Öykü Serter ile çok özel
Mesafeli ve soğuk mu dediniz? İşte, şimdi durun! Tepkilerinden, tavırlarından ve seçtiği kelimelerden önce yaşadıklarını, bir kadın olarak duygularını ve düşüncelerini keşfetmeye ne dersiniz? Onun gerçekte kim olduğunu görmemizi engelleyen, realiteden uzak televizyon ekranını kırdık ve içinden asıl Öykü Serter’i çıkardık.
Müzikle olan bağınızı nasıl yorumluyorsunuz?
Bazı günler tek ihtiyacım sanki uzanıp iyi müzik dinlemek gibi geliyor ve o günler bunun için yapılmışlar adeta… Yürürken, hazırlanırken, yemek yerken mutlaka eşlik etmeli hayatıma, böyle bir bağım var işte.
Gündelik hayatınızda ne tür müzikler dinliyorsunuz?
Tamamen hayatıma eşlik eden mood şarkılarım var… Fikrim ve halet-i ruhiyem hangi noktaya iliştiyse o kendi melodisini çağırır. Belki nostaljik bir plak, belki deep house, sıklıkla rock, klasik müzik, romantik bir balat… Ne bileyim Alice in Chains dinlerken bir sözle Tony Bennett’a geçebilirim mesela. Her türlüsünü seçebilirim his dünyama göre. Bir radyoculuk alışkanlığı olarak, alternatif müzikleri keşfetmeyi de seviyorum, bu anlamda yapılan önerilere de bayılıyorum. Hatta nasıl oldu da bu şarkıyı bu kadar geç keşfettim diye kıskandığım da olur. Pazar günleri evdeysem o gün bana Miles Davis… Gece dışarı çıkmadan önce dinlediğim bir setim var, hazırlanırken en çok o aşamada kendi kendime eğleniyorum zaten.
Nasıl bir ailede büyüdünüz? Çocukluğunuzdan kalan kokular ve dokular neler?
Disiplinli ve iyi birer ebeveyn olmakla kafayı kırmış bir anne-babanın sevgi dolu büyümüş iki çocuğundan biriyim, bir de erkek kardeşim var. Neleri anımsarsın dersen bir Balık burcu kadınına şiir yolu açıyorsun demektir, bunu yapmayacaktın bana. Şöyle düşününce ilk aklıma gelenler; iğde ağaçlarının kokusu, kavakların rüzgarda çıkardığı ses, bir ahırda çalan çıngıraklar, yanan tezek kokusu, heyecanlı bir derenin akışı, kiraz ağacına tırmanıp uçsuz bucaksız toprakları seyretmek, oyuncak bebeklerimin tatlı pudralı naylon saç kokusu, dağların eteklerinde asker gibi dizilmiş ağaçlarla yol almanın hipnozu, çikolatalı puding tenceresinin dibini sıyırmak, yıllarımın geçtiği havuzların tenimde bıraktığı klor kokusu… Var da var yani; sonsuza kadar sayabilirim.
Siz büyüdükçe en çok neler değişti? Neler geri gelmemek üzere başkalaştı?
Zamanın akış hızı değişti. İstesek de yavaşlayamıyoruz. Öyle olunca da tefekkür vakti yetersiz... Kendini dinleyecek, ölçüp tartacak, hesaplaşacak vakit yok; oysaki benim bayıldığım vakitler bunlar. Esasen maksat hayatı kontrol etmek değil, biraz görebilmek, hayatın neresinde nasıl durduğunu bilebilmek. Bu yüzden uykudan feragat edip geceleri uykusuz kalıyorum kafamı boşaltabilmek için. ‘Ah, o eski günler!’ diyerek yad edebileceğim çok şey olmakla beraber geri getiremeyeceğim hiçbir şeye ya da kişiye vakit ve enerji harcamıyorum. İşte, değişen bu! Büyüdüm.
Sizce realist mi sürrealist akım mı hayatın kendisini daha iyi resmeder?
Benim bakışım her zaman sürrealist. Suskun oluşum, her fikrimi faş etmeyişim de bundan olsa gerek. Hayatın kendisi illüzyon, ne kadar gerçek olabilir ki?
İlişkide neyi asla yapmamalı?
Kadının aklını küçümsemeyeceksin. Erkeğin de arkasından iş çevirmeyeceksin. Seviyorsa dibine kadar dürüst olmayı becerebilmeli insan.
Sizin için ilişkide nasıl bir hata artık geri dönülemez nokta olur?
Sabrım da anlayışım da sonsuzdur ta ki tüm iyi niyetimin suistimal edildiğini keşfedene kadar… Bu gerçeği görene kadar aşktan sebep bir saf tarafım var, hep söylerim. Fakat kalbimdeki kor cevher diye taşıdığım adam, bildiğimden uzaklaştığı an ışık hızıyla soğurum. Beraber büyümek ve değişmek başka bir şey bundan bahsetmiyorum. Mutsuz bir beraberlikte yıpranacağıma kendimle çok daha mutluyum.
Hayatta yalnız kalmaktan korkar mısınız? Sırf bu korkuyla yapılan evlilikler duyuyorum. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ne adamlar gördüm tasmalarıyla alemlerde akan... Ne kadınlar gördüm aşkını bir çantayla unutan... Ne dostlar gördüm can dediğini maskara yapan... Evlilik ciddi bir müessese. Artık sınıf atlama oyunu. Bilmiyorum hala saflıkla yapılanı mümkün mü? Varsa da umarım başıma gelir.
Hiç, bir gün evlenip çocuk sahibi olmayı hayal ettiniz mi?
Evet anne olmak istiyorum ama gelecek olan canın hayrına olacaksa. Bencilce bir üreme saplantım yok bunu söyleyebilirim. Nasip, kısmet diyerek konuyu bağlayalım en iyisi…
İçinizden geldikçe karaladığınız bir defteriniz var mı?
Bir sürü defterim var. Yarım yarım… Düzenli tutamam ama elimin altında illaki o dönem ne ise ondan geçişin defteri vardır. Nereden nereye gelmişim kendimi görürüm. Düz yazılar, birtakım sözler… Birkaç hikayem de var ancak kitaplar arası bir yok oluş ve masabaşı savaşına cesaretim yok henüz. Tezer Özlü demiş ya, “Bilirsin yazılmadıkça bitmeyen şeyler biriktirir kadınlar.” Yazıyorum işte ben de, azar azar…
Geleceğe dair kendinizle ilgili neler görüyorsunuz ya da neler planlıyorsunuz?
‘Casablanca’ filminde bir sahne var; “Bu gece seni görecek miyim?” der kadın (Yvonne) ve adam (Rick) yanıt verir: “O kadar uzun vadeli planlar yapmam ben.” Benimki de o hesap; planladıklarımızı mı yaşıyoruz sanki? O zaman beyhude çaba niye? Kendin olarak var olmaya çalışmak yeterince ciddi bir proje.
Size bakınca hiçbir şeyden korkmayan çok cesur bir kadın görüyorum. Bastırmaya çalıştığınız en gizli korkunuz ne?
İltifat ediyorsun belki ama çok da iyi bir şey değil bu biliyor musun? Onun devamı güçlü kadına bağlanıyor ki, hayat katmerli zorlaşıyor. ‘Nasılsa yapar’lar, ‘nasılsa halleder’ler zincir olup ayağına dolanıyor. Her şeye muktedir olsan da olağanüstü beceriksiz izlenimi verebilmek daha akıllıca ve kesinlikle daha fazla itibar görüyor. Ha yapabilir miyim? Asla. Korkum sadece ailem için olabilir. Onlar sağlıklı, mutlu, huzurlu olsun ben tamamım. Yanlış anlaşılmasın, onlar için yaşıyorum gibi bir bağımlılık da değil bu söylediğim… Özgürlüğüme ve kimliğime sahip çıkmanın bilgisini bana veren yine onlar, daha azına razı olamam bu yüzden… Onlar iyi olsunlar, mutlu olsunlar bana yeter.
‘Gözümü karartıp yaptım’ dediğiniz ne var?
Tası tarağı toplayıp Los Angeles’a yerleştim. Kırık bir hikayenin ardından kıta değiştirip alıp başımı gittim. Yalnız bir kadının kalbine söz dinletme macerası diyebilirim. Orada kalmalı mıydım? Şimdiki aklım olsa evet kalmalıydım. Sıla hasreti boyumu aşmasaydı çok başka olabilirdi her şey…
Amerika’da ne kadar süre kaldınız? Orada geçirdiğiniz zaman bugün yaptığınız işi nasıl etkiliyor?
Yedi ay kaldım, iki ayı okul… Gerisi birtakım iş güç ve kendi başıma bir kıtayı keşfetmekle geçti.
Bugün ‘Aşkı doya doya yaşadım’ diyebiliyor musunuz?
Aşk doya doya yaşanmaz yaşanırsa aşk olmaz; yarım kaldıysa aşktır o. Evet, ben kesinlikle aşk kotamı doldurdum. Herkesin hayal ettiği şeylere bu kadar kayıtsız kalışım da aşka dair bir sürü bilmemem gereken hayal kırıklığını öğrenmişliğimdendir belki de. Hayal kuracak ya da özenecek bir şeyim kalmadı, hayal edilen şeylerin gerçekte bomboş olduklarını keşfetmekten mütevellit… Asla karamsar bir bakış açısıyla söylemiyorum, daha çok bir olgunluk cümlesi kurmaya çalışıyorum. Duygusal beraberliklerimde, arkadaşlıklarımda, hatta düşmanlarımda bile hep çok iyi öğretmenlerim oldu, minnettarım onlara. Hayatımda oldukları ve artık olmadıkları için…
Erkeklerde size ters gelen özellikler ya da haller neler?
Hah işte, karşı cins meselesinde fikirlerim billur gibi pırıl pırıl. Tek ve net cevap vereyim: Omurgasızlık! Dediğiyle yaptığı birbirini tutmayan aşıktan da arkadaştan da uzak durmak lazım. Bir adamın sözü namusudur bana göre. Bu yalanın ötesinde bir şey. Aldatmanın da, kendisine saygısızlığının da… Geniş bir tanım omurgasızlık; şimdi hal ve durumlara göre çeşitlendirmek yersiz olur; mesele özde, mayanın ta kendisinde esasında. Çiğ süt; pişmeyi bırak iki taşım bile kaynayamamış bazıları. Bir kadın olmama rağmen benim için bile bir omurga sahibi olmak elzemse, adam da adamlığını bilmeli değil mi ama? Aksi takdirde, o modeli bırak adam yerine koymayı, arkana bakmadan ‘insan değilsin’ diye kaçmak icap eder.
Sunuculuğunuzun geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Yapılmamış ve sorulmamış sizce neler var?
Buna dair söz söylemek bana düşmez. İşgüzarlık etmem ya hani; işte bu da öyle bir şey. Elbette fikrim var ancak bunun ayrımını yapması gereken benim ve sadece kendi yapılmamışlarımla ilgiliyim, ötesi hadsizlik olur.
İçinde olduğunuz yaşta sizi hayata dair en çok ne şaşırtıyor?
Hayretin kendisi benim hayretim. Sonsuz çünkü… Pozitif ve negatif anlamda. Bir keçinin coşkusuna da hayret edebilirim bir dostun hainliğine de. Nereden ve ne zaman geleceği hiç belli olmuyor. Hayret söz konusuysa, “Gökyüzü gibi çocukluk… Hiçbir yere gitmiyor…” diyeyim ama şaşkınlıklarım daha kısa süreli, artık gülüp geçebiliyorum.
Herkesin bir amaç için var olduğuna inanıyor musunuz? Eğer öyleyse, sizinki nedir?
İlham almak ve ilham vermek için. Hayatında var olduğumuz insanlara iyi ya da kötüsüyle kendilerini göstermek ve kendimizi de görmek için varız; yani her insan gibi. Fakat bildiğim ve geri dönüşü olduğu için fark edebildiğim bir şey var; o da birinin hayatına girmişsem değişim de beraberinde geliyor, neden bilmiyorum.
Hangi kelimeyi duymaktan hiç hoşlanmazsınız?
Aynen. Fikirsizlik bile fikir asalaklığından yeğdir.
Buzdolabınızda en çok ne var?
Temel gıda malzemeleri; süt, peynir, meyve, bol bol su. Şımarıklık yapacak hiçbir şey yoktur; çikolata gibi. Ekmeksiz yaşarım ama çaysız asla!
Evinizin hangi köşesi vazgeçilmeziniz?
Cam önü koltuğum. Saatlerce oturabilirim, fotoğraf çekebilirim, kitap okuyabilirim, düşünebilirim…
Hep başucunuzda duran kitaplar var mı?
Mesnevi.
Bir pijama partisi düzenleyecek olsanız ilk kimleri çağırırdınız?
Sadece kendimi… Ne yatılı kalmayı severim ne de yatılı misafirim olmasını. Şu aralar zaten uykuya hasretim, pijamamı giyer partimi de veririm keyfime de bakarım.
Adet yerini bulsun, kapanışı yine siz yapın, bir soru da siz bana sorun.
Röportaj yapmayı seviyor musun?
Röportaj: Ece Üremez
Fotoğraf: Cem Talu
“Belki nostaljik, sıklıkla rock, biraz klasik müzik, arada romantik bir balat…” Her ne kadar Öykü Serter bu sözleri ne tür müzik sevdiğini anlatmak için kullansa da kendinden söz ediyor hissiyatına kapılıyorsunuz. Keza konuşmaya başlayınca da çok geç olmadan görüyorsunuz; içsel özgürlüğü ve kimliği adına çok küçük yaşlarda edindiği farkındalıkla atmış her adımını. ‘Biri Bizi Gözetliyor’dan ‘İşte Benim Stilim’e pek çok programda sunuculuğuna şahit olduğumuz Öykü Serter, nihayetinde farklı ve zıt tatların birlikteliğinden doğan ve ender bulunan o ironik harmoniyi karakterinde yakalamış. Açıkçası bugüne dek onun için yazılıp çizilen ‘ukala, kendini beğenmiş, bilmiş’ gibi sıfatlardan ziyade benim Öykü Serter’e bakınca tahayyül ettiklerim ‘cesur, özgüvenli, karakter sahibi’den yana oldu. Kendi işini kendi yapan, yine aynı motivasyonla kendisini ilgilendirmeyen şeyleri son hız terk eden bir kadın o. İnsanlarla ya da olaylarla bir alıp veremediği yok, mücadelesi de yok. Aksine hayatı olduğu gibi yaşamayı seçen, gerekirse geceleri uykusuz kalıp sırf zamanın yavaşladığına tanık olmak, hayatın kendisini görmek pahasına sessizliği kucaklayan biri. Düşüncelerinin birer uzantısı olan tavırlarını göz ardı etmek ne kadar imkansızsa, hakkında ne denirse densin onun değişmesi de bir o kadar imkansız işte. Sunuculuk becerilerinin yanı sıra halet-i ruhiyesini yansıtan melodilerin peşine düşerek, esasen de radyocu olmasından sebep, DJ’lik konusundaki başarıları da takdire şayan. Güzellik demişken, keza kendisine de söyledim Angelina Jolie’yi andıran yüz hatları ve kendine has duruşu ile ayrı bir havası var doğrusu. Evet, bazı insanları olduğu gibi kabul etmek zordur, ama eğer o insan dürüst, sözünü sakınmayan ve ne düşünüyorsa açıkça söyleyen biriyse, az ama sahici gülümsüyorsa, güçlü mizacıyla size de güç veriyorsa, seçtiği kelimelerle ilham kaynağınız olabiliyorsa, boş muhabbet yerine konuştuğunuzda size değer katıyorsa işte o zaman hayatınıza bir daha çıkarmamak üzere kabul edersiniz. Öyleyse, fazla söze ne hacet. Kimselerle konuşmaya kendinizde mecal bulamadığınız anlardan birindeyseniz, sadece dinlemek için doğru yerdesiniz.
Ekranlardan bu kadar aşina olduğumuz ama hakkında bu kadar az bilgi sahip olduğumuz ender isimlerdensiniz. Bu yüzden siz kendinizi hangi kelimelerle anlatmaya başlardınız merak ediyorum...
Kendince büyümeye çalışan, her ruh kadar kayıp, her insan kadar farkında, kusurları birbirine tutturulmuş bir insan işte… Özgür, en doğru kelime olur sanırım. Dış unsurlardan bağımsız içsel bir özgürlük elbette kastettiğim, yoksa gözle görülür bir özgürlük için verilmiş fire çok…
Haftanın her günü, günün her anı dolu olan bir kadın için zaman sayacı nasıl işliyor?
Durmuyor. Durduramıyoruz efendim! Çalışmaktan zaman mefhumunu yitirecek kadar hızlı… ‘Boş zamanlarımda’ diye başlayan bir cümle kurmayalı epey oldu ve bu durumdan çok hoşnutum. Hayat zihninin ayarı kadar güzel; benim ayarım da bu…
Bu denli yoğun çalışan bir kadının illaki takıntıları ya da alışkanlıkları vardır. Neler bunlar?
Seyahat etmek tazelenmemi sağlıyor. DJ performansları için gittiğim şehirlerin yanı sıra yakın mesafelere kaçmayı seviyorum. Çok hızlı akan bir süreci yavaşlatmak için elimden geleni yapıyorum; başka türlü enerjimi koruyamıyorum çünkü… Spa ve masaj olmazsa olmazım ve haftada bir arkadaşlarımla çıktığımız yemekler… Arnavutköy Balıkçısı’nın o muhteşem karidesli salatası ve Balıkçı Kahraman’da kalkan en aşerilesi tercihlerim.
Bu soruyu egonuz yanıtlasın o zaman, iyi özelliklerinizin neler olduğunu düşünüyorsunuz?
Sanırım en ‘aferin’lik tarafım işgüzar olmayışım. Üzerime vazife olmayan şeylere karışmıyorum. Her anlamda; iş, özel hayat, arkadaşlıklar, his dünyam… İnsanların kararlarına ve özel alanlarına saygımı korumaya dikkat eder, aynı özeni de isterim. Ancak çok kıymet veriyorsam fikrimi söyler ve üstelemeden beklerim. Bu da bir sabır ve irade işi bana göre. Zaman zaman en sevdiklerinizin hata yapmasını izlemek durumunda kalıyorsunuz. Bu tutumum her ne kadar mesafeli ve soğuk algısına sebebiyet verse de kişinin kendini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi diye bir hal var; böyle yetiştirildim ve öyle yaşamayı tercih ediyorum. Çok da faydasını gördüm, tavsiye ederim.
Amerikan Dili ve Edebiyatı üzerine eğitim aldınız. Ekrana olan geçiş nasıl oldu, sunuculuğa ilgi nereden doğdu?
Radyocuyum ben aslında. Her şey bir mikrofonun ardından paylaştıklarımla başladı. Sonra 5T5 müzik programım, haber macerası ve ardından ‘Biri Bizi Gözetliyor’. Popüler kültürün göbeğinde yaptığım işler zincirinin başlangıcıdır BBG. Türk televizyonlarının ilk reality-show programıdır. Bir kere bir işin hakkından layıkıyla gelince sana uygun görülen işlerin versiyonları da, ‘Bu işi bu yapar’ sınıflandırmasından benzerlik taşıyor elbette. Ezcümle, müzik yarışmaları ve reality-show’lar benim kategorim ve kariyerimi de ben planlamadım. Fırsatlar ve becerilerim bana mevcut alternatifler arasından seçim yaptırdı. Programcılığı tercih etmiştim; sunuculuk beni seçti. Meslek olarak kabul görmesi için de yaptığım işe gereken saygıyı göstermeye azami çaba gösteriyorum.
Çekim öncesi ya da sonrası ritüelleriniz var mı?
Çok iddialı bir ritüelim yok aslında. Yemek yemem yayın öncesinde; hafif bir öğünle atlatırım. Kendi anonslarımı yazmak gibi bir takıntım var, bu da ön hazırlık sürecinde vaktimi alan bir uğraş. Hepsi bu.
Ekrandayken mantıksız ve boş sözler karşısında sinirlerinizin bozulduğu yüzünüzden, çoğu kez de ses tonunuzdan anlaşılıyor. Bu durumla ilgili gelen pozitif ya da negatif eleştiriler oluyor mu? Eleştirilere yaklaşımınız nasıl?
Sorunun ne olduğunun bir önemi yok önemli olan senin soruna karşı tepkindir ya, öyle tuhaflıklar oluyor ki bazen, benim tecrübemi de aşan, beklemediğim yerden gelen tanımsız anlar yaşıyorum. Tepkilerim de fikirlerimin uzantısı aslında. Özellikle kullanıyorum mimiklerimi. Konuşmadan, bir şey söylemeden kurduğum cümleler oluyor o anlarda. Bunu kibir olarak anlayan, daha doğrusu yargılayan da var; sadece bu tepkiler için izleyen de… Bir anlamda izleyicinin algısına bağlı. Konuya herkesten daha vakıfım, meseleyi biliyorum. Buna rağmen gözümün içine baka baka bambaşka bir hikaye anlatılıyorsa karşımda, ben artık seyirciye bir işaret veririm; alan alır almak istemeyen almaz. Tuhaflığı görüp de onu hicvedemeyeceksek izleyiciyi aptal yerine koymak olur bu. Gözden kaçabilecekken kaçmaması gerekenlerin altını çizdiğimde hoşuna gitmeyenler, eleştiri kisvesinde hakaretlere sarılıyorlar sosyal medyada ama alıştım artık, etkilenmiyorum. Desinler değişemem çünkü kimsenin lafıyla sözüyle hareket eden biri değilim.
Özel hayatınızda kendinizle ilgili yanlış anlaşılma korkusu taşıyor musunuz?
Özel hayatımda irade sahibi ben olunca yaşıyorum, görüyorum ve bana zarar verenleri hayatımdan çıkartıyorum, olması gerektiği gibi. Dile kolay tabii… Hata yapmışsam gönül almayı ve özür dilemeyi bilirim ama önemli olan o hatayı yapmamak için gösterilen özen ve verilen emek. Yanlış anlaşılmalar da o aralıkta kendiliğinden çözülüveriyor nasılsa, neden korkayım? İşte bütün insani ilişkilerimde ben bu emeğe değer veriyorum.
Kamera karşısında duygularınızı kontrol etmek ne kadar kolay?
Bana göre zor değil. Farkındalık önemli, aynı anda her şeyin farkında olabilmek... Bant yayınının telafisi var; Allah canlı yayın kazasından korusun. Atom parçalamıyoruz ama lalettayin elimizi kolumuzu sallayıp da işe güce dalmıyoruz. Yaptığım bir şeyler var ki, geri dönüşünü alıyorum. Çok da hor görmeyeyim yani kendimi, sonra sevenler kızıyorlar.