Yalnızlık senfonisi

Ressam Edward Hopper’ın bundan yıllar önce resmettiği yalnız kadınları, bugünün teknoloji ve alışveriş çılgınlığının etkisiyle nasıl görünürdü?

Dolunay Soysert, Damla Sönmez, Funda Eryiğit, Jülide Ateş ve Tülay Günal ile birlikte yeniden yorumladığımız tablolarda mücevher sevgisi alışveriş torbalarına, teknolojinin kucağındaki yalnızlıksa suni kalabalıklara dönüşüyor.

Röportaj: Simay Engür
Fotoğraf: Pelin Kaçar
Styling: Zeynep Şimşek
Saç: Akın Ünal
Makyaj: Erkan Uluç, Erdem Şahanlı
Fotoğraf Asistanı: Samet Türkan
Styling Asistanı: Tuğba Çeştan
Saç Tasarım: Çağrı Çelikdağ
Kıyafetler için; Douze Studio, Network, Sibi Hats, Closh, Lanvin, Cihan Nacar, Christian Louboutin, Zeynep Erdoğan’a teşekkür ederiz.



Funda Eryiğit
Oyuncu
“Düşünerek, üreterek anı yaşayabiliyorum”
Edward Hopper’ın resimlerindeki kadınlarda, yalnızlık ve hüzünlü bir boşluk var. Bugün de çok büyük bir fark yok aslında, hatta üzerimize çok daha fazla etiket yapıştırılmış durumda. Modern yalnız kadınlar, hayatları üzerinde daha çok inisiyatif alabiliyor; ama şu anda kafamızda ‘olmamız gereken kadın’ imajı var maalesef. Çalış, kariyer yap, yuvanı kur, güzel görün, anne ol, erkeğe ihtiyacın olmasın... Jilet gibi bir takım elbise, fönlü saçlar ve kucağında çocuğuyla arabadan inen bir kadın düşünün, çok kaliteli bir fotoğraf değil mi? Bu tablolarda da o dönemin koşullarıyla, başka şekillerde sınırlanmış kadınlar vardır eminim. Elbette birçok kalıbın temelinde sosyal bir gruba dahil olma arzusu var ve bence bu çok insani. Asıl sorun, bir gruba dahil olmak için nelerden vazgeçmek zorunda olduğumuz ya da kendimize ait olmayan neleri benimsediğimiz. Çünkü bazen kabul görmek, beğenilmek adına tek tipleşmiş davranışları ve görünümleri kabul ediyoruz. Herkesin beni sevmesi ve beğenmesi gerekmiyor aslında. Bu cümleyi ilk kurduğumda hayat çok değişti benim için. Ben yalnız kaldığımda düşünerek üreterek anı yaşayabiliyorum mesela; doğayla baş başa kaldığımda da bunu hissediyorum.



Dolunay Soysert
Oyuncu
“Orijinalliğimizin katili oluyoruz”
Edward Hopper çağımızın insanını resmetseydi, sanırım ellerinde cep telefonuyla ya da kendini lüks tüketime kaptırmış insanları çizerek yalnızlığı anlatacaktı. Onun eserlerinde hissettiğimiz iç dünyanın vücut bulmuş, duygu yüklü insan halleri. Bu zamandaysa yüzünde hiçbir ifadesi olmayan, boş bakan figürler resmederdi muhtemelen. Yalnızlığa gelirsek de seçerek yaşıyorsanız, çok kıymetli. Zamanımı istediğim gibi geçirip sorgusuz ve yargısız kullanmayı ve istediğim zaman yalnızlığıma son verip insanlarla tekrar iletişime geçmeyi seviyorum. Bu beni özgür de hissettiriyor. Ancak bazen yaratıcılığı, çok sesliliği, ayrı fikirlerin çatışmasından doğan yeni fikirleri, tek kalmaktan korktuğumuz için bir kenara itiyoruz. Kalabalığın kuvvetine ve gücüne aldanıp farklı olmanın riskindense, tek tipleşmenin hayatımızı kolaylaştıracağını düşünüyoruz. Tüm bunları kendine ihanet olarak görüyorum. Fikirsizlik, duygusuzluk ve hatta korkaklık gibi geliyor kalabalığın peşinden gitmek; orijinalliğimizin katili oluyoruz. Kısacası benim yalnızlığım değerlidir; çünkü kullanım süresi var benim tarafımdan belirlenen... Kaygılarımdan uzak ve anı yaşamak için bir ritüel yaratmaya da ihtiyaç duymuyorum artık. Bunu bir süredir yaşam şekli haline getirdim. Elbette ki ara sıra kaygılar hızla yayılan bir hastalık gibi, her yerimi sarabiliyor. Ama unutmayın ki sorunun içinde, formülü de gizli. Ritüelsiz, sadece kendime zaman tanıyarak; zamanı da ‘an’la sınırlayarak kendimi sakinleştirmeyi başarabiliyorum.



Tülay Günal
Oyuncu
“Anı  yaşadığım yegane  yer  tiyatro sahnesi”
Söz konusu bir sanat eseriyse, daha ziyade sizde yarattığı hislere ve anlamlara teslim edersiniz kendinizi. Daha sonra onu kavramaya, keşfetmeye çalışırsınız. Hopper’ın, 1920’lerin sonunda başlayan, 1930’ların başında derin ve sarsıcı etkisini hissettiren dünya tarihinin en ciddi ekonomik krizlerinden birinin yaşandığı döneme tanık olduğunu unutmayalım. Onun eserlerindeki izole hayatlar ve melankoli, sert kapitalizmin yalnızlaştırdığı, yabancılaştırdığı insanlara işaret ediyor. Bugünkü manzaraya bakarsak, yalnızlığı yaşama hallerimiz de değişti. Gerçek anlamda bir sosyalleşme yok, gerçek anlamda bir medya yok. Ama sosyal medya üzerinden birbirini hiç tanımayan insanların kavgalarına ya da arkadaşlıklarına tanık oluyoruz. Bu belki de ‘yalnız değilim’ demenin başka bir yolu. Bir de bir gruba dahil olmaya çalışma durumu var tabii ki… Bana iyi hisler veren bir durum değil; hatta çoğu zaman itici gelmiştir. Bu halin insanı köhneleştirdiğini düşünürüm. Bununla birlikte bireyselleşmeyi, sanki güçlü karakter, sağlam kişilikmiş gibi algılayan zamane hallerine de mesafeliyim. Edward Hopper, büyük ihtimal yaşadığı kaygılar dolayısıyla sanatını yükseltmiş, dönemine tanıklık etmiş bir ressam. Benim de kaygılardan uzak, anı yaşadığım yegane yer tiyatro sahnesi.



Damla Sönmez
Oyuncu
“Kendine  yapabileceğin en güzel şeydir  tek başınalık”
Sadece kadınlar için değil tüm insanlar için yalnızlık kavramı değişiyor, hatta korkunçlaşmış durumda. Bir kafede otururken bile tamamen kendi halimizde kalamıyoruz artık. Teknolojinin ve özellikle sosyal medyanın yarattığı sanal kalabalığın, insanı yalnız kalmaktan hoşlanmayan, kuru gürültüye bağımlı bir hale getirmesine ramak kalmış durumda. Bunun yanı sıra tek başınalık çok besleyici olabiliyor. Bunu hatırlamak, tek başınalıktan keyif almak bir çeşit pratik gerektiriyor elbette. Jung; “Yalnızlık, çevrede insan olmaması değil, önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramaması ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğunda hissedilen duygudur” der mesela. Her şeyden uzak kendi kendine vakit geçirebiliyorsan, kendinle baş başa kalabiliyorsan, buradan beslenerek çıkıyorsan bir de, bu dünyada kendine yapabileceğin en güzel şeydir tek başınalık. Benim anı yaşayabildiğim ansa; her akşam mum yakıyorum örneğin. Ateş, ateşe bakmak her zaman çok iyi geliyor. Bir de seramik yapıyorum. Toprakla uğraşmak, toprağa dokunmak, bir ürün olana kadar her aşamasını seyretmek çok keyifli.



Jülide Ateş
Haber Spikeri
“Adı yalnızlık olan şey, özgürlüğünüz”
Yalnızlık benim için tercihtir; tablolardaki kadınlar için de öyle belki de. Önce karanlık olur, sonra siz karanlıkta okyanusa doğru açılırsınız. Belli belirsiz adacıklar görürsünüz. Fakat yüzdükçe adacıkların aslında çok uzak olduğunu ya da hiç olmadığını kavrarsınız. Önceleri karanlığın soğuk sularında korkarsınız. Ama bakarsınız ki o karanlık artık kadife bir yuvaya dönüşür. Güçsüz sandığınız kollarınızsa, kanatlara dönüşmüştür ve adı yalnızlık olan şey artık özgürlüğünüz olmuştur. Şu sıralar yalnızlığın tadını çıkardığım kaygılardan uzaklaştığım en büyük meditasyon, spor. Bir de çok enteresandır yazları, havuzda ya da denizde sırtüstü yatıp kulağım suda gözlerim gökyüzünde sadece gökyüzüne bakmak çok hoşuma gidiyor. Sanki uzay boşluğunda uçuyormuş gibi. Bu da kendi iç sesimi duyabildiğim güzel anlardan.



Gonca Vuslateri
Oyuncu
“Sır saklayan ve yara alan kadın yalnızdır.”
Ressam Edward Hopper'ın kendi zamanının kadınları arasında, elbette ki yazar Sidonie Gabrielle Colette’den etkilenmediğini düşünmek olanaksız. Modern kadının arzu ve erdem arasındaki bocalayışına ve burjuvazinin karşısında direniş gösteren işçi kadınların, özellikle lüksü ve gösterişi simgeleyen sanatsal anlatımlarda da sıkça varlık gösterdiğini; Edward Hopper’ın muhafazakar bir 19’uncu yüzyıl sonrası 20’nci yüzyılın ‘kadınlar arası seyahat edilen’ arzu tramvayına bindiğini; manava giden, kafede içen, gösteriş dünyasına katılan, kızlar arası aşk yaşayan kadınların özellikle Fransa ve diğer Avrupa ülkelerindeki özgün duruşlarına tanık oluyorsunuz tarihe baktığınız vakit. Baskı modeli sonrası kadın ayaklanması konusunda Mustafa Kemal Atatürk'ün de desteği zaten bilinmekte ve 1930'lara bakıldığında bu yenilenme kendini gösteriyor. Dolayısıyla insanları yalnızlıkları ya da modern dediğimiz kalıbın içinde değil de yaşamları boyunca karşılaştıkları tarihsel mizojini ile anlamak doğru olacaktır. Bazen tarihin tekerrürden ibaret olması da popüler hale gelebilir elbette… Kadınlar arasında algının ortak bir zamanı vardır. Tüm farklılıklara rağmen aynı konuşurlar ve birbirlerini biyolojik özelliklerinden kaynaklı yalnızca seçimleriyle değerlendirirler. Modern kadın dediğimiz kadının yalnızlığı bugün çilesiz, derdi anlaşılmayan, ifadesi güçsüzleşmiş olarak algılanıyorsa; bunun 1920'lerdeki karşılaştıkları baskı sonrası kendi cinsel ve düşünsel devrimini yaratmış kadınların örnekleriyle aydınlatmak doğru olacaktır. Sır saklayan ve yara alan kadın yalnızdır. Bu yaraları seven ve buna kendini muhtaç hisseden kadın ise, yaralarıyla yaşamaktan zevk alandır. Döndük yine Bunuel'in arzu nesnesi kadınlarına yani… Arzularımızdan başkası değil bizi yalnızlaştıran ve dirilten. Bireyselleşme demek ‘yalnızlık’ kelimesinden bile daha yalnız aslında. Yalnızlık biraz seçeneği olmayan bir duygu... Herhangi bir sağlamayla şiirsel, çileli ya da ortağı olan bir yalnızlık bulabilir insan kendine. Birey olmak sosyolojik bir terim. Yalnızlaşma ise bir ‘ifade’ hepsinden çok. Hayat, varlıkla kendi arasında bir konudur. Bizi diğer canlılardan ayıran yanlarımızdan biri de yalnızlığımızı sorgulayışımızdır. Çünkü işlevsiz ve toplumsal gerçekçilik taşımayan bir yalnızlık, bize yalnızlık gibi gelmez. Dolayısıyla yalnızlık her ne demekse birkaç yıl sonra adına ‘birey’ deyip o duyguya isim de takabilir. İnsan, devamlı kendi ve hatta söz verdiği gibi biri olmaktan sıkılabilen biridir. Bu yüzden karşımızdaki insanı severken ‘istikrarıyla’ değerlendiririz. Bu algoritma zeki birileri için eğlenceli ama tembel ve sevimli bir ruhu da çiğneyip geçebilir. Madonna'nın ödül konuşmasını hatırlatmak istiyorum bir diğer yandan, yaşadığı onca travmatik konudan sorumlu tuttuğu fotoğraflardan biri de şuydu: Kendini erkeklerin gözünden bakarak tanımlayan kadınların ‘mükemmel olmamayı’ birbirlerinden rica ettikleri o tuhaf menfi hisleri... İnsan kendini, kendine ait hissetmek için de yalan söyleyecek kadar arayıştadır. Ben daima kaygılarla yaşayan, hayatın zevkini alamayan biriyim. Ama bilirim zevkin ne demek olduğunu, anlamanın ne demek olduğunu ve bazen kısa yolculuklara çıkarım bana iyi gelecek… Meditasyon gibi, koşu gibi. Köpeklerimle uyumak ise en zevk aldığım andır; gerçektir çünkü.

Pınar Altuğ ve Yağmur Atacan'ın kızları Su 15 yaşına girdi! Eşi ve kızlarıyla Mauritius'a giden Sinem Kobal'dan yeni kareler İşte Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin Osman'ı Emir Berke Zincidi 90'lı yılların yakışıklısıydı... İşte Kaan Girgin'in son hali... 'Kızılcık Şerbeti'nden yeni 2. fragman: Daha önce tanışmış mıydık Demet Şener: Sevgilime gönülden bağlıyım, evlilik şart değil