Yıldızı yükseklerde: Hande Erçel
Görkemli Yeşilçam yıllarından bu yana kitleleri peşinden böylesine bir aşkla sürükleyebilen ender isimlerden Hande Erçel.
GECE’NİN SIRRI
Sohbetimizin arasında hayranlarının ona ‘koca gözlü kız’ diye seslendiğini öğreniyorum. Bir de ‘Gece’ diyorlarmış. İlgiyle nedenini soruyorum; “Geceye ayrı bir düşkünlüğüm var benim. Tam bir gece insanıyım. Hayranlarım da bunu biliyorlar, o yüzden geceyle ilgili şeylerde akıllarına hep ben geliyorum. Gece daha üretken hissediyorum. Gün bana göre değil, sabahlar bana göre değil
Kendimi bulamıyorum. Ama hava karardığında kişiliğimin ortaya çıktığını düşünüyorum. Kendimi daha iyi ifade edebiliyorum. Her zaman böyleydim. İleride çocuğumun ismini de ‘Gece’ koymak istiyorum. Çok geç yatıyorum. Senaryomu da gece okuyorum. Bünyem çok az uykuya alıştı. Bazen gece uyuyamıyorum, kalkıyorum, kahvemi yapıyorum, mutlaka müzik dinliyorum.” Uyurken mutlaka kedilerinden birine temas etmek isteyen hatta onlarla yatmadığında uyanan, hatta ve hatta beş kedisi iki köpeği olan Hande Erçel’in hayvan sevgisi sanıyorum ki anlaşılmıştır. Zira varlıklarına öylesine alışmış ki etrafında hep bir canlı olması gerektiğini söylüyor ve ekliyor; “Çocuğum olduğunda ne yapacağım hiçbir fikrim yok, herhalde içime falan sokacağım.” Yalnızlığa gelip dayanıyor sohbet. 17 yaşından beri ailesinden uzak yaşayan biri olarak artık bu duruma alıştığını ve sevdiğini söylüyor. Aslında o yıllarda pek de zorlanmadığını anlatıyor: “Çünkü bunu bana hiç hissettirmediler. Ailemden uzak olacağımın bilincindeydim, onlar hep yanıma gelmeye çalıştılar, geldiler de. Ama bu bilinçte olmasaydım boşluğa düşebilirdim.” Böyle birinin daha sert ve köşeli bir yapısı olmasını bekleyebilirsiniz ama tam aksine o sevgi dolu biri; “Sevgisini çok gösteren biriyim. Göstermediğimde eksik hissediyorum. Bana gösterilmediğinde değil ben göstermediğimde bir şeylerin eksildiğini hissediyorum. O yüzden hiç ketum olmadım. Direkt duygularımı belli ederim. Sevmediğimde de yüzümden anlarsınız, sevdiğimde de... Çok şanslıymışım, çok güzel bir aileden geldim, çok güzel insanlarla tanıştım. Tabii ki kötü günler yaşadım, kötü insanlarla karşılaştım. Ama seçimlerimi düzgün yaptım. Ne istediğime karar verdim. Ona göre davrandım ve yolumu çizdim.”
Röportaj: Ece Üremez
Fotoğraf: Serhat Hayri
Onu bunca genç arasında farklı kılan ne? Geceye ayrı bir düşkünlüğü olduğunu, hava karardığında gerçek kişiliğinin ortaya çıktığını söyleyen Hande Erçel, Van Gogh’un ünlü Yıldızlı Gece tablosunu hatırlattı bize; özgün tekniği ve kendine has fırça darbeleri ile hemen fark edilen bu resim gibi o, ilham verici.
RÖPORTAJLARDA O İNSANI ANALİZ ETMEK İÇİN KISITLI BİR ZAMAN OLUR, KİMİ KAPALI BİR KUTUDUR KİMİ SORMADAN ANLATIR. Hande Erçel ise bu iki tipolojiden de farklı bir çizgide başlıyor hikayesini anlatmaya. Samimi cümleleri gücünü, dürüstlüğünden, kendini sakınmayışından ve ruhuyla barışık olmasından alıyor. İlk işinden söz ediyoruz önce. Şöyle hatırlatıyor kendini; “İlk kez kamera karşısına Tatar Ramazan’da geçtim. Tek bir sahnem vardı. Çoban Ahmet karakterinin ölen kardeşini canlandırmıştım. Bir ölüm sahnesiyle bu işe başladım. Çok sevdiğim yönetmen Cevdet Mercan çekiyordu ve ben heyecandan ne yapacağımı bilememiştim. Ama o sahne bana şans getirdi sanırım.” Daha sonra ‘Çılgın Dershane Üniversitede’de Meryem karakteri ile karşımıza çıkan Hande Erçel ‘şanslı’ olanlardan diyebiliriz. Günümüzde diziler bir bir tükenirken, önce ‘Güneşin Kızları’, şimdi ‘Aşk Laftan Anlamaz’ ile hatırı sayılır bir yükseliş yakalayan güzel oyuncu, işin sırrını şu kelimelerle anlatıyor: “Bir kere senaryo çok önemli. Hikaye her şeyin önüne geçebilir, çünkü işe yön veren odur. Onun dışında ben canlandırdığım karakterlere, sadece senaryoya ve yönetmene bağlı kalmadan kendimden de çok şey katmaya çalışıyorum. Çok önemseyerek ve çok severek yapıyorum işimi. Bütün ekip öyle. Bu da elbette yansıyordur ekrana. İşin böyle sevgi dolu yapılması uzun soluklu olmasındaki en büyük etken bence.” O sırada aklıma takılıyor, ‘Aşk Laftan Anlamaz’ı diğer romantik komedi dizilerinden farklı kılan neydi de bu kadar çok izleniyordu? Cevabı kendisi veriyor; “Aslında bütün romantik komedi dizileri, dünyada da baktığında birbirine benziyor. Sonuçta hepimiz aşık oluyoruz ve hepimizin hissettiği duygular birbirine benziyor. Farkı yaratan doğru yönlendirmek, doğru yazmak, doğru oynamak, doğru çekmek. Ortak duygulara bakış açısında yaratılan farklılık ilgi çekiyor.” O konuşurken sadece bir anlığına karşımda duran bu kişiye dışarıdan bakıyorum. Henüz 23 yaşında biri için bu kadar çok seviliyor olmak ne ifade ediyor olabilir? “Bu sevgiyi kazanmamda ‘Güneşin Kızları’nda canlandırdığım Selin karakterinin çok büyük bir etkisi var. Oynadığım karakterin hitap ettiği kitle kendinden çok şey buldu onda. Ben dahil. O yüzden de gitgide büyüdük. Bu kadar sevilmek benim için çok özel. Bunun süregelmesini sağlamak zorundayım. 33 yaşına geldiğimde hayranlarım da 10 yaş büyümüş olacaklar ve hala aynı şeyi hissediyor olmalarını diliyorum. Her oynadığım karaktere benim bağlandığım kadar bağlansınlar istiyorum. O yüzden bu bana çok büyük bir sorumluluk yüklüyor.” Böylesine ağırbaşlı, ayakları yere basan ve ne dediğinin farkında olan birinin çocukluk hayalini merak ediyorum bu kez. Şu sözlerle anlatıyor küçük Hande dilediklerini; “Dünyayı karış karış gezmek. Ama onun dışında oyunculuk ilk hayalimdi. Başka bir şey istediğimi hatırlamıyorum. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü’nde okuyorum ama İstanbul’a bu iş için geldim. Ailem de hep destek oldu.” İki dizi arasında sadece 10 gün dinlenebilen Hande Erçel’e Hayat karakterine nasıl hazırlandığını soruyorum. “Bir önceki işten çıktığım gibi bu karakteri okudum. Zaten eğitimim devam ediyor hala, hocalarım da beni kampa aldılar. Hayat aslında tam düşündüğüm, hayal ettiğim, oynamak istediğim karakterdi. Ben şöyle bakıyorum bu işe; her yeni karakter yeni bir insan tanımak. Hayat ile çok ortak noktamız var. Ama çok da ayrıyız. O aşık olduğunda hiç tahmin etmediğim yönlerini keşfetmeye başladım. Mesela sevdiği adamın eski sevgilisinin hamile olduğunu öğrenmesine rağmen hala daha peşini bırakmıyor. Kendini çekemiyor. Bu benim yapabileceğim bir şey değil. Dizi ilerledikçe ilk tanıdığımdaki Hayat olmadığını görüyorum. Aşk onu değiştiriyor. Bu da bana daha cazip gelmeye başladı. Ortak noktamız ise hayata başlangıcımız. O da başka şehirden İstanbul’a geliyor ve ailesinden destek istemiyor, kendi başına bir işler başarmak istiyor. İkimizin de hayatları şu an farklı gidiyor. Ama oyunculuk okumasaydım nasıl bir hayatım olurdu onu Hayat’ta görebiliyorum.” Karakterinden ders almak yerine ona ders vermeyi ve kendinden parçalar katmayı seçen başarılı oyuncu, ilk kez bu dizi vesilesiyle tanıştığı Burak Deniz ile olan uyumundan da keyifle söz ediyor; “Hem çok eğlenceli hem çok ağırbaşlı biri. Hiç kavga etmiyoruz. O kadar kendini geliştirmiş ve ne yaptığını, ne istediğini, nerede nasıl davranması gerektiğini bilen biri ki... O yüzden de gerçekten çok sağlam bir dostluk besliyorum Burak’a karşı. Çok güzel bir uyum yakaladık.”
KİLİT NOKTA MERHAMET
Eski Yeşilçam oyuncularının rüzgarını, ruhunu, büyüsünü ve güzelliğini taşıyan Hande Erçel sırf bu yüzden bile kitleleri peşinden sürüklüyor desek haksız sayılmayız. Teklifler olmasına rağmen henüz sinema için vakit bulamadığını itiraf eden güzel oyuncu, iyi bir senaryoda yer almak istediğini şöyle ifade ediyor; “Rolümün yoğunluğu değil de oynayacağım karakter benim için çok önemli. Çok sağlam bir senaryoda sağlam bir karakteri canlandırmak istiyorum. Onu bulana kadar biraz vaktim var galiba.” İzlemekten asla bıkmadığı filmin ‘Leon’ olduğunu öğreniyorum ardından. Bir de enteresan bir detaydan bahsediyor; kitabını okuduğu hikayelerin filmlerini izlemekten kaçıyormuş. Neden mi? Hayal gücünü değiştirdiğini, sınırlandırdığını düşünüyor da ondan. Laf lafı açtıkça konu hayran olduğu kadın ve erkeklere geliyor: “Anne Hathaway hem oyunculuğu hem doğallığıyla çok beğendiğim bir kadın. Her şeyiyle hayranım ona. Türkiye’de de Gülse Birsel benim için güçlü kadın imajının karşılığı. Çok doğru düşünceleri olduğunu ve çok doğru bir yolda ilerlediğini düşünüyorum. Onu örnek alıyorum. Bir gün kendisinin yazdığı bir dizide yer almayı çok isterim. Hayran olduğum erkek ise Johnny Depp.” Hal böyle olunca erkeklerden söz etmeye devam ediyoruz. Hande Erçel onların hangi özelliklerini hayran verici buluyordu? “Zeki olan erkek beni her zaman cezbeder. Soğukkanlı ve ağırbaşlı oluşu, oturup kalkmayı bilmesi ve bir duruş sahibi olması beni etkiler. Çok hareketli insanlar dikkatimi çekmez.” Ne de olsa o bir Yay burcu, hareketli ve yerinde duramayan bir kadını elbette dengeleyecek biri olmalı hayatında. Peki, ne istediğini böylesine bilenn bir kadın erkekleri idare etmek konusunda neler düşünüyordu öğrenmek istiyorum: “Hayatıma giren erkekler arkadaş da olsa sevgili de olsa o kadar kolay insanlar olmadılar. Ne istediğini bilen kişilerdi. O yüzden idare etme olarak bakmadım duruma hiç. Ortak hareket ettim hep. Alttan alan bir yapım vardır ancak bir noktam var ki orada bırakır, beklerim. Her zaman kendimden vermem, çok fazla fedakarlık gösteririm ama sınıra geldiğimde karşımdakine bırakırım. Bu nokta insandan insana, o kişinin değer bilmesine göre çok değişiyor. Çok kırdıysam bırakamam, mücadele ederim ama gerçekten haklıysam bırakırım; yapması gerekeni yapsın diye.” Bu noktada birlikte olacağı erkekte mutlaka hangi özelliğin olması gerektiğini de soruyorum. “Merhametli olmalı. Vefalı olmalı. Ben insanlığa çok önem veririm. Hatalar elbette yapabiliriz hepimiz insanız. Her şey tecrübe etmemiz için var. Ama merhametli olsun ki insan olsun. Çok kötülükler yapabilir o kişi sana, illa aldatmak demiyorum, çok zedeleyebilir seni. Ama gerçekten insansa, bu duygu içinde varsa ben onunla devam ederim.” Öylesine haklı ki, merhamet her şeyin başı aslında. Merhametli olan bir erkek bir sürü iyi özelliği de beraberinde getirir. Babasıyla olan ilişkisini sorduğumdaysa gözleri parlayarak başlıyor anlatmaya; “Babama asla hayır diyemem. Çok zıt durumlarımız olur ama iki yakın arkadaş gibiyiz. Çok saygılı ama mesafeli olmayan bir ilişkimiz var. Kahramanım o benim, başımın tacı. Her şeyi konuşuruz. Belki de babamla olan ilişkim bana bu duruşu kazandırmış, bu güveni katmıştır. Bu ilişkiye sahip olanla olmayanın farkını çok net görebiliyorum. Annem ve babam beni, benden daha iyi tanıyorlar, o yüzden etrafımı da benden daha iyi tanımalarını isterim her zaman. Erkek arkadaşım olduğunda tanıştırırım, beraber yemek yeriz, sohbet ederiz. Çünkü onlar daha farklı ve çok daha tecrübeli bir gözle bakıyorlar.” Aşk hakkında konuşuyoruz biraz da, çok zor aşık olduğunu itiraf ediyor ve kendinden emin devam ediyor; “Ama ben bu konuda biraz cesurum. Aşkın ilk görüşte olduğuna inanan cinstenim. O içini kıpır kıpır yapan saf duygu geldiğinde ve onu koruduğunda aşık olduğunu hissedersin.”
ÖNCE MANTIK!
Elbette hayallerden ve gelecek planlarından söz etmeden olmaz. O anda aklıma düşüyor ileriye yönelik mutlaka başarmayı arzu ettiği ne var? “Ben bir hikaye yazıp onun senaryolaştırılmasını istiyorum. Kendimce defterime yazdığım birkaç hikayem var. Bir gün bu hikayelerimden birinin, güvenilir eller tarafından senaryolaştırılması ve en sevdiğim oyuncular tarafından oynanması en büyük hayalim.” Sözleri bununla da bitmiyor ve kendini geliştirmeye ne kadar düşkün olduğunu açığa vuruyor; “Küçüklüğümden beri daha çok kitap okumuş, daha fazla yabancı dil öğrenmiş olmayı isterdim. Bazı şeylerin farkına varmaya çok daha geç başladım.” Yakın çevresinden söz etmeye başladığımızda, arkadaş çevresinde bir konu üzerinde konuştuklarında en stabil olanın kendisi olduğunu ekliyor gülümseyerek. Hiç aşırı tepki vermeyen, her zaman dinleyip düşünüp ona göre cevaplayan, en mantıklı kararlar alabilen kendisi oluyormuş hep. En güçlü yanının bu olduğuna inanan Hande Erçel her şeyi mantık süzgecinden geçiriyor; düşünmeden cümle kurmuyormuş. Çok zor sinirlendiğini, ancak çok aşırı bir durum karşısında kendini kaybettiğini, bu anlar dışında mantığının hep ön planda olduğunu özellikle vurguluyor. Aslında hayatın birçok alanında böyle olduğunu da eklemem gerek. Keza görünmez olsaydı ne yapardı sorusuna dahi şöyle cevap veriyor; “Çok sevdiğim insanların yanına gidip, onların hakkımdaki konuşmalarını dinlemek isterdim. Merak ediyorum ne düşündüklerini. Tek başına oturduklarında düşüncelerini okumak isterdim. Başkalarının ne düşündüğüyle ilgilenmiyorum, sevdiklerimle ilgileniyorum sadece.” O böyle konuşunca eleştiriden korkup korkmadığı akıllara düşüyor olabilir. Hemen merakınızı giderelim; “Eleştiriden hiç korkmuyorum. Çok kötü şeyler de yazılıyor, çok güzel şeyler de yazılıyor. Hepsini okuyorum. Hiç kaçmıyorum. Bunlardan da mutluluk duyuyorum çünkü iyisi, kötüsü hepsi bana yarar. Çok da doğru gözler de var. Haklı noktalar elbette oluyor. Her zaman eleştiriye açığım.” Herkesin olduğu gibi onun da zaman zaman güçsüz hissettiği anlar olmuş hayatında. Ne kadar kaybolmuş hissettiği ve nasıl tekrar ayağa kalktığına dair bir hikaye anlatıyor gözleri biraz da dolarak... “Güneşin Kızları’ndan önce kedim öldü. Beni tanıyan herkes bilir, hayvan sevgisi benim için çok önemlidir, kedilerim de çok değerlidir. Onu kaybettiğimde hayatın sonu sandım. Her şeyi sorgulamaya başladım. Çok küçüktü, elimde öldü ve yapabileceğim hiçbir şey yoktu. İlk defa böyle bir durumla karşılaştım. Sonra her şeyi bırakıp gitmek istedim. Her şeyden uzaklaşmak istedim. İşten, okuldan kaçmak istedim. Ve gittim. Eski Foça’ya... Arkadaşımın evi vardı orada kalmaya başladım. Çökmüş ve çok üzgün bir durumda hissediyorum. Bir gün iki tane yakın arkadaşım yanıma geldiler ve beni silktiler. ‘Sen ne yapıyorsun?’ dediler. O gün o kadar mutlu oldum ki! En kötü anımda, ailem değil arkadaşlarım onlar benim ama iki laflarıyla ayağa kaldırdılar. O zaman onların varlığından çok mutlu olmuştum. Arkadaş benim için çok önemli. Hepimizin çok kötü anları, günleri oluyor ama bazen insanlara izin vermek gerekiyor. Ben o gün kendimi arkadaşlarıma açmasaydım onlar da bana bu gücü geri kazandıramazdı.”