Tüm ihtişamı ile Vatikan, güneşin Tiber nehrinin üstünden batışı, tüm o heykeller, sanat eserleri, kolezyum, aşk çeşmesi, ispanyol merdivenleri, bildiğimiz bilmediğimiz tüm tarihi yapıları, çöpsüz yolları, tertemiz suları, minnacık arabaları, motosikletleri, panjurları, daracık Arnavut kaldırımları, sessiz düzeni, huzuru ile Roma görülmeye, yaşanmaya değer.
Ama ben size benim Roma’mı anlatmak istiyorum…
ROMA… Eşimle geldiğim Roma’da, o maç sevdasına Napoli’ye gittiği için yalnızım. Ve bugünün büyük kısmını bu bağdaş kurduğum merdivenin tepesinde geçirdim. Her şey o kadar güzel, temiz, medeni, canlı ve mutlu görünüyor ki. Yüzü gülen her milletten insanla yan yana olmak iyi geldi. Herkes birbirine selam veriyor, yol veriyor, özür diliyor. Ortalık tertemiz. Bu kadar hoşgörüyü ve mutlu yüzü görmeyeli epeyce olmuş. Leopar desenli gözlüğü ile aramızda dolaşan polis kimseyi rahatsız etmiyor, gerektiğinde güler yüzü ile kibarca uyarıyor. Minicik elbiseli kızlar yerlerde oturuyor, kimse dönüp bakmıyor. Ben bu kızlar İstanbul’da olsaydı diye geçiriyorum aklımdan. Üzüntü bulutu geçiyor içimden. İşin komiği İtalyanlar bize o kadar benziyor ki. En büyük ve belki de tek şansları bu coğrafyada doğmuş olmaları diyorum kendi kendime.
SAYGI… Tarihe, doğaya ve insana müthiş bir saygı var her nefeste hissedilen. En küçük bir taş parçasını bile korumuşlar. Dört bir tarafınız sanat eseri, çeşmeler, heykeller, müzeler, galeriler… Şehir nefes alsın diye enfes bahçeler yaratmışlar. Çok ama çok kıskandım.
SU… Burası dünya başkentlerinden biri ve çeşmelerinden su içiliyor. Mümkün değilmiş gibi geliyor değil mi? Sokaklardaki onlarca çeşmeden bedelsiz, sınırsız ve mis gibi su akıyor. Sırf insanlar içsin diye. Biliyor musunuz ki Roma’da suya sadece turistler para verirmiş. Bu yanılgıya ben de düştüm ve tüm çok bilmişliğimle “pistir o çeşmeden akan su” dedim. Suya para verdim, Ee sonra biraz saçma geldi bu yaptığım millet lıkır lıkır içerken. Şimdi kendime gülüyorum.
MEYDAN… Roma demek meydan demek. Sokaklar hep bir meydana çıkıyor. Meydanları heykeller, çeşmeler ve insanlar süslüyor. İnsanlar oturuyor, yazı yazıyor, çizim yapıyor, okuyor, sohbet ediyor, dinleniyor. Sokak müzisyenleri var ve her birini dinlemek ayrı zevk. Yolda yürüyen biri birden bire şarkı söylemeye başlıyor sonra bir diğeri. Önce ne oluyor derken sonra bunun koreografi olduğunu anlıyorsunuz. Şarkılarını söylüyorlar ve gidiyorlar. Gösterişsiz ve en doğal haliyle.
TÜRK'ÜN GÜCÜ… Roma’da İtalyan'dan sonra en çok olan millet biziz. Kesin bilgi yayalım. Bu nedir? Sağdan soldan Türk fışkırıyor. Hiç bu kadar çok Türk’ün olduğu bir yurt dışı seyahatine gitmemiştim. Üstüne bir de BJK-Napoli maçı için gelen ateşli taraftarlar eklendi. Geceleri coşup tezahüratlarla sokakları inlettiler maç öncesi günlerde. Bunu bir sokak gösterisi sanan turistlerin bolca alkışını aldılar. Ben bu kadar kendini kaptırmanın abartı olduğunu düşünen kesimdeyim ama Beşiktaş’ı tebrik etmek de boynumun borcu. Canhıraş maça giden eşimin yüzünü güldürdüler bu bana yeter!
ÖZENDİM… Kimse kimseden yardım istemiyor. Yardıma ihtiyacı olanı gözler görüyor ve doğal akışta yardımcı oluyorlar. Mesela engellilere her kapı açılıyor. Sıra beklemiyorlar. Ne çok şeye özendim ben bu Roma’da…
MERKEZ ROMA… Gelmeyi düşünürseniz tam da kalmanız gereken bölge. Gelir de birtakım blogları okuyarak merkez tren istasyonu Termini’nin yakınında kalırsanız çekersiniz. Roma dediğin minik bir yer. En uzak yere maksimum yarım saatte yürüyorsunuz. Siz beni dinleyin tercihinizi merkezde, Aşk Çeşmesi veya İspanyol merdivenleri yakınında bir yerden yana kullanın.
PİZZA-MAKARNA-DONDURMA… Bermuda şeytan üçgeni. Roma’da yürümezseniz kilo almanız kaçınılmaz. Bu üçlü aklınızı alabilir. Hemen hemen her yerde güzel. Kokusuna dayanamadığım için Avrupa ülkelerinde yaşadığım büyük sıkıntı olan domuz eti/yağı kullanılmayanları bulmaya çalışarak karnımı doyuruyorum. Ama dondurmaya kafamı sokasım geliyor her yiyişimde. Favori yiyeceğim her şartta ve koşulda dondurma!
ALIŞVERİŞ… Özellikle de kıyafet alışverişi Roma’da yapılası bir aktivite değil. Ultra lüks markalar sıra sıra dizilmiş. Ancak biz sıradan kullar için öyle baş döndürücü, akıllara zarar, mutlaka almalıyım dedirten ürünlere pek rastlamadım. Türkiye’de olmadığı zamanlarda yurt dışında mutlaka uğranılan ucuz alışveriş noktası H&M bile Türkiye’den pahalı burada.
FOTOĞRAF... Herkes her şeyin, her yerin, birbirinin ve kendinin fotoğrafını çekiyor. Burada oturduğum yerde de onlarca insan en güzel açıyı bulmaya çalışıyor. Kaç milletten kaç kişinin fotoğrafında, arkada ben varım şu an acaba? Kaç kişi o fotoğrafa bakarken, arkada bağdaş kurmuş yazı yazan bana söylenecek, bunun burada ne işi var diye? Üstelik birkaç tanesine gülmüşlüğüm de var…
KOKU… İtalyanlar güzel kokuyor. Pahalı parfümlerden bahsetmiyorum. Belli ki temizler. Ter kokusu duymak bir yana dursun bildiğimiz beyaz sabun kokusu vardır ya onu duyuyorum çoğu yerde. Benim için başlı başına bir mutluluk nedeni…
TRASTEVERE… Ahhh Trastevere. Kalbimi çalan, aklımı çelen Trastevere. İtalyan filmlerinden fırlamış daracık Arnavut kaldırımlı sokakları, zamanın sakin işlediği cafeleri, sarmaşık sarılmış binaları, zaman içinde yolculuk yapmışsın hissi uyandıran detayları ile Trastevere. Roma tüm ihtişamı ile görülmeli ama Trastevere’ye ayrı ve özel bir zaman ayrılmalı. Kafelerinde oturmalı, bir şişe şarap açtırmalı, hiçbir şey yapmasan da gelene geçene bakarak öylece durulmalı. Nefes almalı bol bol. Bir not; Ferzan Özpetek’in evi de burada yer alıyor.
ANLAR… Bir an’ı hafızanıza kazımak için uzun uzun ona baktığınız veya onu dinlediğiniz oluyor mu sizin de? Sanki o an’ı ne kadar çok hissedersen veya görürsen o kadar unutmayacakmışsın gibi. İstediğin her an hatırlayarak içini sıcacık yapabilecekmişsin gibi. Şu anda Roma’daki muhteşem yalnızlığıma, harika bir hava, ‘Imagine’ çalan sokak müzisyeni, leziz bir şarap eşlik ediyor. Karşımda burası Roma diye bağıran panjurlu camları ile birkaç bina ve yolun sonunda şen şakrak bir meydan var. Herkes gülüyor. Mutlu görünüyor. Bir masalın ortasında gibiyim. Ben de bu an’ı size anlatarak hapsettim zihnime. Böyle anların hepimiz için çoğalması dileği ile…
Sevgiler...
Deniz Çakmakcı