vakalar… Ama bence daha yaygın olanı sevgisiz, sürekli şiddet görmüş, aşağılanarak büyütülmüş, özgüvensiz, yetersizlik duygusuyla dolu kişilerin şiddete yöneldiği gerçeği. Ne yazık ki Türkiye’de o korumaya çalışılan tırnak içinde ‘aile’ çoğu zaman tam da böyle bir yer! Nesilden nesile aktarılan bir öfke ve yetersizlik kompleksi. Ayrıca sürekli ‘yapanın yanına kar kaldığı’ işlemeyen bir adalet ve yargı sisteminin varlığını da unutmayalım. Ancak şiddete bahane üretenler, işte bu çarpık yargıya güvenenler….
Görmezden gelenler ise büyük ihtimalle kendileri de bir biçimde o şiddet sarmalının zaten içinde olanlardır. Şiddet hepimize tahminimizden de çok yakın. Hem şiddete maruz kaldım hem de tanık oldum… Unutması zor anlar, anlatması da kolay değil. Kadınlar bazen inanın ki çok çaresiz… Neredeyse ölüm daha iyi. Asla geri dönemeyeceğin bir baba evi, hatta bazen o bile yok… Büyük ve derin bir yoksulluk, kimselere anlatamadığın bir utanç duygusu ve her seferinde seni ‘evine dön’ diye ikna etmeye uğraşan rezil bir emniyet ve yargı sarmalı…
Yaşamayan asla anlayamaz bu çaresizliği. Neyse ki yavaş da olsa bir farkındalık oluşuyor ve kadınlar eskiye göre daha fazla sesini duyurabiliyor. Kadın konusu, bir avuç gerici yaşlı erkeğin zihniyetine esir edilemeyecek kadar önemli bir konu. Kullandığımız dilden başlayarak topyekûn bir zihni devrim gerekiyor. Yasalar kadar, uygulayanların da değişmesi şart. Kadınlar, ancak kendi değerlerinin farkına varıp bunun için mücadele ederlerse bir şeyler değişir ki bu başladı. Erkekler, ancak kadınlar özgür ve mutlu olurlarsa, özgür ve mutlu olabilirler. Kadının sürekli şiddet gördüğü bir ülkede erkekler de hep ya olağan şüpheli; ya da bizzat fail! Eğitim sistemi, hukuk, siyaset… Tamamında erkekler hüküm sürüyor. Oysa üçünde de bir kadının vicdanına, şefkatine, yılmazlığına ihtiyacımız var…
Devletin ve kurumların meseleye bakışı değişmeden, gerekli yapılanmalar oluşmadan, kolay kolay çözülemez bu şiddet. Yerel yönetimler mutlaka sığınma evleri açmalı, kreşler yapmalı, kadın üreticiyi desteklemeli, kadınları güçlendirmeli. Ben yeniliğe, farklı fikirlere ve yaşam tarzlarına, tercihlere hep açık tutuyorum kendimi. Çeşitlilik, çok sesliliği getirir çünkü. Şiddet çoğu zaman bilinmeyene olan öfkeden kaynak bulur. Benim hayalim tüm canlı yaşamının yüceltildiği bir dünya…”
ŞEVVAL SAM
Oyuncu
CİNSİYET ÖTESİ BİR MÜCADELE
İnanarak, mücadele ederek ve asla vazgeçmeyerek birlik olup #SonunuDeğiştir
“Gerçekten sevmeyi bilen bir toplum değiliz artık... Eskiden öfkesine hakim olamayan insanlar, bunun utancını yaşardı. Bugün artık bunu bir güç gösterisi haline getiriyorlar. Galiba toplumsal özgüvenimizi, gücümüzü kaybetmeye başladık. Kimse okuduğu mesleği icra edemiyor, hayatta yapmak istediğini gerçekleştiremiyor. İşsizlik, mutsuzluk bence birçok insanın kendisini değersiz hissetmesine yol açıyor. Hırsını kadından, ağaçtan, hayvandan, çocuktan alıyor.
Güç gösterisiyle değer ve saygı duyulacağını zanneden insanlar da hayatlarında ilk defa başrole oturuyor; görünmez olmaktan çıkıyorlar. Bu çok ciddi patolojik bir durum ve sosyolojik bir problem. Ailelerin, bu toplumsal sorunun farkında olmaları; buna kafa yormaları, okuyup araştırmaları, belki de öncelikle kendi sorunlarını çözmeleri gerekiyor. Tabii siyasi destek olmadan, bu toplumsal bilinçlenme sürecinin ilerleyebileceğini düşünmüyorum. O noktada maalesef biraz umudumu kaybeder gibi oluyorum ve diyorum ki: Kızlarınızı dövüş veya savunma sporlarına yollayın! Bunu söylemek bana acı veriyor; zira biraz orman kanunu gibi fakat kanunen korunmayan kadınlara ve kız çocuklarına, önerebileceğim başka bir şey aklıma gelmiyor.
Devlet onları korumuyorsa, onlar kendileri korumayı öğrenmek zorundalar! Öte yandan her şeye rağmen bu şiddeti kendine yakıştırmayan erkekler de var kesinlikle. Ben onların da bu mücadelede yer almalarını istiyorum! İronik biçimde ‘biz sizin bildiğiniz erkeklerden değiliz’ demelerini bekliyorum. Erkekleri dışlayan bir mücadele olmamalı. Cinsiyet ötesi ve yaşam hakkı bazlı bir mücadele olmalı bu. Şiddet karşısında küçük adımlar atmaya inanmıyorum ben; çünkü sorun büyük! Tek başına bir ‘öğrenilmiş çaresizlik’ olamaz. Kimi zaman görmezden gelme, kimi zaman işine gelmeme, empati kuramama, derin umutsuzluk ya da felaketlerin başkasının başına gelmesi ve kendinin yırtmış olduğu psikolojisi… Hepsi de aslında birbirinden zor. Ancak büyük ve emin adımlar atmak, mücadeleyi bırakmamak, emek vermek sabretmek ve bir şeylerin değişeceğine inanmak gerekli…”
ENVER AYSEVER
Gazeteci
KÜÇÜK ADIMLAR UZLAŞMAK DEMEKTİR!
Umut örgütlenmektedir. Bu sömürü düzeninin #SonunuDeğiştir
“Şiddetin farklı sebepleri var. Kendini dünyanın sahibi ve hakimi sayan insan, diğer canlılara karşı zalim! Kendini kadından üstün gören erkek de aynı tutumda. Kültürel, siyasal, tarihsel ve etik sebepler sayabiliriz. Kimi görenekler, gelenekler, inançlar ve hükmetme duygusu şiddeti besliyor. Bireysel her mücadele ise çaresizlik duygusu getirir sonunda. Karşımızda koca devletler, uluslararası şirketler var. Bir de sürekli ‘sen küçüksün, neyi değiştirebilirsin?’ diye haykıran bir basın. Esasen bağıran kapitalizmdir. Bireyi küçük, çaresiz, yalnız hissettirerek varlığını sürdürür. Aydın, sanatçı, akademisyen, toplum önünde söz söyleyen her kim varsa cesur olmak zorundadır. Cehaletin insanlığı esir aldığı çağdayız. Uyuşmuş insanlar arasında, sınırlı sayıda hakikati gören kimse kayboluyor. Demek ki örgütlü olmak ilk koşul, varlığı görünür kılmak için. Kapitalizm gericidir. Doğası gereği yıkıcıdır. Bunu görmeden yol alınamaz. Cesaret ilkin bunu görmek, ardından ifade etmektir. Son aşama mücadeledir. Aygıtların gelişmesi, insanlığın daha iyi bir dünya kurdukları anlamına gelmez. Gericilikle müzakere edilmez, mücadele edilir. Şiddet yanıbaşımızda, her yerde! Biz, geri kalmış bir ülkeyiz; kültürel kodlarımız şiddete uygun. Hakikat şudur; bizim toplumumuz erkeği kadından üstün tutar, ‘çocuk gelin’ gibi iğrenç kavramlarla sapıklığın üstünü örter, hayvan sevgisi yoktur. Dünyanın her yerinde şiddet eğilimi olan, sapıklar vardır. Önemli olan cezaların caydırıcılığıdır. Küçük adımlara inanmam ben. Tersine büyük, güçlü adımlardan yanayım. Söylediğim gibi ‘çocuk gelin’ dediğiniz an, kabul edersiniz düzeyi. Doğrusu ‘çocuğa hukuk desteğiyle tecavüzdür!’ Böyle sert, net ortaya koymalıyız sorunları. Kadınlar ‘İstanbul Sözleşmesi Yaşatır’ derken haklıydılar ve yüksek sesle dile getirdiler. Neden adımlar küçük olsun ki? Küçük adımlar uzlaşmak demektir, artık boyun eğmeyen insanlara ihtiyacımız var!”
KAAN SEKBAN
Komedyen
’NEFRET SUÇU’ KAVRAMI, HAYATIMIZA GİRMELİ
Nefes aldığımız sürece imkansız diye bir şey yok. ‘Dünyanın daha iyi bir yer haline gelmesi için ne yapabilirim?’ diye kendine sor ve güneş batmadan bugünün #SonunuDeğiştir
“Mesleği mizah olan bir gözlemci olarak şiddetin, şiddet uygulayan bireyin üstünlüğünün değil; aczinin dışavurumu olduğunu düşünüyorum. Çünkü şiddet, aslında bir yerde ‘ben iletişim yoluyla problemlerimi halledemiyorum’, ‘insani yollardan ikna gücüm sıfır’ veya ‘karşımdaki kişinin benden daha ileride olmasını hazmedemiyorum’ demek. Bu ileride olma durumu kariyer, maddi olarak daha güçlü olma ya da toplumsal baskılara kulak asmadan kendi kimliğini özgürce yaşayabilme olabilir.
Şiddetin sayısız sebebi olabilir ama hepsinin ötesinde, aslında kişinin kendinden kaynaklanan mutsuzluğu ve kendine duyduğu öfke var şüphesiz! Hayatta hiçbir şeyin çaresiz olduğuna inanmıyorum. Ancak çaresini aramak için problemi teşhis etmek gerekir. Şiddet uygulayanların çoğu, bırakın çare aramayı şiddet uyguladıklarının farkında bile değil. Şiddet sadece fiziksel yolla olmuyor, bugün sosyal medyada her gün binlerce psikolojik şiddet örneği görüyoruz. Bundan nemalanan, etkileşim fetişi haber siteleri; magazin hesapları ve kendini bir şey zanneden çakma kanaat önderleri de bu yangına körükle gidiyor.
Dünyanın hiçbir yerinde toplumlar davranışlarını kendi kendine düzeltmedi. Tarih boyunca hepsi, kurallar ve kanunlarla bir gelişim sürecine girmiş. Öncelikle ‘nefret suçu’ diye bir kavramın hayatımıza girmesi lazım. Bunu da ülkeyi yönetenlerin ve yönetmeye aday olanların gündeme getirmesi şart. Kadınlara, farklı etnik kökenlere, LGBTI+ bireylere yönelik nefret suçunun ırkçılıktan hiçbir farkı yok. Ardından medyaya çok iş düşüyor.
Etkileşim ve reyting uğruna pompaladıkları şiddet pornosunun, toplumu hızla bataklığa sürüklediğinin kimse farkında değil. Caydırıcı cezaların uygulanmasıyla işin bu tarafını halletmemiz lazım. Ancak bunlar olursa, insanlar kendine çeki düzen vermeye çalışır. Aksi halde kimsenin kendiliğinden düzeleceğine inancım maalesef yok. Yine de nefes aldığımız sürece, imkansız diye bir şey yok! Kendi hayatımızı da dünyayı da değiştirecek tek bir insan var, o da biziz.”
BAHAR TOKSOY GUIDETTI
Voleybolcu, Birleşmiş Milletler Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Savunucusu
KAYISIZ KALMAK, SUÇA ORTAK OLMAKTIR
Yapmamız gereken kalıpları yıkmak, haksızlığa, adaletsizliğe karşı sonuna kadar mücadele etmek. Sesini duyuramayanlara ses ol, bu ezberlenmiş hikayenin #SonunuDegiştir
“Şiddetin psikolojik, ekonomik ve daha birçok sebebi var. Fakat altında yatan en büyük sebeplerden biri, insanların ailelerinde ve çevrelerinde şiddete maruz kalması. Bir de toplumun bu olaylara sessiz kalan kesimi var. Yeri geldiğinde sosyal medyada aktivistlik yapıyor, şiddet gösterenleri kınıyorlar fakat ellerini taşın altına koyup, harekete geçme konusunda sessiz kalıyorlar.
Şiddetle yaşamanın kolay bir yanı olamaz. Ama bu çaresizlikle baş etmenin de hiç kolay olmadığını anlamalıyız. Bu nedenle, kendi hayatlarımız, başarılarımız, paylaşımlarımız ile sadece ilham kaynağı olmakla yetinemeyiz. Kız çocuklarını ve genç kadınları cesaretlendirip kenara çekilemeyiz. Çözümün bir parçası olmalıyız!
Kadınlar kadar erkeklerin de bu değişimde desteği çok önemli. Toplumsal cinsiyet eşitliğini anlayan ve destekleyen erkekler, cinsiyet ayrımcılığı algısının kırılmasında büyük rol oynayacak. Çünkü bu sadece kadınları ilgilendiren bir sorun değil; bir ayrımcılık türü ve bir insan hakları ihlali. Ben hayatım boyunca birebir şiddete maruz kalmadım, herhangi bir canlının şiddete maruz kaldığına da şahit olmadım. Sanırım bunu biraz da ‘buna izin vermem’ tavrım sağladı.
Sosyal medyanın geniş kitlelere ulaşmasıyla aslında hayatımızın tam da ortasında – sadece kapalı kapılar arkasında olduğu için görmediğimiz- şiddetle iç içe yaşadığımızı fark ettik hep beraber. Buna kayıtsız kalmak, suça ortak olmaktır. Dünyada hafife alınmayacak kadar büyük bir adaletsizlik var. Hem de birçok konuda… Yine de sorunlar ne kadar büyük olursa olsun ‘ben tek başıma neyi değiştirebilirim ki?’ dememek lazım. İki sene önce kız çocukları için bir voleybol okulu kurmak üzere yola çıktım.
Aklımda üst düzey voleybol eğitimi veren bir akademiden fazlası vardı. Kız çocuklarına profesyonel sporcu olmanın ötesinde, istedikleri her alanda başarılı olabileceklerini göstermek istedim. Çünkü onlara ne kadar iyi voleybol oynamayı öğretirsek öğretelim bir kadın olarak, hayatta nasıl engellerle ve adaletsizliklerle karşılaşabileceklerini biliyordum. Bu nedenle, bir sporcunun alması gereken tüm eğitimlerin yanı sıra müfredatımıza bilim, sanat, doğa, atölyeleri koyduk. Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi aldılar.
Erkek egemen mesleklerde başarılı olmuş kadınlarla bir araya gelmelerini sağlayan paneller düzenledik. Bu akademi çatısı altında yaptıklarımız, Birleşmiş Milletler’in dikkatini çekti ve birlikte çalışmayı önerdiler. Şimdiyse güçlerimizi birleştirip daha az zamanda, daha çok ve daha güzel işler başaracağız. Hayalim, ulaşabildiğim tüm kız çocuklarına ve ailelerine bu uğurda mücadele edebilecek farkındalığı, gücü ve donanımı sağlamak. Adalet ve eğitim sisteminde gerekli düzenlemelerin yapılması için öncülük etmek.”
DOLUNAY SOYSERT
Oyuncu
SEVGİYE DAİR BİR ‘ÇAĞ HAREKETİ’
Severek ve sevgiyi yetişen nesile tüm hücrelerine işleyinceye kadar öğreterek #SonunuDeğiştir
“Sevgiyle büyüyen hiçbir canlı, şiddetle ilişkilenemez. Sevgi görülen, öğrenilen, öğretilmesi gereken, yaşadıkça derinleşen ve arkasında anlayış, merhamet, tolerans, yardım etme duygusu, koruma güdüsü gibi pek çok güzel hissi barındıran bir olgu.
Sevgi ilk bakış. Can verenin hayata getirdiği ile kurduğu ilk ilişki. Tabiatta, sevgiye cevap vermeyen hiçbir canlı yok. Bu minik kelime, aslında her şeyin anahtarı. Kullanıldığı her alanı açıp aydınlatabiliyorken, insanın bu duyguyu beslemek, yaymak yerine; yok sayarak şiddete yönelişi, değişen çağa yenik düşüşüdür. Duygunun yerini tekniğin alması, eğitimsizliğin kutsanıp güç kabul edilmesi, acımasızlığın cesaretlendirilmesi ve bunun gelişen teknolojiyle medya aracılığıyla desteklenmesi, kanunların yetersiz kalması bir çığ gibi büyüyen şiddet belasını insanlığın başına sardı.
Dünyanın şiddet konusunda bir iç savaş yaşadığını ve geriye birbirini parçalamış ilkel bir insanlık kalacağı korkusunu, kalbinde sevgi taşıyan herkes derinden hissediyor. Şu noktadan sonra yapılması gereken, sevgiye dair bir ‘çağ hareketi’ olmalı. Dileğim, şiddetle zehirlenmiş insanın, panzehiri sevgi olan, tedavisi mümkün bu hastalığı yok edeceği günü görebilmek! Ama söylerken bile umutsuz hissediyorum kendimi... Yaptığım bireysel girişimlerin, böylesi büyük bir sorunla mücadelede yetersiz kaldığını kabul ediyorum. Bir yandan da yaşanılan şiddete karşı duyduğumuz öfke, yeni bir şiddeti besliyor. Şiddet cezasız kalıp normalleştirildikçe, bir isyanı, bir başka şiddet halini körüklüyor. O delirme halini ve öfkeyi de kendi adıma kontrol etmeye çalışıyorum.
Bu noktada herkes şu soruyu soruyor: ‘Neden bir şey yapılmıyor?’ ya da ‘neden şiddete karşı verilen cezalar bizi rahatlatmıyor?’ Toplum düzeninde yaşamanın sistemini ayarlayan, ilişkileri düzenleyen, kişilerin güven ve huzur içinde hayatlarını sürmelerini sağlayan, adaletle bu koruyuculuğu yapan ‘hukuk’ diye bir olgu vardı. İşlemez ve görevini yerine getirmez hale geldi.
Cezalar, caydırıcılık içermediği gibi; bu tip suçlar toplumda ‘kolay sıyrılanabilir suçlar’ olarak görülmeye başlandı. Şiddet ve ayrımcılık bir anda yok olmayacak evet; ama bugün hiç vakit kaybetmeden başlanacak bir hareket mücadele süremizi kısaltacak. Sorunun giderek büyüyüp daha fazla insanı yutmasını engelleyecek. Gelecek jenerasyonların uğraşacağı bir mesele olmaktan çıkarmalıyız şiddeti. Toplumun en küçük topluluğu olan aileden başlayarak tüm dünyaya yayılacak bir farkındalık ve önemseme içinde olmalıyız.
Eğitime, arayı kapatacak hızla ve bilinçle eğilinmeli. Kanunlar yeniden düzenlenmeli. Cezalar caydırıcı ve adaletin doğru çalıştığına ikna edici olmalı ki toplumsal öfke dinsin. Rahatsız kişilerin yok edilmesi yönünde değil, tedavi edilip topluma kazandırılması yönünde çalışma yapılmalı. Bu büyük bir hareket; ama olmayacak bir şey değil!”
ECEM ERKEK
Oyuncu
ÇARESİZ DEĞİLİZ, ÇARESİZLEŞTİRİYORUZ
Bir kere de onun yerine düşün ve #SonunuDeğiştir
“Şiddetin doğurduğu sonuçlar, benzer olsa da sebepleri farklıdır. Aileden itibaren gelen eğitimin önemi büyük... Büyüdüğünüz ev size hayatı bütün farklılıklarıyla kabullenmeyi, sevmeyi, saygı duymayı öğretmişse şiddetin karşısında duruyorsunuz. Ben günaydın diyorum, gülümsüyorum, dinliyorum, ifade ediyorum, teşekkür ediyorum, rica ediyorum…
Empati kurmanın iletişimi güçlendirdiğine inanıyorum çünkü. Bunlar otomatik refleksiniz haline geldiğinde sorun kalmıyor zaten. Ancak tam aksine öğrenilmiş çaresizlikle yaşayan insan, alternatif bir gerçeği aklına getirmez. Bir insanın daha iyi bir hayatın varolduğundan habersiz yaşaması kadar acı verici bir durum olabilir mi? Şiddetin karşısında çaresiz değiliz aslında, çaresizleştiriliyoruz. Şiddet şiddeti doğuruyor, karşı çıkan da kendini şiddet uygularken buluyor hatta.
Şiddetin illa fiziksel olmadığını bile daha yeni keşfediyoruz. Buna maruz kalan da uygulayan da yeni varıyor bu farkındalığa… Kısacası bir diğerine saygı duymayı unuttuk diyebilirim. Ancak maalesef ki toplumsal değişimler birdenbire olmuyor. Yine de tohumlarını doğru atarak, bir yerden başlamamız gerekiyor. Şiddetin tanımı yeniden yapılmalı ve yasalar da bu tanımlara göre güncellenmeli.
Toplumdaki şiddet eğilimi, bu şekilde yavaşlatılabilir diye düşünüyorum. Bir de tüm renkleri severek büyütebilsek çocuklarımızı keşke! Karşı tarafı incitmeyen dili öğrenip sonra da öğretebilirsek; şiddeti büyük ölçüde azaltabiliriz. Küçük küçük atılan adımların da çığ gibi büyüdüğünü görmek, çok heyecan verici çünkü!”
RÖPORTAJ: SİMAY ENGÜR, BARAN ALIŞKAN
FOTOĞRAF: NURDAN USTA
STYLING: SAFİYE KAPTANOĞLU
STYLING DANIŞMANI: ŞEYDA SÖZÜER
SAÇ: ERDEM GÜL (ARTUP HAPPY HAIR)
MAKYAJ: HİDAYET KORKMAZ, MURAT AKBULUT
KIYAFETLER İÇİN; BEYMEN CLUB, ELLE, IPEKYOL, MASSIMO DUTTI, HOTİÇ, NISSE, MUDO COLLECTION, DOCKERS VE ROMAN’A TEŞEKKÜR EDERİZ.