Tüm görkemiyle... Özge Özacar

Canlandırdığı rollerin hakkını vererek, daha yolun başında olmasına rağmen adından söz ettiren Özge Özacar, tüm görkemiyle karşımızda.

Elele yaz kapağı için hazırlıklarımızı tamamlayıp heyecan içinde Pendik Marintürk Marina için yola çıkıyoruz... Tüm ekip aldığımız notlardan eksikleri kontrol ederken; her şeyin kusursuz olması hepimizin tek dileği. İstanbul’un belki de en sıcağı diyebileceğimiz bir günde, erken saatlerde marinaya ulaşıyoruz. Herkes sabırsızlıkla, tüm sezon merakla izlediği bir oyuncunun gelmesini bekliyor. Bir süre sonra Özge Özacar kapıda görünüyor. Uçaktan yeni inmiş, biraz yorgun olmasına ve sıcağa rağmen tüm ekibi güler yüzüyle karşılıyor. Kızılcık Şerbeti’nde canlandırdığı Görkem karakterine o kadar aşinayım ki, tanışırken bir an bazı replikleri duyacak gibi hissediyorum. Disiplinli bir şekilde ve kuralları doğrultusunda çalışmayı seviyor. Ekibin çoğuyla daha önce de çalıştığı için rahat ve samimi ama bir o kadar da titiz. Bakışları ve kendinden emin tavrıyla hayatta neyi isteyip, neyi istemediğini bildiğini hissettiriyor. Yer aldığı tüm projelerden edindiği deneyimler için yolunun kesiştiği herkese müteşekkir. Seçimleri için ‘keşke’ değil, ‘iyi ki’ diyenlerden. İstanbul güneşinin sıcağını hafifleten, denizden gelen tatlı bir rüzgar eşliğinde Özge Özacar’la hayatı, planları ve kariyeri üzerine konuşuyoruz.

Elele Temmuz-Ağustos 2024 sayısından

RÖPORTAJ: CEYDA GÜNSÜR
FOTOĞRAF: BATURALP YILMAZ
STYLING: MİNA TANAY & BURCU ÇAM/816 STYLING
SAÇ: ERDEM GÜL
MAKYAJ: HİDAYET KORKMAZ
FOTOĞRAF: ASİSTANI EMRE TAŞTEKİN
STYLING ASİSTANI: SELİN SOYDAN
TEZMARİN’E AQUILA POWER CATAMARAN ‘AQUILA 42 YACHT’ İLE VERDİKLERİ DESTEK İÇİN TEŞEKKÜR EDERİZ.

Elbise, Mirela Cerica / Güneş gözlüğü, LOEWE (Brand Eyes) / Yüzükler, Kısmet by Milka

Özge Özacar’ı yakından tanımak isteriz… Çocukluğunuzdan bahseder misiniz, nasıl bir ailede büyüdünüz? Bugünlere baktığınızda sizi siz yapan değerler oluşturan hangi anılar belleğinizde?
Evdeki kitaplarına, sokaktaki gördüğü çiçeklere, etrafında olanlara hep meraklı bir çocuktum. Hala daha o zamanki heyecanımı, çocuksu yaşama sevincimi koruyor olmaktan çok mutluyum. Her daim çok çalışkan bir öğrenciydim. Öğrenmeyi, öğrendiklerimi paylaşmayı çok severdim. Çocukluğumdan kalan notlarıma baktığımda da, hep iletişime, sanata yönelik meslekleri yazdığımı, o alanlara dair hayaller kurduğumu görmek, ne istediğimi içten içe hep hissetmiş olmak beni çok mutlu ediyor. Çok şükür ki şu anda da sevdiğim işi yapabiliyorum.

Aslında meslektaş sayılırız, hatta okuldaşız… Gazetecilik okumak tercihiniz miydi? Çalıştınız mı bu alanda?
Evet! Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik mezunuyum. Üniversite sınavlarına hazırlanırken yabancı dil sınavına da girmiştim. Yabancı dillere merakım o yaşlarımdan geliyor. Fransızca öğretmenliğine de puanım tuttuğu için öğretmenlik ve gazetecilik arasında gidip geldim. Tercih listemi onaya yollarken üzerinde iyice düşünüp, kalbimin İletişim Fakültesi’ne daha yakın olduğuna ve formasyonumu bu alanda edinmek istediğime emin oldum. Haber ve belgesel programları ağırlıklı olmak üzere daha önce bu alanda da çalıştım.

Hırka, H&M/Mayo, Anais & Margaux Paris/Şort, Free People (Vakkorama)/Küpe, Zeynep Aksoy Jewelry

Oyunculuk hayaliniz miydi? Hangi noktada hayatınıza girdi?
Lisede sinema kulübümüzde Hitchcock’un Vertigo’sunu izleyerek artan sinema merakım beni üniversitenin ilk yılı hobi olarak başladığım dramaya, oradan da her sene artan heyecanımla mesleğimde bu noktaya taşıdı. Hayatın kendi akışı içinde, zamanla ama nihayetinde istikrar ve kararlılıkla bugüne geldik. 2025’te mesleğimde 10’uncu yılımı tamamlamış olacağım.

Çok değerli oyuncularımız var. Size ilham kaynağı olan, idolünüz olan isim ya da isimler var mıydı?
Her röportajımda ismini anmadan geçmediğim, canım Haluk abim (Bilginer) her zaman idolüm. Emeğime, üretimime sahip çıkmam ve inandığım yolda ayaklarım yere sağlam basarak yürümem için beni her daim motive eden destek olan, en büyük ilhamım kendisidir.

İlk canlandırdığınız rol hangisiydi? Oyunculukla ilgili bakış açınızı değiştiren bir etkisi oldu mu?
Profesyonel kariyerimin ilk işi Cem Karcı’nın yönetmenliğinde ‘Tatlı Küçük Yalancılar’dı. Şu an hepsi çok başarılı, kıymetli yerlere gelmiş isimlerden oluşan, bir yandan o dönem hepimizin yolun başında olduğumuz genç oyunculardan oluşan bir ekiptik. Hikayemizin ön hazırlık sürecinde de gençler olarak hocamız Bahar Kerimoğlu’yla sahnelerimizi çalışmıştık. O atölye süreci, sahneleri hep birlikte deneyimlememiz, yeni perspektifler kazanışımız, sahneye ve karaktere doğru soruları sormayı öğrenmek bana tüm kariyerimde her senaryo hazırlığımda faydalandığım bir metot kazandırmış oldu. Çok müteşekkirim.

Seçimlerimin sonucunda gerçekleşenin olabilecek en iyi ihtimal olduğuna ve onu yaşadığıma dair tevekkülüm çok büyük. Kendimden yaş aldıkça en büyük dileğim, seçimlerimin her daim kendime ait olması.

Bluz, ILA/Şort, MEHTAP ELAIDI/Küpe, Kısmet by Milka

Çoğu kişi sizi Bursa Bülbülü’ndeki rolünüzle tanıdı. Ata Demirer’le yollarınız nasıl kesişti? Çok keyifli bir set ortamı olduğunu tahmin edebiliyoruz…
Bursa Bülbülü’nde canlandırdığım Arzu Neşe benim için de kariyerimin en kıymetli noktasıdır. Ata gibi on parmağında on marifet olan, deneyimlerinden çok şey öğrendiğim ve karşılıklı oynadığımız için kendimi çok şanslı hissettiğim bir efsane ile sinemamız için üretebilmek unutulmaz bir deneyim. Arzu Neşe için görüşmeler sürerken hem yapım hem cast ekibi hem de Cem’in (Gelinoğlu) önerileriyle aynı anda birçok kişiden ismim düşünülünce, ilk olarak yönetmenimiz Hakan hocamızla (Algül) tanışma toplantısı yaptık. Bir sonraki görüşmemizde de Ata ile bir araya geldik ve hikayemiz başladı.

Ve tabii ki Kızılcık Şerbeti… Görkem karakterinin senaryoya dahil olmasıyla her bölümü adeta nefessiz izledik. Bu rolü canlandırırken “Artık bu kadar da olmaz!” dediğiniz oldu mu?
Görkem kendine özgü hikayesiyle, çatışmalarıyla, uç noktalarıyla bende kesinlikle büyük bir heyecan uyandırdı. İkili bir yaşam sürmek zorunda bırakıldığı hikayesi, ailesi içindeki koşullu sevilişi, iş hayatında var olmak istemesi, içindeki gücün her geçen gün farkına varışı, kendimi korumam gerek kaygısının onu giderek hırçınlaştırması, evliliği derken her şeyi dorukta yaşayan bir kadın. Nilay tarafından saldırıya uğramış izlenimi vermek için kendini hırpaladığı sahne, ilk okuduğumda bana da “Vay canına!” dedirtti diyebilirim.

Görkem karakteri aile ilişkilerini göz ardı ettiğimizde kendi ayakları üzerinde duran, meslek sahibi bir kadın. Türkiye’de kadınların iş dünyasından uzak durmaları, çalışanların da çocuk sahibi olduktan sonra ev hayatına dönmeleri konusunda ne düşünüyorsunuz?
Görkem aile şirketlerinde söz hakkına sahip olabilmek için abisiyle karşı karşıya kaldığı ikili bir mücadele içinde bırakılıyor. Fakat bu süreçte kendine olan inancı onu ayakta tutan, güç veren bir unsur oldu diyebilirim. Türkiye’de ise günümüzde kadınlar olarak artan toplumsal bilinçle daha iyi şartlarda, eşit koşullarda iş hayatında var olabilmek için birbirimize destek olduğumuza çok inanıyorum. Dünyanın birçok noktasında kadınların adil maaş ve çalışma koşullarına sahip olabilmesi için de yine mücadeleler veriliyor. Bizlerin göreviyse, bizden sonra gelecek nesillerin şu an tartıştığımız ve çözüm aradığımız bu cinsiyet adaletsizliklerinin içine doğmamaları adına birlik olmak. Adil bir ekonomik düzen için kendi iş alanlarımızda farkındalık yaratmak ve aksiyonlar almak diyebilirim.

Sizin ilk Cannes deneyiminiz değildi. Geçtiğimiz yıl film festivaline de katılmıştınız. Kırmızı Halı’da dünyaca ünlü oyuncularla birlikte yürümek ve o atmosferi yaşamak nasıl bir deneyimdi?
Evet, İtalyan bir markadan aldığım davetle ikinci kez Cannes deneyimi yaşadım. Cannes, Venedik, Berlinal gibi uluslararası festivaller çok kıymetli büyük bütçeli organizasyonlar. Yapımcıların, yönetmenlerin, oyuncuların, senaristlerin, teknik ekiplerin, sanat çalışanlarının, reklam verenlerin ve dahasının dünyanın dört bir yanından bir araya gelip tanışmaları ve yeni hikayeler üretebilmek için fikir teatileri yapmaları beni mesleğimin geleceğine dair de heyecanlandırıyor. Türkiye’de de, Adana’da Altın Koza’ya; Antalya’da Altın Portakal’a muhakkak akredite oluyorum. Kendi güney sahilimizden başlayarak; uluslararası film festivallerini kendim için vizyonumu genişletecek daha güçlü hedefler kurup motive edecek bir profesyonel deneyim alanı olarak görüyorum. Cannes’da otelime döndüğüm bir gece asansörde Emma Stone ve William Dafoe ile karşılaşıp Poor Things üzerine konuşabilmek, üretimlerine dair bende uyanan heyecanı bizatihi paylaşabilmek festivallerde yaşadığım harika anılarımdan sadece biri. Bu yüzden her gidişimde daha da iyi nasıl olur merakım artıyor.

Hayatımdaki kişiyle kurduğumuz iletişim, birbirimizle paylaşımımız hayatın ve dünyanın tüm bu koşturmacası içinde kendimize daha çok sahip çıkıp, ışığımızı yaymak için birbirimize güç verirse, işte o zaman aşk çok güzel.

Bir oyuncu için yurt dışına açılmak için yabancı dil bilmemek en büyük engel. Çoğu oyuncu bu sıkıntıyı yaşarken, siz hem İngilizce hem de Fransızcayı çok iyi konuşabiliyorsunuz. Bu, sizin gibi genç bir oyuncu için çok büyük bir avantaj. Planlarınızın arasında oyunculuğunuzu yurt dışına taşımak var mı? Kiminle oynamak istersiniz?
Türkiye’deki işlerimin yanı sıra farklı dillerde canlandırmam gereken karakterler için de bir yandan audition veriyorum. İngilizce konuşabilmek, dünya sineması içinde yer bulabilmek adına kesinlikle çok büyük imkan sağlıyor. Çocukluğumdan gelen dil öğrenme merakım, farklı lisanları hızlı öğrenebilmemi ve aksan kolaylığı sağladı. Fransızcayı da üniversitede öğrendim. Diğer sorunuza gelecek olursam da kesinlikle Benedict Cumberbatch ve Andrew Scott karşılıklı oynamak hayali ile tutuştuğum iki isim. Komedi, dram fark etmeksizin her duyguyu yansıtarak, doruklarda yaşayan izlemekten çok keyif aldığım oyuncular ikisi de. Pandemi döneminde Benedict Cumberbatch’in National Theatre’daki Frankenstein performansını seyrederken adeta mest oldum!

Oyunculuk dışarıdan bakıldığında hep keyif anları ile yansıyor olsa da, set günlerinin yoğunluğu ve uzun çalışma saatlerinin yorgunluğu da tartışılmaz bir gerçek. Özellikle Türkiye’de dizilerin yayın süresinin uzunluğu ile ilgili neler düşünüyorsunuz?
Dizi sürelerinin bugünkü uzunluğu ile yayın yetiştirme telaşının yazan, oynayan, çeken tüm iş arkadaşlarım için çok zorlu olduğunu kesinlikle söyleyebilirim. Bu zorlukların yanı sıra, üretimlerimizin kalitesinin giderek artmasını çok arzu ettiğim için kesinlikle dizi sürelerinin kısalması gerektiğini savunuyorum. Özellikle dramalarımızın, dünyanın dört bir yanından izleyicisini bulduğu, Amerika’dan sonra içerik satışlarında ikinci sırayı aldığı bir konuma sahipken ve çok kaliteli işler üretirken, sürelerin kısalmasının hikayelerimizin sanatsal kalitesini artıracağını düşünüyorum.

Meslekte 10’uncu yılınızı doldurduğunuzu biliyoruz. Geriye dönüp baktığınızda neler iz bıraktı? “Keşke yapmasaydım, ya da şu kararı almasaydım” dediğiniz anlar var mı?
Şu an 29 yaşımdayım. Her seçimimi ve her seçmeyişimi o günkü bilincimle o günkü şartlarım içinde en hayırlı olacağına inandığım şekilde yaptım ve yaşadım. Her zaman hayal ettiğim, umduğum sonuçlar olmasa da, olanın her daim olabilecek en iyi ihtimal olduğuna ve onu yaşadığıma dair tevekkülüm çok büyük. Kendimden yaş aldıkça en büyük dileğim, seçimlerimin her daim kendime ait olması. Seçimlerimin sorumluluğunu aldığımda, iyisi ve kötüsüyle her sonuca gönlümde bir huzur ve kabul bulabiliyorum.

Türkiye’de günümüzde kadınlar olarak artan toplumsal bilinçle daha iyi şartlarda, eşit koşullarda iş hayatında var olabilmek için birbirimize destek olduğumuzu düşünüyorum.

Elbise, ILA/Sandalet, H&M/Küpe, The Ninon/Yüzük, Zeynep Aksoy Jewelry

Uzak gibi görünüyor ama yıllar hızla geçiyor. On yıl sonrası için hedefleriniz neler? Kendiniz görmek istediğiniz yer neresi?
Spesifik nokta atışı hedeflerin insanı esnek kalmaktan uzak tuttuğunu düşünüyorum. Sanat alanında üretim yapan biri olarak, hedef odaklı başarma arzusundan ziyade; kaliteli üretim odaklı bir tutkuyla kendimi başarıya motive etmek bana daha sağlıklı geliyor. On yıl sonra ise hala çalışabilecek, üretebilecek sağlıkta; daha da farklı rollerde yer alabilecek yetkinlikte kendini yetiştirmiş, dünya vatandaşı addedebileceğim bir entelektüel birikim edinmiş, çok mutlu, sevmiş ve sevilmiş bir kadın olarak görmeyi istiyorum.

Bazı hayaller vardır. “Onu da gerçekleştirsem çok mutlu olurum” diye düşündüğünüz bir şey var mı?
Cannes’da Lumiere Salonu’nda festivali deneyimlemek beni mesleğime dair çok heyecanlandırmıştı. Orada filmimin prömiyerini gerçekleştirmek, festivalde yarışmak bir oyuncu olarak nasip olmasını dilediğim bir deneyim.

Gelecek sezon Kızılcık Şerbeti devam edecek. Final öyle bir yerde bitti ki merakla bekliyoruz…
Final çekerken de tüm ekip hepimizi çok heyecanlandırdı diyebilirim. İzleyicimizin de beklentilerini karşılayıp aynı heyecanı paylaştığımız için çok mutluyum. Yeni sezonda da dilerim ki bu heyecan tüm sezon baki olur.

Enerjiyi hep yüksek ve pozitif tutmak kimi zaman bu hayat koşullarında pek mümkün olmuyor. Siz neler yapıyorsunuz? Moraliniz bozulduğunda kendinizi o histen çıkarmak için yöntemleriniz var mı?
Kendimi güçsüz ya da yorgun ya da yolumu kaybetmiş hissettiğim anlar pek tabii ki oluyor. Bu anlarımda kendimden kaçmak yerine, yüzleşmeyi ve o duygumun içinde kalmayı seviyorum. Böyle kriz anlarının yaş almakla da beraber, beni bana yaklaştırdığını fark ediyorum. Kendime öz şefkatle yaklaşmak, dua etmek, dostlarımdan ve ailemden güç bulmak bana iyi gelen, huzur veren çarelerim diyebilirim.

Pandemi sonrası çoğumuz “Anı yaşa” mottosunu düstur edindik. Siz de böyle hissettiniz mi? ‘An’a mı önem verirsiniz, yoksa uzak görünse de geleceği planlayarak mı yaşarsınız?
Sorumluluk almayı seven bir yapım olduğu için bunu güzel bir dengede yaşadığıma inanıyorum. O “an” içinde işimi layığıyla yaptığımda, dostlarımla ettiğim sohbeti gözlerinin içine bakıp kalbi bir yerden gerçekleştirdiğimde, sevgimi dolu dolu yaşadığımda arzu ettiğim geleceğe, an dediğimiz deneyimlerin beni kendiliğinden olmam gereken yere götürdüğüne yürekten inanıyorum. O yüzden geleceğin hayalini bir yaşama sevinci olarak temel alıp, bir yandan da yarının olmayacağını kendime unutturmamak, aldığım her nefese şükrettirip beni dengede tutuyor.

Kendilik bilinci gelişmiş; varlığına merak duyan, ihtiyaçlarının ve sınırlarının farkında, birey olma beceresi edinmiş bir kişi sadece insan ilişkilerinde değil, çevresindeki her deneyimi farkındalıkla yaşıyor ve sağlıklı bağ kurma beceresi ediniyor.

Teknolojinin hızla ilerlemesi, sosyal medyadaki anlık paylaşımlar, bugünlerde gündemimizde olan yapay zeka ile gerçeklik algısının sorgulanması vb. kısaca her şey çok çabuk tüketiliyor ve samimiyetten uzaklaşılıyor. Kimsenin beklemeye ya da bir başkasının hayatındaki herhangi bir sorunla yüzleşme ya da yaşamı ağırdan almaya tahammülü yok. En ufak bir krizde vazgeçip, “Evet sıradaki!” deyip yola devam etmek tercih ediliyor. Eskiye nazaran kadın-erkek fark etmiyor, çoğunluk derinlik yerine yüzeyselliğin peşinde. Günümüz ilişkilerini siz nasıl yorumluyorsunuz?
Bence bu noktada en büyük eksiklik kendilik bilinci. Yıllar geçerken, teknolojik gelişmeler ne kadar ardı sıra yaşanıyor olsa da, kendilik bilinci gelişmiş; varlığına merak duyan, ihtiyaçlarının, sınırlarının farkında, birey olma becerisi edinmiş bir kişi, değil sadece insan ilişkisi çevresindeki her deneyimi farkındalıkla yaşıyor ve sağlıklı bağ kurma beceresi ediniyor. O yüzden teknolojiyi kötüleyip aradan çekilmek yerine, bu gelişmeler içerisinde özümüzü nasıl koruyabiliriz sorusu bana daha yapıcı ve geleceğimiz için daha gerçekçi bir çözüm yolu geliyor.

Sizin ideal ilişki tarifiniz var mı?
Beraber yol arkadaşlığı ettiğim insanın, kendini olduğu en gerçek haliyle, en içten şekilde sevebilmesi için ona eşlik etmek isterim. Kendini en yalın haliyle gerçekten severse, bana da çevresine de aynı merhamet ve şefkatle sevgisini zaten içgüdüsel olarak paylaşacaktır. Hayatının normali, kullanacağı dil o sevgi hali olacaktır. Kurduğumuz iletişim, birbirimizle paylaşımımız hayatın ve dünyanın tüm bu koşturmacası içinde kendimize daha çok sahip çıkıp, ışığımızı yaymak için birbirimize güç verirse, işte o zaman aşk çok güzel.

Uzun ve yoğun bir dönemden sonra yaz için planlarınız neler?
Dediğiniz gibi çok yoğun bir sezon geçirdik. Çalışma saatlerimiz, tempomuz sezon tamamlandığında kesinlikle bir nefes alma ihtiyacı doğuruyor. Beni heyecanlandıran bazı tatil planlarım ve başlamak için sabırsızlandığım birtakım projeler var. Hem dinlenip hem sakince üreteceğim bir yaz olacak!

Kendinize bakmayı sever misiniz? Set dışında makyajla aranız nasıl? Cilt bakımınızda olmazsa olmaz diyeceğiniz rutinler ya da reçeteleriniz var mıdır?
Bedenime ve ruhuma iyi bakmayı çok önemsiyor ve önceliklendiriyorum. Kesinlikle en büyük motivasyonum sağlıklı yaş alabilmek. Cilt bakımım için Kiehls, Clinique, Origin’s, Estée Lauder gibi markaların nemlendirici ve gece kremlerini kullandığım bir günlük rutinim var. Onun dışında gül suyu olmazsa olmazım. Hamama gitmek, spa’da geçireceğim bir gün de benim için yenilenmek için vazgeçilmezlerim arasında.

Elbise, H&M/Küpe, H&M

İşimi layığıyla yaptığımda, dostlarımla ettiğim sohbeti gözlerinin içine bakıp kalbi bir yerden gerçekleştirdiğimde, sevgimi dolu dolu yaşadığımda arzu ettiğim geleceğe, an dediğimiz deneyimlerin beni kendiliğinden olmam gereken yere götürdüğüne yürekten inanıyorum.

TEK BAKIŞTA

  • Doğruluk mu, cesaret mi?
    Doğruluk.
  • Kendini en çok nerede mutlu hisseder?
    Ailem ve dostlarımla bir arada olduğum her yer.
  • ‘Asla’ yapmam dediği bir şey?
    İftira atmak.
  • En sevdiği şarkı?
    Paco de Lucia-Entre Dos Aguas.
  • Neyi affetmez?
    Güvenimin, iyi niyetimin suistimal edilmesi ve adaletsizlik.
  • Kendini 3 kelimeyle anlatsa?
    Çalışkan, neşeli, inançlı.
  • Vazgeçemem dediği bir şey var mıdır?
    Müzik.
  • Çantasında mutlaka olan 3 şey nedir?
    Kitabım, kulaklığım, annemin hediyesi inci tesbihim.
  • En çok hangi özelliğini beğenir?
    Yaşama duyduğum heyecan ve merak.
  • Haklı olmak mı, mutlu olmak mı?
    Mutlu olmak.
  • İstanbul’da en çok nereyi sever?
    Beyoğlu.
  • Neyi yemekten bıkmaz?
    Anneannemin zeytinyağlı yaprak sarması!
  • En çok kimi arar?
    Can dostum, Özlem’i.
Pınar Altuğ ve Yağmur Atacan'ın kızları Su 15 yaşına girdi! Eşi ve kızlarıyla Mauritius'a giden Sinem Kobal'dan yeni kareler İşte Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin Osman'ı Emir Berke Zincidi 90'lı yılların yakışıklısıydı... İşte Kaan Girgin'in son hali... 'Kızılcık Şerbeti'nden yeni 2. fragman: Daha önce tanışmış mıydık Demet Şener: Sevgilime gönülden bağlıyım, evlilik şart değil