Uzun zamandır kendime söz verip verip tutamıyorum. Öyle sinir bir durum ki! Başkasına versem o sözleri, iki elim kanda olsa, ölüyor olsam yerine getiririm. Asla vazgeçmem, asla ‘sözünü tutmadı Yonca’ dedirtmem. Başkasına gelince iyi, kendi kendime verdiğim sözlere gelince oh maşallah, boş ver gitsin. İnsan en büyük haksızlığı, en büyük adaletsizliği kendine yapıyor, net. Acayip kafaya taktım bunu bu ara. Aynı şey mesela kendime nasıl davrandığımla da ilgili. Atıyorum bir arkadaşım o sırada ağrıdan, acıdan ya da ne bileyim yorgunluktan kıvranıyor olsa, tutar elinden ya doktora götürürüm ya ‘hadi bakalım yatıp dinleniyorsun’ derim ve onu rahatlatmadan asla bırakmam. E kendime gelince? Yooook! Sanki bünye biyonik. Oturdum ben de kendime bir ‘SÖZ Anlaşması’ yazdım.
Buyurun sizinle paylaşayım:
1. Kendine iyi bak.
2. Acıkınca ye, doyunca dur, az konuş, çalış, yap.
3. Söylem eşittir eylem. Unutma.
4. Amaç edin. Örnek kendinsin. Amacınla bir ol.
5. Koşmak senin için sağlık demek, kaytarma koş.
6. Düzen senin için güven demek; düzenli ol, rahat et.
7. Kalbinin sesini dinle.
8. Kimseden etkilenme. Kendine ve inandığına bak.
9. Değerlerine sahip çık.
10. Kendine verdiğin sözleri tut.
Bu kadarcık aslında. Yani destan değil. Ama işte bunları yazana kadar, adını koyamadığım için tam, amma uzadı gitti konular dert edindim durdum. Şimdi adını koydum, listeyi de önüme aldım ya.
Oh be!
Rahatladım valla. Açıp bakar, okur hatırlar, sözümü tutarım.
Bu yazı da sizi şahit kılar. Sıkıysa dön sözünden Yonca!
Yana yana Kapadokya
Bu ay sonunda Runfire Cappadocia Ultra Maratonu’nda 6G kategorisinde koşuyorum. Yani altı gün boyunca, her gün yaklaşık 15-20 km koşarak toplamda 120-130 km’lik bir yarışı tamamlamaya çalışacağım. Bundan iki sene önce de katıldım. Hatta gururla söylemeliyim, 6G Kadınlar Birincisi oldum. O sene antrenman olarak daha kuvvetliydim. Bu sene, şartlar istediğim gibi olmadı. Yine de oraya gitmek, orada olmak kendisi bile başlı başına bir antrenman gibi. Dahası, beni esas çeken ne biliyor musunuz? Sakın sanmayın ki özellikle bu 6G ve 4G kategorileri için acayip süper bir koşucu olmanız gerek. Yok öyle değil. Aslında birçok yerde koşmak imkansız, yürüyorsun. Güzel olan, sınırlarını keşfetmek ve kendini aşmak, Kapadokya ve çevresinin akıllara zarar doğasıyla yatıp kalkmak, Tuz Gölü’nü aşmak, az eşyayla doğada yaşayabildiğini görerek, bu anormal stresli hayatlardan bir mola almak. Altı gün boyunca paraya dokunmadan, tek duyduğun sesin doğanın sesi olduğunu düşünebiliyor musun? Ha bir de adımlarının ve seni sarıp
sarmalayan ultracı, koşan arkadaşlarının gülümsemesi, desteği, yüreklendirmesi. Eğer azıcık bir doğaya kaçasınız, her gün bunu sporla taçlandırasınız varsa, sakın tereddüt etmeyin. Gelin. İnanın bana pişman olmayacaksınız, kendi hayatınızın miladı olacak. Tüm bilgiler var web sitesinde: runfirecappadocia. com/TR Bu arada yarış 25 Temmuz’da start alıyor. Ben de hem Hürriyet’teki köşemden hem de sosyal medya hesaplarımdan günlük tutup sizlerle canlı paylaşacağım. Takipte kalın, sıkılmazsınız, garanti verebilirim. Beni takip etmek için deeee;
Twitter: 4yaprakliyonca
Instagram: @4yaprakliyonca
Bir de Facebook sayfam var, facebook. com/4yaprakliyoncatokbas
E beklerim sizi oralara da.
Yalıkavak derin mavi
Seramik desem, ama başka türlüsü, başka bir güzellikte olanı desem...Her sene yazıyorum, hiç bıkmayacağım. Yalıkavak’da Derin Mavi diye bir galeri var. Tevfik Türen Karagözoğlu’nun sanat eserleri vardır, kendi galerisidir zaten. Her sene yaz gelsin gideyim yine neler yapmış bakayım diye sabırla beklerim. Mesela evler serisi yaptı Tevfik Bey. Ah nasıl anlatsam size, mum koy içine pıtır pıtır ışığını izle geceleri, hani uzakta köy evleri rengarenk. Öyle güzeldirler. Zaten ne zaman bir resim koysam o evlerden, herkes soruyor bunlar nereden diye. Sonra mesela Osmanlı laleleri, narlar, at figürlerine ve heykellerine ayrı hayranım. Ama esas geçen sene Zeytin panolar yaptı, beni bitirdi. Müthiş bir sanatçılık, başka türlü özel bir tekniği var. Eğer yolunuz buralara düşerse, sakın galerisine gidip bir de bu sene yarattığı balıklarını görmeden geçmeyin.
İncir ağacım
Şu anda Yalıkavak’tayım, bu sefer de aklım Dubai’de bahçeme diktiğim incir ağacımda kaldı. Ben gelirken mini minnacık bebek incirlerle doluydu üstü. Ne çok korkuttu beni bahçeme ilk getirdiğimde. Dubai’de incir ağacı yok çünkü. Hiç görmedim, hiç duymadım olduğunu. Yığmışlar güzelim ağacı satmak için saksılar içinde köle ticareti gibi. Bari birini ben kurtarayım dedim, öyle aldım. Nasıl küsmüş hayata, nasıl ilaç bastılarsa baştan yeşil, sonradan sararıp solmaya başladı. Yapraklar gitti. Ölüyorum sandım korkudan. Sonra yok dedim hayatta bırakmam seni. Gidip yaklaşık 200 kg, abartmıyorum hayır az yazmışımdır çok değil hatta, toprak aldım. Kocaman kazdık bahçeyi doldurduk toprakla. Toprak yok çünkü her yer kum. Ama ağaçlar yaşıyor dedim yine de, Dubai’de belki baştan toprağa doyar gücünü toplarsa, tutunur hayata kök salar. Ve inanın daha ertesi gün daha iyiydi. Meyve doldu üzeri. Arılar gelip gidiyordu sabahları üzerinde, kekikleri gezindikten sonra. Kokusu, incir kokusunun nasıl nasıl nasıl başımı döndürdüğünü anlatamam. Şu anda burnumda tütüyor kerata. Gözünüzü kapatıp incir kokusu hayal edin gelir o koku burnunuza, o bile yeter -hayali bile yetergülümsemeye... Bir de unutmayın ne olur, bütün meyvelerimizi, sebzelerimizi arılar sayesinde sağlıkla afiyetle yiyebiliyoruz. Arı yoksa meyve yok. Arı yoksa sebze yok. Arı yoksa hayat yok.
Manzaralı ev
Eğer evinizin manzaralı olmasını istiyorsanız, ağaç dikin, balkonunuza çiçek ekin. Onları sevin, büyüsünler. Hayatınıza hayat gelsin, evinizin de manzarası kokusu dokusu değişsin. Manzara çiçekle, ağaçla zenginleşir güzelleşir. Bazen sokaklarda kafamı kaldırıp apartmanlara bakıyorum. 10 hanede birinin balkonu çiçekler içinde. Dokuz hane için üzülüyorum. Hayatlarına renk, hayat, çiçek, sevgi ekmek dikmek istiyorum...